“Altılı Masa’ya” dair bir çift kelam

Herhangi bir siyasi partiye “artık üyeliğim de bulunmadığı için çok rahat kaleme alabilirim şu “6’lı Masa” tabir edil...

Abone Ol
Herhangi bir siyasi partiye “artık üyeliğim de bulunmadığı için çok rahat kaleme alabilirim şu “6’lı Masa” tabir edilen “muhalefet grubunu.” Baştan söyleyim ki, keşke bir yolunu bulsam şu altı parti lideriyle ikişer dakika telefonla konuşsam. Tek soru soracağım, bu yazının ana konusunu soracağım. Nedir sorum? “Sayın Genel Başkan, siz altı lider belirli sürelerde toplanıp, konuşup dağılıyorsunuz. Ne konuştuğunuzu sadece sosyal medya ve basından, o da ucundan öğreniyoruz. Peki sizin il ve ilçelerdeki örgütleriniz ne iş yapıyor? Milletvekilleriniz sizi neden sahalarda anlatmıyor?” Tabii ki ben İzmir’i diyorum ama başka kentlerde de durum aynı mı bilmiyorum. Muhalefet bu “bana neci” ve “kibir dolu” iktidara karşı bir araya gelmiş. Tabii ki takdir edilecek bir mücadele. Her toplantı sonrası tüm liderler ayrı ayrı demeç de veriyor. Peki ulusal alanda 6 liderin yaptığını illerde il başkanları, ilçelerde ilçe başkanları neden yapmıyor? İzmir’de duydunuz mu hiç CHP’de ya da İYİ Parti’de “buluştuklarını?” Oysa genel başkanların yapmaya çalıştıkları, il ve ilçelerde de mikro düzeyde yapılıp, partiler sokak, cadde, çarşı, pazar ve hatta ev ev dolaşıp anlatsa daha anlamlı ve tutarlı olmaz mı? Sahi İzmir’de siyasi partilerin tümü çalışmalarını neden kendi içlerinde yapıyor? Özellikle CHP ve İYİ Partili vekillerle diğer partilerin “başkan” düzeyindeki şahsiyetleri sokakta daha fazla olsalar, vatandaşı dinleseler kendilerine de “bilmedikleri” farklı gündemler çıkmaz mı? Muhalefet vekilleri neden sosyal medya üzerinden “iş yapıyorlar?” Onu da kendileri değil “danışmanları” yapıyor. Kendileri de bakmadığı için, takipçilerinin düşüncelerini beğenme lütfu göstermiyorlar. Objektif olmam gerekirse, AKP bu işi daha sıkı yapıyor. İzmir’de inanın bana milletvekillerinin zerre bilmedikleri çuval dolusu dert var. Kamu hastanelerinde olanları duysalar yeter tek başına. Genel başkanların bir araya gelmeleri belki bazı kendilerine “ulusal” diyen İstanbul medyasını memnun ediyor ama inanın bana halk kendi sorunlarında savrulurken, pek de “6’lı masadan” umutlanmıyor. Çünkü kendilerine yansıması yok! Açık söyleyeyim ki şu an İzmir’de kimse kendini “rahat” hissetmesin. Umarım küçük taktik hatalar, büyük facialara dönmez ülkemiz için! Size bir soru. Ben Deniz Yücel, Hüsmen Kırkpınar ve Onur Sivaslı dışında “altılı ittifaktan” bir il başkanı tanımıyorum. Siz tanıyor musunuz? İlçe başkanlarını hele, hiç tanımıyorum! İZMİR SERMAYESİNİN KÜLTÜR VEFASIZLIĞI! Şimdi oda seçimleri falan hepsinin işi yoğun. Lakin ben de yazmadan geçmeyeceğim. İzmir iş dünyası gerçekten “büyük sorun.” İzmir’e aidiyet sorunları var, kimlik sorunları var, kibir sorunları var, İstanbul’u İzmir’den fazla ciddiye alma sorunları var. Tarihsel bilgi zaafları var, kültür ile turizm arasındaki farkı bilmeme sorunları var, her işi ve konuyu “tüccar ruhlu” riyakâr ve muhterislerle çözme sorunları var. Açık bilgi vermeyeceğim. Size olayı anlatayım. İzmirli bir gencimiz var. Pırıl pırıl, akıllı bir genç. Hem de müteşebbis. Haydi sadece adını yazayım. Adı Kerem. Bu gencimiz sinema, film işiyle uğraşıyor İstanbul’da. Gencecik yaşında şirketi de var. İstanbul sermayesi de tanıyor üstelik. Öyle siyasi at gözlüğü de takmış değil. Bayrağına, toprağına bağlı bir gencimiz. Kerem kardeşimiz “tarihi eser kaçakçılığına” takıyor kafasını. Oturuyor bir sinema filmi projesi hazırlıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı çok beğeniyor ve para teşviği çıkarıyor. Filmin çekileceği yer İzmir. Kerem kardeşim İzmir’i de İstanbul sanıyor. “Nasılsa destek bulurum.” diyor. Ne bilsin İzmir’de tarihten sinemaya, kültürden basına her yerin “kerameti kendinden menkul” birkaç muhteris tarafından işgal edildiğini? Öyle ya, İzmir’de sinema dendi mi sadece bir iki kişi, tarih dendi mi bir iki kişi var değil mi? Ama Kerem yılmıyor. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer ve Sıtkı Şükürer dışında kimse ilgilenmiyor. Hatta “birileri” öyle mesnetsiz ukalalıklar yapıyor ki, hepsi notlarımda. İzmir’de bu çekememezlik yazık ki tavan yapmış durumda. Bu arada film çekilmeden bazı büyük film platformları da görüşmek istiyor Kerem’le, İzmir’deki bazı küstah ukalalara bu bilgi de şamar olsun. Öyle ya da böyle 35 kişilik ekiple Kerem, İzmir’de çekimlere başladı. Ve İzmirce bir sorun patlıyor. Her sorunu aşan kardeşimiz, bu sorunda duruyor. Bir ay boyunca öğle ve akşam yemek desteği arıyor. Maliyeti de sadece 150 bin lira kadar. Ama yok! İzmir bir tas çorbayı esirgiyor, İzmir için çırpınan kardeşimizden! Film İzmir’de çekilecek, dünya izleyecek, tarihi eser kaçakçılığına vurgu var, Kültür Bakanlığı destek oluyor, İzmir Büyükşehir Belediyesi Kerem’in yanında… Ama cebinde akreple dolaşan İzmir sermayesi yine yok! İki önemli kişiyle ben görüştüm, ikisi de “yarın ilgileneceğine” söz verdi fakat üç kez o “yarın” gelmedi. Nerelere ne kadar paranın haybeden ödendiğini duyuyorum. Bu işe destek bedeli vergiden de düşüyor ama benim tespitim doğru: Sevgili Mahmut Özgener, sevgili Ender Yorgancılar, sevgili Işınsu Kestelli ve üyelerine ciddi ciddi “İzmir sermayesinin İzmir aidiyeti” dersleri verilmesi şart. Eğer İzmir iş derneklerinden ya da odalarından bir gün biri çıkar da “İzmir’in tanıtımı yapılmıyor” derse, çok fena kızarım ve ağzıma geleni de yazarım peşin olarak belirteyim. PAZARTESİYE…
  • İzmir Şehir Tiyatrosu’nu yazacağım size. Müthiş bir akşam yaşadım ve müthiş gençlerle tanıştım.
  • Kulağıma İzmir’in asırlık Milli Kütüphanesi’yle ilgili “garip” bilgiler geliyor. Ulvi Puğ’la görüşüp yazmalıyım. Orası İzmir’in en ciddi sembolü zira.
  • Tepecik hastaneleriyle ilgili yazıma destek de çok Necip Nasır sevenlerinden tepki de… Ama size pazartesi Eşrefpaşa Hastanesi’ni yazacağım. O hastaneye hepimiz ayrımsız sahip çıkmalıyız. İktidarın “müşteri” gördüğü “hastaları” İzmir’de “hasta insan” gören tek şifa yurdu. Çok da kutsal bir çalışma başlattılar şimdi.