Yazı dizimizde, karmaşık pek çok yasal düzenlemeden, bakanlıkların, hükümetlerin, devletlerin, anayasamızın düzen kurucu iradeleri ile uluslararası anlaşmalar kapsamındaki güncellenen düzenlemelerden bahsettik. Hiçbir yasa, dünya düzeninde, kurucu yasal düzenlemelerin ve anayasaların üzerinde değildir. 

Örneğin Türkiye Cumhuriyeti anayasası 56. maddesi ile çevre hakkında şu kurucu hükmü tesis eder; Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir. Yani ülkemiz yönetimi dahilinde yapılacak her türlü yasal düzenleme veya uluslararası mecrada yapılacak her çevre antlaşması hükümleri bu kurucu hükme tabi olmak zorundadır. 

Anayasamız her bir Türk vatandaşına, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı tanımıştır. Bununla beraber, çevreyi korumak, güzelleştirmek, kötü olan bozuk olanları değiştirmek, kirlenmesini, bozulmasını önlemek Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yasal görevi olmakla beraber her bir vatandaşın da ödevi ve sorumluluğudur. Sıradan bir vatandaş için, çevresinde olup biten yanlışı bu konuda ne yapılması gerektiğini soracağı, yasayı danışacağı ilk kişi, mahalle muhtarı ve azalarıdır. 

Muhtarların o bölgedeki izinsiz uygulamalara yasal tepkileri vermesi, üst makamlara bildirim yapması zorunludur. Muhtarın bilmediği veya açıklayamadığı konuyu o ilçenin kaymakamına danışmak gerekir. Kaymakam, bir ilçenin devlet tarafından gönderilmiş en yetkili kişisi, mülki idari amiridir. Sorun her ne ise danışmak, yardım aramak, dilekçe verip sorunun çözümünü sağlamak için, çoğunlukla doğru adres, kaymakamlık makamıdır. 

Muhtarlık ve kaymakamlık dışında, Büyükşehir, şehir, ilçe ve beldelerde, mahallelerde yerel yönetimlerin ilgili birimleri görev alır. Mahalli seçimlerle seçilmiş kadroları oluştururlar. Yereldeki yönetimin temeli mahalli idarelerdir. Bu nedenle çevre ile alakalı pek çok konu çekirdek ünite olarak değerlendireceğimiz yerinde, mahallinde, yerel yönetimi ile korunmalıdır. 

Yerel yönetimler, topluma seçimden seçime yaklaşan, sonraki tüm yönetim dönemi boyu, toplumla arasına mesafe koyan birimler olmamalı, halkın çevre bilincinin tesis edilmesinde öncelikli görev almalıdırlar. Kaldı ki, nihai tüm çevre yasaları da bu gerçekliği ön görerek, en büyük yetkileri yerel yönetimler bünyesinde konumlanacak, tüm sivil toplum kuruluşları ile kamu kurum ve kuruluşları, kaymakamlık ve dahi muhtarlıkları halk ile bir araya getirecek Kent Konseylerinin örgütlenmesini hedeflemişlerdir. 

Her ne kadar bu teşebbüs ekseriyetle amacına ulaşamamış olsa da temelinde yatan prensip bakımından önemliydi. Halkın, bireyin çevresiyle ilgili olup bitenler hakkında farkında olması, sivil iradenin yönetimin içine çekilmesi, haklarının ve ödevlerinin bilincinde olması, söz sahibi olabilmesi gerekiyordu. Tek başına bireysel olarak çaba sarf etmenin de önemi vurgulanmıştı. 

Bunun yanında sivil toplum kuruluşlarının toplum içinde, bireyi örgütlemesi, insanların tek tek, bireysel çabalardan çok daha faydalı şekilde ekipler halinde mücadele edebilme kabiliyetine kavuşmalarının desteklenmesi anlamı taşıyordu. Yazı dizimizin en başından bu yana açıklamaya çabaladığımız gibi, çevremizi korumak, sağlıklı ve dengeli ortamlarda yaşamı sürdürülebilir kılmak hususunda, ülkemiz, diğer dünya devletlerinin sahip olduğu tüm çevre yasalarına ve hukuki düzleme sahiptir. 

Avrupa’nın herhangi bir kasabasının düzenini, temizliğini, sağlıklı ve dengeli yaşam şartlarını kurgulayan hukuki düzlem ile ülkemizin sahip olduğu yasal mekanizma aynıdır.