İzmir’in kuzey yıldızı Menemen, üretim dinamikleriyle kentimizin önemli merkezlerinden biri konumunda... Mart ayından bu yana süren pademi sürecinde ilçenin ne gibi süreçlerden geçtiğini, Menemen Ticaret Odası Başkanı İzzet Süsoy ile konuştuk. Mart ve mayıs ayında kentteki üretim hacminin yüzde 50’ye yakın bir düşüş gösterdiğini belirten Başkan Süsoy, güncel konulara da değinerek tarımın önemine vurgu yaptı, Gediz Nehri’nin ivedilikle temizlenmesi çağrısında bulundu.

YÜZDE 50 DÜŞÜŞ!

Menemen tarım ve ticaret başta olmak üzere pek çok açıdan İzmir’in önemli bir ilçesi. 3 aylık pandemi sürecini ilçenin ekonomik dinamikleri nasıl geçirdi? Menemen 200 bin nüfusuyla birçok metropol ilçeden daha kalabalık. Bir serbest bölgeye, bir ihtisas organize sanayi bölgesine ve önemli bir tarım ovasına sahibiz. Salgın sürecinde, tüm Türkiye’de olduğu gibi Menemen’deki iş hacmi de düştü. Mayıs ayında pek çok firma hemen hemen sadece 15 gün çalışmayı sürdürebildi ancak giderler ise durmadı. İzmir Valiliği bu süreçte üretmeye çalışan firmalara büyük kolaylık sağlayarak, çalışmasını gerektiren koşullarda özel izinler çıkardı. Ama düşünün, ihracat yapıyorsunuz ama üretseniz dahi mal gönderemiyorsunuz. İç tüketim de bu süreçte ortadaydı. Dolayısıyla ilçemizdeki firmaların yaklaşık yüzde 80’inin nisan, mart ve mayısta iş hacimlerinde yüzde 50’ye yakın bir düşüş yaşadığını söyleyebiliriz. Sektörlerdeki para akışı da yine benzer şekilde daraldı. Haziran ayında da kendimizi biraz olsun toplamaya başladığımızı söyleyebilirim. İleriki süreci de hep birlikte göreceğiz.

‘TURİZM BİR SÜRE…’

Aynı zamanda Foça Ticaret Odası Başkanı titrini de taşıyorsunuz, orada neler yaşandı? Tamamen turizmle beslenen bir ilçe Foça… Dolayısıyla pandemi sürecinden ciddi etkilenen yerlerin başında geliyor. Tamamen kapattı ilçe kendini biliyorsunuz. Burası da yeni yeni kendini toparlamaya başladı. Ben tahmin ediyorum tüm Türkiye’de bu sürecin sıkıntılarını altı aylık periyod içinde daha net göreceğiz. Biraz daha sıkı ve disiplinli işletme mantığına herkes geçmek zorunda. İşverenler, karar verenler ve çalışanlarda da dahil olmak üzere herkesin fedakarlık yapması gereken bir dönemden geçiyoruz. Çok elzem olmayan yatırımları, yerel ya da genel yönetimler de, özel sektör de, vatandaşlar da bir süre askıya almalı diye düşünüyorum. Biraz kemer sıkmakta fayda var. Çünkü Avrupa ekonomisine sıkı sıkıya bağlı bir ekonomiyiz. Dolayısıyla bu kıtada işler yoluna girmeden Türkiye’de, bizde işler yoluna girmeden Avrupa’da bir şeylerin kısa sürede düzelmesi pek mümkün gözükmüyor. Foça’yı konuşuyorduk, özellikle turizmin uzun süre daha toparlanması zor denebilir. Çünkü ağırladığımız turist popülasyonunun büyük kısmı Avrupa ve Rusya’dan geliyor. Buraların da hali ortada.

‘KREDİ BORÇLARI ARTTI’

Bu süreçte pek çok destek paketi açıklandı. Kimileri bu desteklerden memnun olurken, kimi işveren de eksik yönleri olduğunu söyledi. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Kredi desteklerinin yanında özellikle çalışma hayatıyla ilgili Kısa Çalışma Ödeneği ve İşsizlik Sigortası’nın devreye alınması gibi birçok paket devreye sokuldu. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB)’nde de başkanımız Rifat Hisarcıklıoğlu’nun girişimleriyle bir nefes kredisi çıkarıldı. Bu destekler kesinlikle sektörlere can suyu oldu diyebiliriz. Bunlar olmasa bugüne gelmemiz bile çok daha zor olurdu. Bu destekler günü kurtarmak, işçi maaşlarını, kiraları, bir takım ödemeleri yapmak anlamında rahatlama sağladı. Ama hepimizin bilançolarındaki kredi borçlarının oranı arttı. Çünkü üretmeden tüketme noktasına gitmek zorunda kaldık. Bu alınan desteklerin bir de geri ödemesi var ve birçok işletme bu ödemeler sırasında geçen sürecin yükünü hissedecektir. Hissedilmemesi için büyük bir talep patlaması gerekiyor. Havayı kokluyoruz, insanlar geçim derdinden, harcamalar düşsün düşüncesiyle eski tip kalabalık aile yapısına geri dönmeye başlıyor. Yine konut kredilerini düşürerek inşaat sektörü canlandırılmaya çalışıyor. Baktığımızda, bir ailenin böyle bir krediye para bağlaması demek yine en az beş yıl belli harcamalarını kısması demek. Bunun gibi pek çok denge var ve bu durumda talep de ne kadar patlar, bilinmez.

‘3 BÜYÜK KENTİ BESLİYORUZ’

Gıdanın öneminin anlaşıldığı bir dönem oldu salgın süreci. Menemen tarım anlamında da İzmir’in göz bebeklerinden. Buradaki üretim nasıl arttırılabilir? Büyük bir tarım ovasına, kaliteli güneşe ve toprağa sahibiz ve çok daha önemlisi bilinçli bir çiftçi nüfusumuz var. Menemen’de önemli bir hayvancılık potansiyeli bulunutor. İzmir, İstanbul ve Ankara’yı besliyoruz. Ama öncelikli ürünümüz pamuk. Bunun dışında ilçemizde alternatif ürünlerin de olması gerekiyor. Üç yıl üst üste aynı ürünün ekilmemesi ile ilgili yasal düzenleme yapıldıktan sonra, bakla, ıspanak karakılçık buğdayı gibi farklı alternatiflere daha fazla yönelmeye başladık. Bunların artması gerekiyor. Ayrıca yıllardır kanayan yaramız olan Gediz Nehri’nin temizlenmesi konusunda adımlar atmak artık şart. Murat Dağı’ndan tertemiz doğan bu nehrin döküldüğü yer bizim sınırlarımız içinde. İlçemizde hiçbir atık bu suya karışmıyor ancak buraya gelene kadar kat ettiği yolda çok kirleniyor. Yine sanayi alanlarımızı da tarım dışı kalan yerlerimizde planlamalıyız. Bu ova korunur, çiftçimiz maddi olarak desteklenir ve doğru eğitilirse Menemen’de tarım çok daha iyi yerlere gelecektir.

‘İŞE SADAKATİ BİTİRİR’

Kıdem tazminatı son günlerin ana konusu. Taslak olarak sunulan planda bir fon aktarılarak tazminatların peşinen burada toplanması bulunuyor. Ticaret erbabının kasasında böyle bir bütçe var mı? Bu işveren ve işçi açısından değerlendirilmesi gereken bir konu. İşçileri ilgilendiren kısmı konuşmak biraz daha çalışanlara düşüyor. Özellikle KOBİ denilen işletmelerimiz, kıdem tazminatına hep hazırlıksız yakalanıyor, bunun için bir fon oluşturmuyor. Aslında ya işverenler ya da devlet bunu bu şekilde düzenlemelerle fonlamalı. Bu açıdan baktığımızda olumlu bir adım diyebiliriz. Ancak, sigorta primleri veya vergi borçları olan çok sayıda işletme var. Bu ücretleri işletme sermayesi yapan kurumlar var. Bir anda çıkarıp bunları verebilmek bu şartlarda ne kadar mümkün bilemiyorum. Ayrıca, şuan ki düzen işvereni işçiye, işçiyi kuruma bağlıyor. Kıdem tazminatı, bir işverenin çalışanını işten çıkarmak istemesi durumunda bir denge mekanizması sağlıyor. Çalışan da işi bırakmak, başka bir yere transfer olmak istemesi durumunda bu denge mekanizmasını düşünüyor. Bir işçiyi, işe entegre etmek belli bir eğitim ve süre ister. Yeni yapılması beklenen düzenleme nedeniyle bu denge mekanizmasını ortadan kaldırıyorsunuz. Emek verdiğiniz personel 100 lira maaş farkı nedeniyle başka yere gidebilir. Kurumların bu personeli yetiştirmek için harcadığı çabaya ne olacak? Tecrübeli ve kaliteli elemanları elde etmek isteyen kurumlar arasında da rekabet oluşur bu durumda. Taslaktaki düzenlemeler, iki tarafında işe olan sadakatini ortadan kaldıracak gibi gözüküyor. Utkucan Akkaş / Özel Haber