İzmir’in yüzölçümü olarak en büyük ilçelerinden biri olan ve Bakırçay Havzası’nın merkezi konumundaki Bergama’da tarih meraklılarının ilgi göstereceği çok sayıda eser yer alıyor. Tarih boyunca sayısız medeniyete ev sahipliği yapan kent, günümüzde tam anlamıyla bir açık hava müzesi görünümünde. Bergama Kızılavlu (Bazilika): Yerlilerin kırmızı tuğladan yapıldığı ve önünde geniş bir avlusu olduğu için Kızılavlu olarak adlandırdığı Bergama Bazilikası, Mısır Tanrıları Tapınağı olarak da anılıyor. Milattan sonra 2. yüzyılda Roma İmparatoru Hadrianus tarafından yaptırılan bazilika Mısır tanrısı Serapis’e adanmış. Yapıldığı dönemde Serapis Tapınağı olarak da isimlendirilen yapı gelecekten haber almak isteyen Romalılara hizmet veriyormuş. Bazilika ağırlıklı olarak yabancı turistler tarafından ziyaret ediliyor Restorasyon çalışmaları halen devam eden Kızılavlu Bergama ilçe merkezinde bulunuyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı denetimindeki örenyerinde Müze Kart geçerli. Akropol: M.Ö. 334’te Büyük İskender’in Persleri bölgede yapılan bir savaşta yenilgiye uğratmasıyla beraber Bergama ve yakın çevresi Büyük İskender egemenliğinde yeni bir kültür çağının etkisi altına girmiş. M.Ö. 300 ile M.Ö. 30 yılları arasında yaşanan bu üstün kültür çağı yakınlarda verilen onca harika eserle birlikte “Helenistik Medeniyet” olarak anılmış. Büyük İskender’in ölümünden sonra M.Ö. 301 yılından itibaren eski bir Makedonyalı general olan Lysimakhos, Bergama’nın da içinde bulunduğu Mysia Bölgesi’nde hükümdarlığını ilan etmiş. Büyük Bergama Krallığı adı verilen bu medeniyetin başkenti Bergama kenti, kentin de merkezi Akropol Tepesi olmuş. Bergama Krallığı Dönemi’nde Bergama kralları, savaştıkları düşmanlarına karşı, güçlü bir askeri güce sahip olan Romalılarla müttefiklik yolunu seçmişler ve askeri alanda büyük başarılara imza atmışlar. Krallık Dönemi’nde Bergama’da ve özellikle Akropol’de birçok yapı inşa edilmiş, Bergama; mimarlık, heykeltıraşlık, resim sanatları ve tıp alanlarında Asya’nın en ünlü kenti olmuş. Parşömen: M.Ö. II. yüzyıldan itibaren Antik dünyadaki en büyük iki kütüphane olan İskenderiye ve Bergama Akropol kütüphaneleri arasında bir tür zenginlik savaşı ile rekabet başladı. Bergama Akropol Kütüphanesi kitap sayısını iki yüz bine çıkarıp İskenderiye Kütüphanesi’ni geride bıraktı. Yine o dönemlerde Atina’da yaşayan ünlü koleksiyoner Neleus kendi arşivindeki ünlü kitaplarını açık arttırma ile satışa çıkardı. Bu açık arttırmaya İskenderiye ve Bergama Kütüphanelerinin yetkilileri de katıldı. Bergama Kütüphane Yetkilisi kitapların ağırlığı kadar altın ödeyerek kitapları satın aldı. Bu yüklü satış Mısır ve Anadolu’da büyük ses getirdi. Mısır Krallığı bu rekabetten aldığı ağır yara sonucunda kendileri için büyük gelir kaynağı olan Papirüs ihracatını yasaklayarak İskenderiye Kütüphane yetkilisini görevden aldı. Bergama Krallığı ise yeni kitapların yazımı için en önemli madde olan Papirüs’ün yokluğunda zor duruma düştü çaresizce. Yaşanan bu krizle beraber Bergama Kralı II. Eumenes Papirüs’e alternatif bir yazı maddesi bulanı ödüllendireceğini açıkladı. Çok geçmeden Sardesli sanatçı Krates, krala dişi buzağı derisinden özel biçimde hazırlanmış, üzerine yazılabilir bir örnek getirdi. İstenilen kullanışa elverişli görülen bu kağıtlar daha sonraları bilim dünyasının yolunu ışıtacak olan Parşömen adını aldı. Krates’in yardımcısı olan İrodikos ise derileri ince bölümlere ayırarak daha kullanışlı bir hale getirdi. Bu kağıda da Charta Pergamena yani Bergama Kağıdı adı verildi. Asklepion: M.Ö. 4.yüzyılda yapılan Asklepion Sağlık Merkezi tam dokuz yüzyıl boyunca kullanılmış. Romalılar döneminde yaptırılan ve Asklepion ile kent merkezi arasındaki geçişi sağlayan yolun girişinde “Ölüler Giremez” yazısı asılıymış. Hamileler ve ölüme yakın olan hastaların girmesinin yasak olduğu kente şifa bulmak için hastalar gelirlermiş. Dünyada sus sesiyle psikolojik ve telkin yoluyla psikoterapiye ilişkin tedavi yöntemlerinin denendiği ilk merkez olan Asklepion Hellenistik Dönem’den kalma üç küçük tapınak ile uyku odaları, Kutsal Kuyu ve havuzlar bulunuyor. Bu yapılardan tiyatro ve kuyu dışındakileri birebir görebilmek mümkün değil. Kutsal kuyudan çıkarılan su ile göz, göğüs, astım ve ayak hastalıkları ile suyu içenlerin bin bir derdine şifa bulduğu dilden dile söylenerek günümüze dek ulaşmış. A. BUĞRA TOKMAKOĞLU / ÖZEL HABER/KEŞFETSEK