İnsanlık tarihi boyunca uzun yıllar dünyadaki besin ve gıda kıtlığının sebebi doğa kaynaklıydı. Ancak özellikle 1940’larla başlayan ve yeşil devrim olarak adlandırılan süreç tarımsal üretimdeki verimliliği artırarak doğaya bağlı kıtlıkları önemli ölçüde ortadan kaldırdı. Bu süreçten sonra yaşanan kıtlıkların veya gıdaya ve besin kaynaklarına ulaşımda karşılaşılan sorunların müsebbibi insanın kendisi. Güncel rakamlar paylaşacak olursak; Birleşmiş Milletler raporlarına göre 2019 itibari ile 820 milyondan fazla insan yetersiz beslenmekte. 690 milyon insan ise kronik açlık çekmekte. Bu sayının korona virüs salgını ile 130 milyon kişi daha artmasının mümkün olduğu söyleniyor. Tarımsal üretimde verimlilikte sağlanan artışların bir bedeli daha olduğuna değinen İzmir Ziraat Odası Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Fatih Özden, “Zira endüstriyel tarım sistemi olarak da adlandırabileceğimiz bu üretim biçimi yoğun olarak kimyasal girdi, fosil yakıt ve doğal kaynak kullanımına bağlıdır. Dolayısıyla bu kadar yoğun kimyasal girdi kullanımı hem insan sağlığını olumsuz etkilemekte hem de doğa üzerinde ciddi tahribatlar yaratmaktadır” dedi. fatih-ozden ‘GIDA KITLIĞI UZAK DEĞİL’ Toprak ve su gibi aynı zamanda yaşamın kaynağı olan doğal varlıkların tüketilmesinin ve kirlenmesinin üzerine kurulu bir tarım sistemine sahip olduğumuzu belirten Özden, “Sadece tarım değil tarım dışı yoğun endüstriyel faaliyetlerin sonucu olarak ortaya çıkan iklim kriziyle birlikte gelecek günlerde doğanın yine besin ve gıdaya erişimde temel belirleyici faktörlerden birisi olacağını söyleyebiliriz. Önümüzdeki süreçte hem doğa kaynaklı hem de ekonomik sistem kaynaklı bir risk var aslında insanlığın önünde. Evet doğa üzerinde bu kadar baskı üreten bir tarımsal üretimle ve ihtiyaçlardan çok arzuları besleyen ve büyük eşitsizlikler yaratan bir ekonomik sistemle devam etmemiz durumunda besin ve gıda kıtlığı çok da uzak değil” diye konuştu. ‘ENFLASYON YARATTI’ Kıtlık riski ve uygulanan tarım politikaları nedeniyle gıda fiyatlarının büyük oranda etkileniyor olabileceğine yönelik soruları yanıtlayan Özden, “Belki de temel belirleyici tarım politikaları. Ancak gıda fiyatları denildiğinde meselenin bir arz bir de talep tarafı olduğunu göz önünde bulundurmamız gerekir. Arz tarafında ilk akla gelenler çiftçilerin başta girdilere yaptıkları harcamalar olmak üzere üretim maliyetleri, girdi fiyatlarını doğrudan etkileyen döviz kurları, tarım işletmelerinin ölçeği, iklim krizi kaynaklı üretimin azalması, hasat sonrası yaşanan kayıplar, gıdanın spekülasyona konu olacak bir meta haline gelmesi gibi sorunlar. Talep tarafında ise pazarlama kanalındaki aracıların sayısı, perakende sektöründe belirli sayıda zincir marketin hâkimiyeti gibi problemler öne çıkıyor.  Tabi bunların yanına 1980 sonrası ithal ikameci politikalardan ihracat odaklı genel ekonomik politikaların 2000’li yılların başından itibaren tarıma yansıması sonucu tarım ürünleri dış talebinin de yurtiçi fiyatlar üzerinde belirleyici olduğunu vurgulamak gerekir. Yani yurtdışına döviz vererek aldığımız girdilere bağımlı yükselen maliyetlerle yapılan bir tarımsal üretim, çok sayıda aracının bulunduğu pazarlama kanalı, az sayıda süpermarketin hâkimiyetindeki bir perakende sektöründen oluşan yapının doğal bir sonucu olarak üretici eline geçen düşük fiyatlar ve yüksek perakende fiyatları” açıklamalarında bulundu. ‘NEOLİBERAL POLİTİKALAR’ Bu problemlerin üstesinden tarım gıda rejimi değiştirerek gelinebileceğini aktaran Özden, “Yurtiçinde tarım-gıda rejiminizi değiştirmekten geçiyor. 1980 sonrası tüm dünyayla birlikte Türkiye’de de neoliberal politikalar hakim olmaya başladı. Bu politikaların birçok boyutu var ancak sorunuzla doğrudan ilgili boyutu biraz önce de ifade ettiğim gibi ithal ikamecilikten ihracat odaklı politikalara geçiş. Bu sadece Türkiye’ye özgü bir değişim de değildi, dünyanın geneline yayılan bir dönüşümdü. Yani biz ve bizim gibi ülkeler tarım politikalarının merkezine yurtiçi ihtiyaçlardan çok dünya pazarlarını koydular" dedi. Yaşanan süreçten Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin ise 'egzotik üreticiler' olduğunu aktaran Özden, sözlerine şöyle devam etti: "Ancak bu süreçten Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerle, gelişmiş ülkeler farklı biçimlerde etkilendi. Tarımda uluslararası işbölümü deniyor buna. Bizim gibi ülkeler belki de temel ihtiyaç diyebileceğimiz ürünler yerine yüksek gelirli gelişmiş ülkelerin özel, egzotik ürünlerinin üreticisi oldular. Dolayısıyla asıl ihtiyacımız olan tahılları, yağlı tohumları ve daha birçok ürünü ithalatla karşılamak zorunda kalıyoruz. Bu tarım-gıda rejimi değişmediği sürece de bunun önüne geçmek kolay değil. Ancak yaşanan pandemi süreci bu anlamda ülkelerin gıda güvencesinin mevcut neoliberal politikalarla gerçekten risk altında olduğunu çok etkili bir biçimde hatırlattı. Ülkemizde tarım politikaları konusunda karar vericilerde bu anlamda bir farkındalık oluştuğuna dair güçlü emareler olmasa da önümüzdeki dönem bunu bir tercih olmaktan çıkararak bir zorunluluk olarak dayatabilir.” Rana Beyza Öztürk / Özel Haber