1999 yılında 16 Ağustos'u 17 Ağustos'a bağlayan gece saat 03:02'de meydana gelen 7.4 büyüklüğündeki deprem Türkiye tarihinin en büyük dördüncü depremi olarak kayıtlara geçti. Merkez üssü Gölcük olan deprem, Marmara Bölgesi'nin genelinde hissedildi. Kuzey Anadolu Fay Hattı'nın kırılmasıyla meydana gelen deprem, İstanbul, Bolu, Bursa, Eskişehir, Kocaeli, Sakarya ve Yalova'da da yüksek seviyede hissedildi. Deprem pek çok can ve mal kaybına neden oldu. 1999 Gölcük Depremi sonrası yaşananları, depremin 23’üncü yılında bir kez daha hatırlayalım… BÖLGE HALKI 50 BİN CAN KAYBI DİYOR Türkiye'nin kuzey bölgelerden boydan boya geçen Kuzey Anadolu Fay Hattı'nın batı bölümünde meydana gelen deprem, 17 Ağustos 1999 Salı günü saat 03:01'de başladı ve 45 saniye sürdü. Depremin merkez üssü İzmit'in Gölcük ilçesi olarak açıklandı. Büyüklüğü de Richter Ölçeği’ne göre ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi (USGS) tarafından 7.6; Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi tarafından ise 7.8 olarak ölçüldü. Bununla birlikte, bugün genel olarak depremin büyüklüğü, ilk yapılan açıklamalarda duyurulan 7.4 olarak kabul ediliyor ve bu ölçü kullanılıyor. Derinliği 17 kilometre olan sarsıntıda yer kabuğunun sağa doğru hareket ettiği ve 120 kilometrelik bir hat boyunca kırıldığı tespit edildi. 17 Ağustos Depremi, gerek nüfus yoğunluğu gerekse de ekonomik faaliyet açısından Türkiye'nin en önemli bölgesini etkiledi. Resmi rakamlara göre, depremde 18 bin 373 kişi hayatını kaybetti, 48 bin 901 kişi de yaralandı. 5 bin 840 kişi de kayboldu. Ancak bölge halkı, can kaybının çok daha yüksek olduğunu öne sürüyor. Resmi olmayan kaynaklar, can kaybının 50 bin civarında olduğunu iddia ediyor. İzmit Körfezi'nin güneyinde bulunan Gölcük, Değirmendere ve Karamürsel gibi bazı yerlerde sahile yakın kısımların depremle birlikte deniz sularının altında kalması can kaybı ve hasar tespitini zorlaştıran en önemli unsur olarak gösteriliyor. Jeoloji Yüksek Mühendisi Dr. Ramazan Demirtaş, “’Her 300 yılda büyük bir deprem olacak şeklinde sabit yinelenme aralıkları olacak’ diye bir kural yok. Dolayısıyla eli kulağında deprem bekliyoruz gibi cümleler bilimsel veri ve bulgulara dayanmıyor. Bu tür açıklamaları halkımız her an deprem olacakmış gibi anlıyor. Bilim insanı ağzından çıkan her cümleye dikkatle seçmesi gerekir” dedi. PEKİ YA İZMİR? İzmir’in Seferihisar ilçesi açıklarına 30 Ekim 2020’de yaşanan 6,9 büyüklüğündeki depremden bu yana geçen günlerde yaşamını yitiren 117 kişinin acısı hala dinmedi. Geçtiğimiz günlerde Kuşadası Körfezi’nde meydana gelen 5.0 büyüklüğündeki deprem “Yeniden bir risk yaratır mı?” sorusunu akıllara getirdi. Bu anlamda bir çok konu başlığını irdelediğimiz Jeoloji Yüksek Mühendisi Dr. Ramazan Demirtaş, “11 ile 14 Ağustos arasında, Kuşadası Körfezi, Ahmetbeyli açıklarında 1.0 ile 3.9 aralığında değişen yaklaşık 70 deprem oldu. 6 adeti 3 ve 4 arası büyüklükte, bir adet 5’lik bir deprem yaşandı. Bu deprem sürecini incelediğimizde basında bazı isimler farklı amaçlarla her an deprem olabilir imajı ve açıklamaları yapıldı. Deprem bilimi bu kadar ucuz değil. Bu fayın uzunluğu nedir? En son ne zaman deprem üretti? Hangi sıklıkla depremler üretiyor? Bu parametreleri bilmeden bu fay büyük bir deprem üretir diyemeyiz. Deprem kestirimi yapabilecek bilimsel açıdan verilerimiz yetersiz. İzmir ve civarında en az 15 deprem üreten fay var. Lakin hepsinin aynı anda deprem üretme olasılığı yok. Örneğin Gümüldür fayının deprem tekrarlama aralığı 2 bin yıl. En son ne zaman deprem ürettiğini bilmek gerekiyor. İzmir fayı 1688’de en büyük depremini üretmiştir. Bu fay tekrar harekete geçerse “İzmir ne olacak?” diye korku pompalamaya çalışan açıklamalar yapılıyor” ifadelerini kullandı. BATAKLIK ZEMİNLER SONUMUZ Deprem olacak haberlerinin vatandaşı paniğe sürüklediğini belirten Demirtaş, “Bu halkımız arasında gereksiz bir gerilim yaratıyor. İzmir fayı en az 2 bin yılda bir deprem üretiyor. Dolayısıyla yakında zamanda her an deprem üretmesi söz konusu değil. 30 Ekim Depremi’ne neden olan fay Sisam fayı. İzmir fayı bile değil. ^”Bayraklı’yı nasıl bu hale getirir?” sorusunun yanıtı ise depreme dayanıksız binaların olmasından kaynaklı. Zeminin kıyı bataklıklarından oluşması ve deprem hareketinin büyütülmesi ile ilgili. Binalar deprem yönetmeliğine uygun değilse göçüyor, yerle bir oluyor” açıklamalarında bulundu. ‘YÜKSEK KATLI BİNALARA HAYIR’ Türkiye’nin yüksek katlı binalara uygun olmadığını belirten İnşaat Mühendisi Emrah Berkant Kaynak, özellikle alüvyonlu zeminlere bina yapılmasını eleştirdi. Kaynak, “Yapıların sağlam olması için alüvyon zeminlerde bina yapılmaması gerektiğini her daim söylüyoruz. Zemin etüdüne göre binanın metrekaresi yüksekliği ve ağırlığı hazırlanıyor. Ülkemiz zaten deprem ülkesi öngörülebilecek depreme göre yapılaşma olmalı. Şuan bir çok bina 9 şiddetine dayanıklı deniyor. Evet doğru, fakat zemin alüvyon değilse bu durum geçerli olabilir. Türkiye’de hem iklim hem de coğrafi açıdan uygun olmadığımız için çok katlı. Yani yüksek katlı binalara kesinlikle hayır dememiz gerekiyor. Şehirleşme çok önemli ama maalesef bizim ülkemiz bu yapıya uygun değil” diye konuştu. Rana Beyza Öztürk / Özel Haber