Yazı dizimizde bahsi geçen bireyin, toplum düzenindeki yeri ve önemi, yerelin, yani en küçük yerleşim biriminin düzenini sağlama bilincidir. Herkes hakları konusunda bilinçli olmak zorunda olduğu gibi ödevleri konusunda da duyarlı olmak mecburiyetindedir. Örneğin bir çalışan, ay sonunda maaşını alacağını bildiği gibi, o ay boyunca üzerine düşen vazifeleri yerine getirmek zorunda olduğunu da bilir. Ayrıca, sosyal sigortalara priminin yatıp yatmadığını da kontrol etmek mecburiyetindedir. 

Yani hak, kazanılan gelir ise, o kazanımın mesuliyeti de yapılan iştir. Ancak hakkın kazanımı yalnızca ay sonundaki maaş değildir. Sigorta priminin de yatıp yatmadığına bakmak gerekir. Oysa pek çoğu yalnızca eline aldığı maaşını umursar, gerisini takip etmez. Kazanımın tamamına vakıf olmayan azımsanmayacak derecede kişi vardır. Toplum olarak haklarımızı bilmek, hakkımızı aramak konularında çok fazla bilinçli olduğumuz söylenemez. 

Konu çevreyi korumaya geldiğinde de hakkımız ve sorumlu olduklarımız konularında yine pek çoğumuz bilinçsizdir. Hatta pek çok derneğin dahi, hangi bilincin göreceli bakış açısına hizmet ettiği sorgulanmaya muhtaçtır. Yine de dünyanın daha sağlıklı ve dengeli yaşam alanlarına sahip olması için, insana olduğu kadar tabi ortama, ekolojiye, endemik türlere, yaban hayvanlarına da saygıyı telkin eden çevre dernekleri oluşturulmuştur. 

Daha önce bahsettiğimiz gibi, birçok kimse, çevreyi korumak, yaşam alanlarımızı düzenlemek, sürdürülebilir ortamlarda sağlıklı ve nitelikli yerleşimler kurmak, bunları yaparken doğaya veya iklim dengelerine en az zararı hedeflemek gibi çok çeşitli kanun ve mevzuat düzenlemeleri hakkında bilgi sahibi değildir. Daha fazla bilgi sahibi olanların, ilgi duyan duyarlı bireyleri bu amaç uğruna bir çatı altında toplama çalışmasına dernekleşme, sivil toplum hareketi denir.  
Çevre kaygısı ile kurulan sivil toplum kuruluşlarının yerel yönetimlerin faaliyetlerinde katkısı çok büyüktür. Yerel yönetim, yaşam alanlarımızı oluşturan en küçük iradi birimdir. Ancak tüm yetki ve sorumluluklarına, kullanabileceği kadrolara rağmen, her işi doğru yaptığı veya her olan bitene vakıf olduğu düşünülemez. Yerel yönetimler hakkında bilgi edinmek için, yürürlükte bulunan tüm yasal düzenlemeleri okumak, değişen düzenlemeleri takip etmek gerekir. 

Örneğin, imar kanunu, neredeyse dipsiz bir kuyu kadar geniş hükümler içerir. Şehir planları için her ölçekteki imar planlarını bilmek, bunları hangi makamların hangi kriterlere göre belirlediğini, uygulamada karşımıza nelerin çıktığı, nelerin olamayacağını anlamayı gerektirir ki, imar ile uğraşan pek çok uzmanın dahi yeri geldiğinde güncellenmiş birtakım unsurlardan habersiz olduğu görülebilir. Bu nedenle bilgi sahibi olmak, sürekliliği gerektiren bir çalışmanın ürünüdür. 
Ne yazık ki, yeri gelir o sürekliliğe her birimizin muhtaç olduğumuzu anladığımız durumlar kaçınılmaz olur. Bir tarla sahibi, gün gelir, tarlasından yol geçtiğini öğrenebilir. Kırsal bir yerde zeytinlik sahibi olan biri, onlarca yılın emeği ve özverisine rağmen, zeytinliğinin yasal zemine uymayan bir şekilde acele kamulaştığını öğrenebilir. Yıllardır oturduğu evin kentsel dönüşüm bölgesi kapsamında yıkılacağını öğrenebilir, bir emekli maaşım bir de başımı sokacak bir evim var diyen bu kişi birdenbire yeni bir mülk alıyormuş gibi mali yükün altında bulabilir kendini.  

Bu gibi pek çok örnekle karşılaşabileceğimiz, kişisel haklarımız ve ödevlerimizi ve çevremize olan sorumluluklarımızı bilmek, yaşadığımız toplum içinde, insan nüfusu arttıkça şekillenmeye devam eden yaşadığımız bölge hakkında ilgili olmak, hobi değil, mecburiyettir.