Tüm canlıların yaşaması için vazgeçilmez bir unsur olan su giderek azalıyor. Dünyada suyla ilgili tehlike çanları çalmaya devam ederken, uzmanlar yakın gelecekte yaşanabilecek olası senaryolar hakkında uyarılarda bulunuyor. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nca 1993 yılında ilan edilen 22 Mart Dünya Su Günü’nde, Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğan Yaşar, suyun önemini Ege Telgraf okuyucuları için bir kez daha anlattı. “Yaşamın temeli su” diyerek sözlerine başlayan Prof. Dr. Yaşar, “Dünyada her gün bir kutlama yapılıyor ama Dünya Su Günü gerçekten çok özel bir anlam ifade ediyor ve bize bazı gerçeklerle yeniden yüzleşmemiz konusunda uyarılarda bulunuyor. Geçmiş incelendiğinde dünyadaki pek çok savaşın ana nedeninin suydu. Çünkü su demek tarım demek, gıda demek, ticaret demek… Moğol İmparatoru Cengiz Han 1206 yılında ülkesini kurduğunda ilk olarak dere, nehir ve akarsularda yıkanmanın, bu alanların kirletilmesinin yasak olduğunu söylüyor. Daha da aşağıya indiğimizde dünyada ilk barajın 6 bin yıl önce yapıldığını görüyoruz. Bunların alt metnini incelediğimizde insanoğlunun sürekli su ile ilgili bir sınav verdiğini anlıyoruz. Böylesi net veriler varken maalesef ki biz ülkemizde bilimsel kuraklık yaşıyoruz. Aslında iklimsel kuraklıktan korkulmaz, bilimi akılcı bir şekilde kullanırsanız her şeyin üstesinden gelirsiniz. Bizler küresel ısınma dönemlerine ‘yağmur çağı’ deriz ancak ülkemizde bu durum ‘kuraklık’ olarak adlandırılıyor. Örneğin, İzmir’in 2000’li yıllara kadar yıllık ortalama yağış miktarı 685 kilogramdı, şu anda 710 kilogram. Çünkü küresel ısınma dönemini yaşıyoruz. Suyla ilgili korkulacak asıl dönem, küresel soğuma dönemidir. Susuzluk ve kuraklık soğuma dönemlerindedir. Çünkü dünyada bütün savaşlar soğuma döneminde ortaya çıkar” dedi.

‘YANLIŞ UYGULAMALARLA…’

Türkiye’nin dünyada suyu en kötü kullanan ülkelerden biri olduğunu belirterek açıklamalarını sürdüren Yaşar, “Aslında baktığımızda bizde su sorunu yok, su yönetimi sorunu var. Dünyanın en verimli kaynağı yeraltı sularıdır. Ne petrol, ne elmas, ne de başka bir şey… Çünkü kuraklık döneminde bizi kurtarabilecek tek şey odur. Ancak biz hem yeraltı hem de yerüstü sularımızı hoyratça kullanıyor ve gerekli önlemleri da almıyoruz. Menderes Ovası’nda yıllık yeraltı suyu miktarı 750 bin metreküptür. Çekilen ise 1 milyon 150 bin metreküp. Yani yüzde 50’den fazla çekim yapılıyor. Peki, nereye kadar… Bu tamamen yanlış tarım uygulamaları ve barajlardaki suyun kötü kullanımından. Barajdaki suyun artık açıkta verilmemesi lazım. Nasıl Tahtalı Barajı’ndan içme suları bize kapalı borularda geliyorsa diğerlerinden de öyle gelecek ve damlama yoluyla verilecek. Bu iki yanlışı önleyemediğimiz için maalesef ki suyumuzu heba ediyoruz” ifadelerini kullandı.

‘ÖNLEMLER ALINAMIYOR’

Su konusunda İzmir’e ayrı bir başlık açılması gerektiğini de belirten Prof. Dr. Yaşar, “Özellikle İzmir gibi büyük kentlerde son yıllarda kanalizasyon ve yağmur suları zaten ayrılmaya başlamıştır. Bu yağmurlar doğa ananın anne sütüdür, bunu akıllıca kullanalım. Eğer yağmur sularının bir kısmı barajlara yönlendirilebilirse su sorun oldukça hafifleyecektir. Böylece yönettiğiniz şehrin kahramanı olabilirsiniz. Ancak ne yazık ki yerel yönetimler bu konuda gerekli önlemleri alamıyor. Su konusunda İzmir için ayrı bir başlık açmak gerekiyor. Halen İzmir, suyunun önemli bir kısmını Manisa’daki kuyulardan almaktadır. Ancak 2022-2023’lerde beklenen olası mini soğuma yani ciddi kurak dönemde Manisa su vermeyecektir. Geçmişte, 1970 kuraklığında Buca Belediyesi ile İzmir Belediyesi arasında dahi su savaşları yaşandığını hatırlarsak İzmir’i çok zorlu günler beklediğini söyleyebiliriz” dedi.

‘EĞİTİMLER VERİLMELİ’

Son olarak, yerel yönetimler ve Hükümet iş birliği ile adımlar atılması gerektiğinin altını çizerek ‘acil önlem’ çağrısı yapan Prof. Dr. Yaşar, “Su hakkında eğitimler verilmeli. Örneğin, çocuklarımıza su eğitimi vermiyoruz. Suyla ilgili eğitimin çocuklarımıza anaokulu yaşlarından itibaren verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü biz henüz hiç kuraklık yaşamadık. Geçmiş dönemlerimizi incelediğimizde son bin yılın en güzel çağlarını yaşadığımızı düşünüyorum. Kuraklıklar geçirdik ama bunlar henüz canımızı o kadar yakmadı. Özetle, ‘Küresel ısınma kuraklık getiriyor’ gibi asılsız iddiaları bir kenara bırakıp daha sert ve daha uzun sürecek bir mini soğuma yani gerçek kuraklık dönemine hazırlanmalıyız. Çünkü önümüzdeki üç sene içinde işte o can yakıcı kuraklıklarla karşı karşıya kalabiliriz. İşte, o zaman suyun önemini daha net anlayacağız” diye konuştu. Yağmur Gülü / Özel Haber