Türkiye’de sinema tarihi ve eleştirmenliğini bilimsel olarak uygulamaya koymuş ilk kişiydi Nijat Özön. Türkçe ve bilimsel bakış açısı konusunda hassasiyetiyle Türk sinemasında öne çıktı ve daima bunu uyguladı

Nijat Özön’ü ve kitaplarının adını ilk defa ne zaman duyduğumu hatırlamıyorum. Yılmaz Güney’le ilgili belge topladığım yıllardı, sanıyorum. Elime geçen bir sinema kitabının kaynakçasında Nijat Özön’ün Türk Sineması Kronolojisi kitabı da yazıyordu. O zaman aklımdan geçen şey şu oldu: “Ben bu kitabı bulursam çok şey öğrenirim. Adı üstünde, kronoloji…”. Sonrasında “Karagöz’den Sinemaya” adlı kitabından haberim oldu. Bu kitap da çok dikkatimi çekti Ancak yıllarca o kitaba da ulaşamadım. Kitabın adından yola çıkarak neleri anlatmış olabileceğini düşündüm, hep. Kitabı okuduğumda tahmin ettiklerimin hemen hiçbiri tutmadı. Ama diyebilirim ki hala yanı başımda tuttuğum Türk sineması kitaplarından biridir. Sinema tarihçiliğimizin büyük ustası, dilbilimci, yazar Özön 15 Aralık 2010’da vefat ettiğinde  83 yaşındaydı. 

BABA ETKİSİ

1927 yılında İstanbul’da doğan Nijat Özön, edebiyat tarihçisi Mustafa Nihat Özön’ün oğludur. Sanıyorum edebiyata olan ilgisinde babasının etkisi büyüktür. Ankara Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı ve Kütüphanecilik bölümlerini bitirir. Sinema eleştirmenliğinin kurumsallaşmadığı bir dönemde, sinema eleştirmenliğine ve dilbilimine yönelir. 

Çeşitli dergilerde yer yer kendi adıyla yer yer takma adlarla yazı yazdıktan sonra ‘Sinema’ ve ‘Kim’ dergilerini çıkarır. Halit Refiğ, bu dönemde çok iyi ilişki kurduğu ve düşüncelerinden etkilendiği Özön için şöyle der: 

“Nijat Özön bana bir mucize gibi geldi. Türkiye’de böyle bir adam yaşadığını o tarihe kadar bilmiyordum. (…) Nijat Özön’le tanışana kadar benim sinema üstüne tartıştığım hiç kimse yoktu. (…) İlk adam ve müthiş bir sinema kültürü. (…) Çok etkilendim. Onun sayesinde daha önce bilmediğim kimi kitapları elde etme imkanına kavuştum. Tabii benim Türk edebiyatına açılmamda da Nijat Özön’ün katkıları oldu."
Refiğ’in bu sözleri, Özön’ün sinema alanına hakimiyeti açısından bize bir fikir veriyor. Öyle ki Refiğ, daha sonra arasının bozulacağı Özön hakkında çok ağır sözler söylese de, yeteneği hakkında tek söz söylemeyecektir. 

27 MAYIS VE SONRASI

1960 şüphesiz Türkiye için önemli bir dönüm noktasıydı. 1950 yılında iktidara geçen DP, 27 Mayıs darbesiyle iktidardan indirilmiş ve Adnan Menderes iki arkadaşıyla idam edilmişti. 1961’da hazırlanan yeni anayasa görece bir özgürlük ortamı getirmiş, ekonomide kalkınma, düşüncede özgürlük gibi meseleler daha fazla tartışılır olmuştu. Türk sineması da bu tartışmalardan etkilenecek ve o güne kadar kırıntıları olan ama çok da su yüzüne çıkmamış yeni bir sinema anlayışının ürünleri ortaya çıkacaktır. Özön, bu dönemi başlangıcını mutlu bir olay olarak tarif eder. Özön, 1950’lerde çeşitli dergilerde yazıları, 1960’larda hem eleştirileri hem sinema üzerine hazırladığı kitaplarıyla Türk sinemasının ilk akla gelen eleştirmenlerinden biri olur. Özellikle 1960’lar sinema eleştirmenleri ve sinemacılar açısından en hareketli geçen 10 yıldır. Şüphesiz bunun siyasal gelişmelerle ve bu gelişmelerin sinema üzerine yaptığı dolaysız etkilerle ilgilidir. Sırayla değinecek olursak; 

NİTELİK TESPİTİ YAPMAK

Yukarıda söz ettiğimiz gibi 1960 Darbesi toplumsal hayatın her alanında bir yeniliği ve tartışmayı getirdi. Türk sinemacılar da o dönemde ‘Toplumsal gerçekçilik’ olarak adlandırılacak bir sinema anlayışını geliştirmeye başladılar. 1960- 65 yılları arasında 30’a yakın örneği ortaya konulan bu harekette eleştirmenlerin de büyük katkısı olmuştur. Metin Erksan’ın ‘Gecelerin Ötesi’ (1960) filmi bu akımın ilk örneği olarak kabul edilir. Türk sineması ciddi bir arayışın içinde iken Özön, Türk sinemasını yıllara göre değerlendirip nitelik tespiti yapmaya çalışır. Toplumsal gerçekçi diyebileceğimiz filmleri dikkate alsa da, bu akımı küçük çaplı bir hareket olarak görür. 1960’lı yılların bir diğer önemli olayı 10 Ekim 1965 seçimleridir. Seçim sonuçları AP’yi iktidara getirmiş ve 1960 darbesinin kent soylu aydın hareketini bir anlamda dağıtmıştır. Toplumsal içerikli bazı film projeleri dahi askıya alınır. İşte bu seçim sonuçlarından sonra o güne kadar daha nitelikli filmler çeken yönetmenler bir çırpıda piyasa filmleri yapmaya yönelirler. Bu durum, Türk sinemasında ciddi bir kamplaşmayı getirir. Sinematek ve yönetmenler arasında görülmemiş bir kapışma ve sataşma yaşanır. Özön, bu ortamda, yönetmenlerin filmlerini ve onların ürettiği ‘Halk Sineması’, ‘Ulusal Sinema’ kavramlarını eleştirir. Yönetmenlerin başını çeken Halit Refiğ ve eski dostu Özön’ün bu dönemde yolları ayrılır. Zira çok sonraki yıllarda Yorgun Savaşçı üzerine Özön’ün yazı yazmamasını ‘Hain bir vicdansızlık’ olarak değerlendirecektir.

İLK SİNEMA TARİHİ KİTABI

Özön, 1960’lı yıllarda Türk sinemasının ilk derli toplu ‘Türk Sinema Tarihi’ kitabını yayımlar. Kitap 1896’dan 1960’a kadar Türk sinemasını çeşitli yönlerden inceler. Çok az sayıda basılan bu kitap daha sonra yaklaşık 40 yıl sonra Antalya Film Festivali için basılır. En son baskıyı da 2010 yılında yaptı. Özön’ün ölümünden önce yaptığı son çalışma bu oldu. Kitapta çok ciddi bir değişikliğe gitmese de bazı kelime hatalarını düzeltti. Kitabın önsözü sinema tarihimize yaptığı son önemli katkıdır.

1960’lardaki diğer önemli kitabı da Türk Sineması Kronolojisi’dir. Özön, bu kitapta Türk sineması üzerine geniş bir değerlendirme yaptıktan sonra, yıllara göre çekilen filmleri, siyasal olayları, öne çıkan oyuncuları, yönetmenleri ve sinema olaylarını aktarır. Kitap dikkatli okunduğunda Türk sinemasının siyasal olaylardan ne denli etkilendiğini ve siyasal gelişmelere kendini kapattığı dönemleri izlemek mümkün. 

50 YILIN SİNEMASI

1970’li yıllarda Özön, dilbilim ve sinema çalışmalarını sürdürür. Bu dönemde dikkatimi çeken yazılardan biri “Elli Yılın Türk Sineması” başlıklı yazıdır. Yazıda, Türkiye Cumhuriyeti’nin sinema adına macerasını verilerle koyuyor yazıda. Söz konusu makaledeki değerlendirmeler yazarın daha önce de yaptığı değerlendirmelerdir; ancak özetleyicilik çok başarılıdır. Özön, 50 yaşındaki Türkiye Cumhuriyeti’nde sinemanın durumunu şöyle özetler: 

“Cumhuriyetin ilanından daha doğrusu Türkiye’de yapımın başlamasından bu yana sinemamızın gösterdiği bu gelişme çizgisi, kendini çevreleyen ve kendi içinden yarattığı koşullar göz önüne alınınca, Türk sinemasında bugüne dek dişe dokunur filmlerin ancak vakit vakit, beklenmedik çıkışlar, bireysel çabalar, arkası gelmeyen saman alevi örneği gerçekleşmesinden daha doğal bir şey olamaz. (…) Ne kadar acıdır ki genç Cumhuriyet’i destekleyecek en güçlü silah, bütün Cumhuriyet dönemi boyunca, zincire vurulmuş bir Prometheus’a benzemiştir. Ve bu dev, yurdumuzda henüz ancak serçe parmağını oynatmaktan öte bir şey yapamamıştır.”

Özön, aynı yazıda, sinemacıların, sektördeki sıkıntıyı akala gelebilecek ve gelmeyecek her yerde aradıklarını; ama asla kendinde aramadıklarını da savunur. Ulusal sinemacıların ortaya attığı teoriler ve diğer teorileri “Sinemaya giydirilen deli gömleği” olarak tarif eder. 

100 SORUDA SİNEMA

Özön’ün 1970’lerdeki bir diğer önemli çalışması “100 soruda Sinema Sanatı”dır. Dönemin teknolojisine göre, sinemanın tekniği, teorisi, sinema türleri, akımları, film incelemesi hakkında kapsamlı bir çalışma olan bu eserin hazırlanışında kullanılan kaynakça bile sinema okuyucusu için iyi bir rehberdir. 
Özön, bunun dışında sinema hakkında bazı kitapların çevirisini de yapar. Yurttaş Kane, (CitizenKane- OrsonWelles), Çağdaş Sinemanın Sorunları (AndreBazin) bunlardan bazıları. 1970’lerin ilk yarısından sonra yazın anlamında bir suskunluk dönemine girdiğini görüyoruz. “Karagöz’den Sinemaya” kitabının ve “Türk Sinema Tarihi” kitaplarının basımında yazdığı önsözler sanıyorum en yeni sayılabilecek fikirleridir. Karagöz’den sinemaya eserinde Bülent Vardar’ın kendisiyle yaptığı söyleşi de kitapta yeni yayımlanmış olan bir görüşmedir. Bu söyleşideki bazı fikirleri önemsiyorum. Özön, ulusal sinemacılarla ilgili tez hazırlamaya çalışan Vardar’a Kemal Tahir’in Ulusal Sinemacıları nasıl etkisi altında bıraktığını şöyle ifade eder: 

“Kemal Tahir çok şüpheci bir adam, araştırıcı bir adam aynı zamana. Osmanlı tarihi, toplumu üzerine durmadan okuyor, okudukça yeni şeyler buluyor, o bulduklarıyla yetinmiyor, bir gün öncekinin belki de tam karşıtı yenilerini buluyor. Sırtında yumurta küfesi de yok ya; birkaç gün önce ürettiği düşünceyi, birkaç gün sonra okuduğu bir başka kitabın etkisiyle, ‘Yahu biz yanılmışız ki, çok fena yanılmışız’ diye çok büyük bir rahatlıkla değiştirebiliyor. Bu ATÜT sinemacıları onun çevresinde toplandılar. O, gerçekte tam kendi romanlarındaki Osmanlı tipine uygun bir kurnazlıkla, daha henüz kendisinde de olgunlaşmamış düşünceleri görüşmeleri yaymaları için bunlara aktardı. (…) Yani rahmetli, bunları bir çeşit deney tavşanı, deneme tahtası gibi kullandı.”

Özön, görüşmenin devamında Ulusal Sinemacılar’ın, sürekli kuram üretmelerini, piyasadan silinme korkusuna, işsiz kalma endişesine bağlar. Bu teorileri de dünyadaki örneklerle, öne sürdükleri kuramların kelime anlamlarıyla çürütür. 

Özön’ün yazılarında en çok dikkatimi çeken noktalardan biri de, Türkçeyi doğru kullanma çabasıdır. Dilin sadeleştirilmesi uğraşısı, Kurtuluş Savaşı’nın önemini vurgulayan yazıları onun Cumhuriyet değerlerine bağlı bir aydın olduğunu gösteriyor. Doğrusunu söylemek gerekirse Özön’ün karşıtı fikirler savunanlar yazdıkları ile hiçbir zaman bir bütünlük oluşturmadılar; ama Özön, fikirleri itibarıyla hep tutarlı oldu. Her zaman bilimsel bir yöntem izledi. Rakamlarla konuştu. Hamaset yapmadı. Bugün genç sinema tarihçileri, eksik bulsa da en çok onun yazdıklarını dikkate alıyor. Zahit Atam’ın Yeni İnsan Yeni Sinema dergisindeki yazdıkları bunu en iyi şekilde açıklar.