Eğitim sistemi başarısızlığı ile önümüzde büyük bir soru işareti olarak duruyor. Büyük umutlarla göreve başlayan Ziya Selçuk’un bakanlığı ve sistemi döneminde tam bir yıl geçirdi Türkiye, ancak pek çok kesime göre başladığı noktadan ileriye gidemedi. Türk Eğitim-Sen İzmir 2’Nolu Şube Başkanı İrfan Toksoy ile eğitimi ve 2019 yılını konuştuk. Toksoy, Bakan’ın eğitimi dizayn etmesi konusunda önündeki engellerin kaldırılması gerektiğini belirterek son dönemde vakıflarla yapılan ortaklık protokollerini eleştirdi.

‘ÜSTÜNDE İRADE Mİ VAR?’

- 2018 yılının ortasında Ziya Selçuk Milli Eğitim Bakanı oldu. Bu yıl kendi sistemi değildi ancak 2019 tamamıyla yeni bakanın kurduğu sistemle geçti. Nasıl değerlendiriyorsunuz Sayın Bakan’ın performansını? Biliyorsunuz Ziya Bey eğitimci kimliğine inandığımız bir insandı. Dolayısıyla herkes gibi bizde Milli Eğitim Bakanı olduğunda çok umutlanmıştık. Türk Eğitim-Sen olarak bir takım olumsuzluklara rağmen çok çeşitli konularda kendisin doğrudan destek sunduk. Geçtiğimiz yıl İzmir’de 2023 Eğitim Vizyon Belgesi açıklandı. Bu toplantıya sivil toplum örgütleri ve sendikalar da davet edilmişti. 17 farklı masa kurularak eğitimin 17 farklı problemi ele alınmış ve çözüm önerileri masaya yatırılmıştı. Bir düzen geleceğe benziyordu. Biz yıllardır eğitimin bir bütünlük arz etmesi ve yönetimsel anlamda belli bir süreci yansıtması gerektiğini dile getiriyoruz. Özellikle okulların nitelik bakımından sıkıntılı idareciler tarafından yönetilmeye çalışıldığı ile ilgili defalarca açıklama yapmıştık. Çünkü sözlü mülakat kriterlerine göre atama yapılıyordu. Sözlü mülakatın nerede olursa olsun bir torpil barındırdığını ifade ediyorduk her fırsatta. Programın kapanışına katılan Bakan Selçuk da aynı konuya dikkat çekmişti. Yeni bir sınav sisteminin yapılması gerektiğini ve idareci atamalarının buna göre yapılması gerektiğini ifade etmiş, ‘Her kim ki bunun karşısında duruşa tarih karşısında vebal öder’ demişti Sayın Bakan. Yine eğitim programları konusunda da benzer umutlar beslemiştik. Ardından işler değişmeye başladı. Araya girildi ve yapılacak olan sınavdan vazgeçildi. Ve mevcut yöneticiler içinden bir takım atamalar yapıldı yine. O dönemden sonra biz Sayın Bakan’ın iradesinin üzerinde bir irade mi var diye sorgulamaya başladık. Bize göre Ziya Bey bu iş için biçilmiş kaftan ama kendisinin yetkilerle donatılması gerekiyor. Eğitim ile ilgili bildiği doğruların uygulanması noktasında nerelerde kendisi engelle karşılaşıyorsa bunların da önünden birer birer kaldırılması gerekiyor. - Hala Sayın Bakan’a ve yapacağı işlere bir güven var yani? Ayrıca MEB’in ortaya koyduğu eğitim programını nasıl değerlendiriyorsunuz? Biz kendisine inanmak ve güvenmek istiyoruz. Çünkü eğitim hiçbir zümrenin ya da kişinin çıkarları doğrultusunda feda edilecek bir konu asla değil. Çünkü yıllardır sendika olarak söylediğimiz gibi eğitim milli olmalıdır. Milli Eğitim Bakanlığı’nın uygulayacağı her programın yüz yıl sonrasını kapsaması gerektiğini düşünüyoruz. Ancak maalesef bu şekilde dizayn edilmiyor. Ak Parti hükümetleri boyunca en az yedi defa bakan değişti, 15 eğitim reformu denilen köklü değişiklikler yapıldı. Her gelen bakan sistemi sil baştan yaptıklarını aktarmıştı. Oysa eğitim politikaları süreklilik gerektirir. Siz sık sık bunun temelleriyle oynayarak sorunların çözümüne ulaşamazsınız. Dahası domino taşları gibi bir etki yaratır. Bir planlama yapılır, bu planlamada nerelerde aksaklık görülüyorsa o alanda tamamlamalar yaparak bu süreç ilerletilir.

‘YIKILANLARA BİLE BAŞLANMADI’

- Okullaşma oranı git gide düşüyor. Tam zamanlı öğretime geçilen okullarda tekrar ikili eğitim başladığı söyleniyor. Siz bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? 2019 yılı için baktığımızda okullaşma oranlarında çok ciddi düşüşler olduğunu görüyoruz. Çocuklar örgün eğitimin dışına çıkıyor. Çünkü nitelikli okullar konusunda yeterlilik sorunu çekiyoruz. Anadolu liselerinde birden belirlenen kontenjanların iki katına çıkarıldığını gördük. Bu okulların fiziki yapısını zorlayan bir süreçti ki ikili bir öğretime geçmeyi gerektiriyor. Oysa ikili öğretimin tamamen ortada kaldırılacağı yönünde bir açıklama yapılmıştı. Geldiğimiz noktada neredeyse tüm okullar ikili öğretime geçti. Bu süreçte orta öğretimde de benzer bir süreç yaşanacağa benziyor. Böyle bir durum olursa ders saatleri fazla olması nedeniyle zaten çocuklar erken saatlerde okula giriyor. İkili öğretime geçilmesi durumunda da veliler geç saatlerde çocuklarını almaya okula gidecek. 2023 vizyon belgesinde tüm okulların tam zamanlı öğretime geçmesi için 58 bin civarında derslik yapılması gerektiği ifade edilmişti. Ancak ekonomik durum öne sürülerek bütçeden 2 milyar liralık bir kısıtlamaya gidildi. Dolayısıyla demek ki yeni bina yapılmıyor. İzmir’de dahi depreme dayanıksız olduğu gerekçesiyle yıkılan binaların, yerine yapılanlarda inşaatların durma noktasına geldiği, kiminin hiç başlamayarak ihalesinin yapılmadığı söyleniyor.

‘SORUNLARI DAĞ GİBİ’

- Eğitim denilince bir diğer başlık da elbette öğretmenler ve eğitimciler. Onlarında pek çok sorunu olduğu biliniyor… Elbette birçok sorun var. Norm fazlası konusu bunlardan biri. Her şeyden önce siz sistemi her değiştirdiğinizde norm fazlası veriyorsunuz. Örneğin tam gün eğitimine geçildiğinde çok sayıda öğretmen bu duruma düştü. Karşıyaka’da sadece 300’e yakın norm kadro fazlası olan öğretmen arkadaşımız var. İzmir’de de en fazla sayıya ulaşıldığı dönemi yaşıyoruz. Çünkü hedefler uzun koyulmuyor. Böyle olsaydı öğretmen planlamasını doğru yaparak bunun oluşmasına engel olunurdu. Yine bakıyorsunuz çok sayıda öğretmen ücretli kölelik sistemiyle çalışıyor. Biz sendika olarak yaptığımız çalışmada 60 binin üzerinde insanın ders saati ücreti karşılığı çalıştırıldığını gördük. Diğer öğretmenlerle aynı işi yapmasına rağmen çok az bir ücret alıyor. Eğitimin en önemli unsurlarından bir tanesi öğretmendir. Bu nedenle kadrolu, iş güvenceli istihdam modeliyle çalıştırılan nitelikli öğretmenlere ihtiyacımız var. Çünkü öğrencilerin doğru bilgiye ulaşımından kişilik gelişimlerine kadar her konuda dinamik öğretmen sayesinde gerçekleşiyor. Oysa geldiğimiz noktada çok sayıda öğretmen alım modeli var. Birçok öğretmen seçimden önce kadroya geçirildi, biz sorun çözüldü derken yine başa dönüldü. Bu süreçten süratle vazgeçilmesi gerekiyor. 20 bin öğretmen ataması yapılacak deniyor. Her koşulda bu 20 bine ilave olarak 40 bin yeni öğretmen ataması yapılması gerekiyor.

‘PROTOKOLLERİN KARŞISINDAYIZ’

- Son yıllarda MEB kimi vakıf, dernek veya sivil toplum örgütleriyle işbirliğine gidiyor. Çok eleştirilen bir tutum bu eğitim camiası tarafından. Türk Eğitim-Sen’in bakışı nedir bu duruma? Bu ve benzeri kuruluşlarla yapılan protokoller var. Bu protokollerle dernek ve vakıfların bir takım eğitim faaliyetlerinde bulunmasının önü açıldı. Sendika olarak biz buna şiddetle karşı çıkıyoruz. Çünkü bunun eğitim açısından kabul edilebilir hiçbir tarafı yok. Siz kadrolu istihdam ettiğiniz, bunun eğitimini almış öğretmenleriniz tarafından verilemeyen hangi değeri dışardan gelecek bir kişiden bekleyebilirsiniz ki? Vasfı, derneği, duruşu ne olursa olsun bu kurumların eğitimin içine girmesi kabul edilebilir bir durum değil. Kanun da eğitimin aynı elden yürütülmesi gerektiğini söylüyor. Eğer eğitim ve öğretimle ilgili bir partner aranıyorsa biz sendika olarak buradayız.

‘AMERİKA’YI TEKRAR KEŞFETMEYECEĞİZ’

- Peki, sizce doğru eğitimin verilmesi hangi yoldan geçiyor? Ve eğitimin düzeltilmesi gözüktüğü kadar zor mu? Doğru eğitim verilirse nitelikli kuşaklar yetiştirir, teknolojide ve bilimde ileri gidersiniz. Dolayısıyla güçlü bir ülke konumuna gelirsiniz. Bunu yapmak içinde Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Fen bilimleri alanına ciddi bir yatırım yapmanız gerekiyor. Gelişmiş ülkelere baktığımızda bu alana önemli yatırımlar yaptıklarını görüyoruz. Kişinin neye inanıp inanmadığı onu bağlar ancak her koşulda kişinin bilimin öncülüğüne inanması gerekiyor. Çünkü bilim evrenseldir. Nitelikli, doğru eğitim verilen fen liselerini açmalı ve burada eğitim alabilecek çocukların doğru yönlendirilmesini sağlamalıyız. Bu şekilde bilimde ve teknolojide karar verici olabiliriz ancak. Aksi takdir de havanda su döveriz. Eğitim kurumlarına gidiyoruz, hangi tür okula gidersek gidelim sıkıntıların ortak olduğunu görüyoruz. Geçmişte belli dönemlerde din eğitimine karşı geliştirilen yaklaşım nedeniyle rövanşist bir tutum takınılmamalı. Bilim eğitimi verilen kurumlar ikinci plana atılarak din eğitimi verilen kurumları sadece öncelersek iki taraf içinde kötülük yapmış oluyorsunuz. İki tarafında niteliğini düşürüyorsunuz çünkü. İsteyen istediği şekilde eğitim almalı ancak bu zorlayıcı bir tutum takınıldığında sorun çıkıyor. Amacına da ulaşmıyor, görüyorsunuz okullaşma oranı düşüyor. Utkucan Akkaş / Özel Haber