İzmirli Müzisyen ve Müzik Pedagogu Güneş Oba, Dokuz Eylül Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda aldığı lise eğitimi sonrasında 200 kişinin katılıp yalnızca 3 kişinin geçmeyi başardığı konservatuar sınavını kazanarak henüz 18 yaşında Almanya’ya yerleşti. Bir yandan bir müzik okulunda piyano öğretmeni olarak çalışan, tiyatrolara müzikal içerik ve sahneleme danışmanlığı veren, sosyal sorumluluk projeleri geliştiren, Türkiye ve İzmir’e dair birçok proje hazırlığında olan Oba’nın ismiyle önümüzdeki yıllarda çok daha sık karşılaşacağımız kesin. Geçen 8 Mart’ta Bornova Belediyesi’nin ev sahipliğinde gerçekleşen online açıklama piyano resitalinde sanat severlerle buluşan Güneş Oba’yı İzmir’de yakalamışken merak ettiğim her şeyi sordum. O da içtenlikle yanıt verdi.
  • Merhaba Güneş, öncelikle seni tanıyabilir miyiz?
Ben Güneş Oba, 1995 yılında İzmir’de doğdum. Annem aslen Kayserili, babamsa Yozgatlı. Güzel İzmir’in denizinin meltemi de Anadolu’nun verimli toprakları da var özümde diyebiliriz. Çok küçük yaşlardan itibaren müziğe olağanüstü bir ilgi, konsantrasyon ve ciddiyetle yaklaşmışım. Babam bağlama çalardı, ben de elime alıp konserler verirmişim, aile dostlarımızla sazlı sözlü buluşmalar yapardık, bana hep türkü söyletirlerdi. Hatta evde kendime tencereler kaşıklardan toplama enstrümanlar yaparmışım. Henüz 5 yaşında iken bana keman alın diye tutturmuşum. Ben ille de keman isterken beni tutup TOBAV Çocuk Balesi’ne yazdırdılar, ama ben derslerden tuvalete diye kaçıp aşağıdaki keman yapım atölyesine giderdim, hayal meyal hatırlıyorum. Baleyi sevmediğimden değil, hatta müziği tüm bedenimle hissedebilmemde, ritim duygumun gelişmesinde, esneklik ve duruşumda balenin katkısı çok büyük. Fakat küçücük haliyle büyük bir kararlılıkla keman isteyen küçük bir kız çocuğu hayal edin: Annem sınıf öğretmeni, babamsa memur; deyişler ve türkülerle büyüsem de ailemizde müzikle profesyonel olarak ilgilenen kimse olmadığı için biraz ne yapacaklarını bilememişler bu konuda. Sabredip, ısrarla diretince sonunda ben yedi yaşındayken keman aldılar ve beni müziğe başlatan dünya tatlısı öğretmenim İZDOB keman sanatçısı İlkin Ünsal ile müzik maceram başlamış oldu. Müzik kulağım çok sağlamdır, duyduğum seslerin notalarını, çok sesli ve kompleks ritimli eserleri dikte edebilirim, bu bana çocukluktan beri eğlenceli bir oyun gibi gelirdi. Çok isteyerek ve severek çaldım kemanı, haliyle çok hızlı ilerlemişim, İlkin öğretmenim konservatuvar sınavlarına girmemi önermiş, özel dersle vakit kaybetmeyelim demiş. Konservatuvar sınavına girdiğimde piyanistlik yolumda dokuz sene boyunca ders alacağım Prof. Seniz Duru ile tanışacağım. Ve çetin bir yolculuk başlayacak… Çetin diyorum, çünkü lise birinci sınıftayken annem, kanserle yıllardır verdiği mücadeleye yenik düşerek vefat etti. Ben henüz on dört yaşındaydım. Bu öyle bir dönüm noktası ki, hem aile içinde, hem dünya görüşümde, hem eğitimimde, hem kişiliğimde baştan sona çok etkileyici bir rol oynuyor. Her zaman çok başarılı bir öğrenci oldum, derslerimde de konserlerimde de, verdiğim performans sınavlarında da örnek gösterilen gözde öğrenciydim. Bunun yükü ve baskısı ben büyüyüp isler ciddiye bindikçe arttı; günlük çalışmalarım hafta sonları ya da tatil demeden her gün ortalama 5-6 saat oldu, iyi gün kötü gün ayırmaksızın maraton atleti gibi çevik bir disiplin geliştiriyorsunuz. Kendinizi ruhen ve bedenen adadığınız bu yolda usta-çırak ilişkisiyle çok şey öğreniyorsunuz size rehber olan hocalarınızdan.
  • Yaşamını Almanya'da sürdürüyorsun. Türkiye'den Almanya'ya olan yolculuğunu ve hayatındaki değişimden söz edebilir misin?
Dokuz Eylül Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda aldığım lise eğitiminin son senesinde, artık dünyaca ünlü piyanistlerin ustalık sınıflarına katılmış, Uluslararası Ahmed Adnan Saygun Piyano Yarışmasında 2. Ödülü kazanmış, çok sayıda solo ve oda müziği konserleri vermiş bir genç sanatçı olarak, klasik bati müziğini, Bach, Beethoven, Mozart gibi dahi bestecilerin geldiği topraklarda, kültürü, dili, tarihi bir bütün olarak Avrupa’da layıkıyla öğrenebileceğimi, pek çok büyük Türk müzisyenden de feyz alıp, lisans eğitimimi Almanya’da yapmaya karar verdim ve yola çıktım. Benim başka bir yolum yoktu aslında buraya gelmek dışında. Deneyimlediğim iyi kötü tüm olayların etkisiyle henüz 18 yaşındayken bir buhrana düştüm. Ağır bir kültür şoku ve adaptasyon süreci yaşayacak olsam da başlangıçta çok az dil bilerek adeta bir deli cesaretiyle, dünyanın her yerinden gelen 200 kişinin girip 3 kişinin alındığı müthiş rekabetli sınavları kazanarak geldiğim Almanya, artık benim kendimi, değerlerimi, sanatımı keşfettiğim, hem köklerimi saldığım, hem de kanatlanıp uçabildiğim yer oldu. Bu konuda benim en büyük rehberlerim çok değerli piyano öğretmenim ve simdi meslektaşım olan Uwe Brandt ve Müzik pedagojisi alanında dünyada öncü olan süpervizörüm Prof. Dr. Michael Dartsch oldu. Veysel’in de dediği, kendi uzun ince yolumuzda, gece gündüz gidiyoruz; ben bu yolda içgüdüsel olarak hayatlarında karşılaştıkları zorlukları aşmaya çalışan, anlamını arayan, mücadele eden, paylaşmayı seven, ilham veren insanlarla tanıştım. Her kültürden, her yaştan ve her alandan.. Ve bir de tanışmasanız bile kelimelerle anlatılamaz bir bağ kurduğunuz dinleyiciler var yüzlerce. Tutkularımı icra etmeyi, özümü oluşturan değerlerden ödün vermeden uyum sağlamak ve değişime açık olmayı, yara almaktan, doyasıya sevmekten korkmamayı ilke edindim.
  • 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününde Bornova Belediyesinin ev sahipliğinde gerçekleşen online açıklama piyano resitalinde başta İzmirliler olmak üzere sanat severlerle buluştun. Hem konserden hem de aldığın tepkilerden söz edebilir misin?
Bu konser pek çok açıdan çok anlamlı, yaşamakta olduğumuz pandemi sürecinde sahnelere ve seyircilere hasret kalmışken bana sanatçı olarak çok güzel bir motivasyon ivmesi oldu. Hele ki 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününde, Türkiye’nin yetiştirdiği genç bir kadın olarak, memleketim İzmir’de, Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nin muazzam sahnesinde çalmaktan büyük onur duydum. Resitalde çaldığım tüm eserler bir `uyanış` üzerineydi. Program, geç romantik dönemden modern ve çağdaş eserleri kapsayan, alışılmışın dışında bir seçkiden oluşuyor. İlkbahar gelmiş ve hem ağaçlar hem umutlar filizlenmişken özellikle açıklamalı bir resital olsun istedim ki, ben de müzikal bir tohum ekmiş olayım. Dinleyicilere bir kapı aralamak, onları hep beraber bir yolculuğa davet etmekti amacım. Öyle de oldu! Aldığım tepkiler ve gösterilen ilgiden çok memnunum. Konseri dinledikten piyano çalmak istediğini paylaşan, çocuklarının ilgisini ve tepkisini anlatıp teşekkür eden ebeveynler oldu, modern eserlere artık daha önyargısız ve ilgiyle yaklaşacağını söyleyenler, sanki evlerine gitmişim gibi yakın ve sıcak hissettiğini yazan sanatseverlerin mesajlarıyla çok mutlu oldum. Bir de Avrupa’dan da izleme oranı oldukça yüksekti, konserde de söylediğim gibi; benim için Türk bestecilerinin eserlerini yorumlamak, dünyaya en iyi şekilde tanıtmak çok önemli bir misyon: Hayatlarında ilk defa Türk eseri dinlediğini, eserlerin hem kültürümüzün folklorik değerleri, hem de dünyaca kabul gören kompozisyon teknikleri ile ustaca yazılmış olduğunu söyleyen, devamının geleceğinden emin olmak isteyen  sempati ve beğeni dolu mesajlar aldım. Ve ülke gündemimizde maalesef kadın cinayetleri, kadına uygulanan fiziksel ve psikolojik şiddet varken, yaptığımız işin ve en nihayetinde olduğum kişinin başlı başına bir başkaldırı olduğuna gün geçtikçe daha da inanıyorum.
  • Sanat yaşamınla ilgili orta ve uzun vadeli planlarından bahseder misin?
Bu soru aklıma Konfüçyüs’ün bir sözünü getirdi: ‘Planınız bir yıllıksa pirinç ekin. Planınız on yıllıksa ağaç dikin. Planınız yüz yıllıksa çocukları eğitin.’ Benim öğrenimimde hem solistik hem de elementer müzik pedagojisi alanlarında çift anadal programıyla devam etme sebebim, çocukların, gelecek nesillerin müziği hissetmeleri, ilgi duymaları, severek ve sorumluluğunu alarak enstrüman çalmak, şarkı söylemek istemelerine bir aracı olmak. Çünkü hissetmek öğretilemez. Fakat algılarımız doğru teknik ve metotlarla, içten gelen merak ve şevki teşvik ederek keskinleştirilebilir. Almanya’da aldığım pedagoji eğitiminde en üst seviyede bizlere verilen derslerin başında ‘öğretmeyi öğrenmek’ gelir. Müziği en rafine haliyle sahne üzerinde piyanist olarak yaptığımda sadece konser salonlarına zaten hali hazırda gelmekte olan kesime ulaşabildiğimi fark ettim. Bu bana yetmedi. Bizim ülkemizde henüz hiç konsere gitmemiş, bir enstrümanla tanışma ya da çalmayı deneme fırsatı bulamamış, ailesi ya da öğretmenleri tarafından yönlendirilememiş her yaştan insan var; özellikle çocuklar erken yaşta şarkı söyleyerek, enstrüman çalarak, dans ve hareketle tanışırlarsa, hem kendi seslerini, bedenlerini keşfedip, hem grup dinamiği içinde müzikal ve ritmik uyumu tanıyabilirler, bu onların sosyal becerilerini geliştirip, özgüvenleri yüksek, kendini iyi ifade edebilen, yeni dillere ve kültürlere açık, algıları gelişmiş, bilinçli bireyler olmalarını sağlar. Türkiye’de Anadolu Orff Derneği aracılığıyla önümüzdeki zamanlarda okul öncesi ve müzik öğretmenlerine yönelik workshoplar, atölyeler düzenlemeyi planlıyorum. Bir başka hayalimse huzurevlerinde yaşayan bireylere yönelik bir müzik konsepti: Almanya’da yaptığım stajlardan biri, huzurevinde müzik dersleri vermekti, bakın konser vermek demiyorum, pek çoğu demans hastası olan yaş aralığı 70-80 olan bireylerle, bildikleri ve bilmedikleri şarkılardan repertuvarlar, dans ve hareket sekansları ve enstrüman çalımını her ders saati içine alan konseptler ürettik. Ben bu konsepti Türkiye’deki müzik eğitimcileri ile de yapmayı çok isterim.
  • Sanata, müziğe, enstrümanlara ilgisi olanlara kendilerini bu alanda geliştirmeleri için neler önerirsin?
‘Hemen şimdi başlayın!’ diyerek başlayabilirim bu soruya. İnsanoğlu var olduğundan bu yana anlam arar, kendini gerçekleştirmenin yollarını arar. Sanatların doğuşu da bunu dışa vurma ihtiyacına dayanır ve temelini doğadan alır. Ben, Alman sanatçı ve aktivist Joseph Beuys'un meşhur şiiri gibi, her insanın bir sanatçı olduğuna inanıyorum. Sanat, sanatçılar tarafından, büyük bir adanmışlık, disiplin ile hep daha iyisini, ‘kusursuzu’ arayarak da yapılabilir ve yapılmalıdır; fakat sadece müzeye, konsere, sanat galerisine gitmek de şart değil sanata tanık olmak için, ve özellikle de sanatın bir parçası olmak için. Sanat bir olma haliyse, bir çiçeğin muazzam deseni de, dalgaların sesi, formu, kokusu da, bir annenin ninnisi de sanattır. Varmak istediğim nokta, sanatın yalnızca bir kesime ait, ulaşılamaz, steril bir kavram olmadığı. Eğer içinizde öğrenme motivasyonu ve şevki varsa en basitinden, ailecek evinizde müziği bir gündelik hale getirerek başlayın. Korolara kaydolabilirsiniz, interaktif olarak katılabileceğiniz online kurslar da araştırabilirsiniz güvenilir enstitü ve kurumlar aracılığıyla, müzikalleri, tiyatroları, opera ve senfoni konserlerini takip edin, bu işle ilgilenen insanların sosyal medya hesaplarını takip edin. Bir enstrüman mı öğrenmek istiyorsunuz, heves yetenek ve motivasyon çok önemli, fakat her güzel şeyin emek istediğini unutmayın.  İzmir özelinde farklı projelerin olacak mı? İzmir benim ilk aşkım, ben nerede olursam olayım öyle de kalacak. Son 5 yılda Avrupa’nın farklı ülkelerinde katıldığım kurslar, akademiler, sempozyumlar, projelerden öğrendiğim, ilham aldığım tüm bu birikimleri memleketimde de paylaşmak, gerçekleştirmek istiyorum hem piyanist hem de interdisipliner müzik pedagogu olarak. Bir yandan alışılmışın dışında repertuarlar hazırlamaya, açıklamalı resitaller yapmaya, hem solo hem de oda müziği konseptleriyle Avrupa’nın yanı sıra İzmir’de ve Türkiye’de de devam etmek isterim. Diğer yandan şu anda tüm kurgu, aranjman ve besteleri bana ait olan ilk interaktif müzikal projesi üzerinde çalışıyorum, katılımcıların da oyunu aktif olarak şekillendirdiği, cinsiyet kimlikleri ‘androginos’ temasını ve kişinin kendini arayışını konu alan bir oyun olacak. Prömiyeri Almanya’da yapılacak olsa da, yazarken aklımda hep Türkiye’de bir Gençlik Tiyatrosu’yla bunu yeniden sahnelemek arzusu yatıyor. A. BUĞRA TOKMAKOĞLU / ÖZEL HABER Fotoğraf: Michael Dörr