Kapkaranlık bir gecede bulutların arasına gizlenen dolunay, tüm beyazlığıyla göz dolduruyor, irili ufaklı yıldızlarsa gökyüzüne tüm ihtişamını sunuyor… hava ılık… hafif bir esinti var…

İnsan başını ne zaman gökyüzüne kaldırsa, o devasa büyüklükte kayboluyor. Aslında hayatın içinde ne kadar küçük bir parça olduğunu fark ediyor.

Düşünüyorum… Hasret nedir? İnsan en çok neyin hasretini çeker? Binlerce yıldır insanlar, en çok neyi özlemişler? Neden özlemişler? Hasret, nasıl hisler uyandırır? Ya da içinde neler barındırır?

Sahi neydi en çok özlenen? En sevilen yemek mi yoksa o yemeği yapan mı? Mesafelere rağmen yürekte olan mı? Yoksa yürekte olanla yaşanan güzel anılar mı? Hediye olarak aldığımız küçücük bir obje mi yoksa onu alan mı?

Hasret, kelime olarak “özlem duymak, kavuşamamak” anlamına geliyor. Fakat herkes için bundan daha fazlasıdır. Daha derin anlamlar içerir. Yürekte yanan kordur. Elimizi atıp da yetişemediğimizdir. İçimizden geçirip de yapamadıklarımızdır. Bence bir nevi çaresizliktir. Özellikle araya ölüm girdiyse…

Ölüm… bilinmezlik… çaresizlik… sevdiğine bir daha kavuşulamayacağını bilmenin hüznü… İnsan en çok neyi özler? Tabi ki de en sevdiğini... kavuşamadığını… geri dönmeyeceğini bildiğini… Mezar taşı soğuktur. Mezarlık daha soğuk. Bunu hayal etmek bile soğuk. Çünkü ölüm soğuk. Sevdiklerinin kıymetini hayattayken bilmeli insan. Araya en zor ayrılık olan ölüm girince zaman geriye alınmıyor.

Seviyorsa söylemeli, istiyorsa gidip almalı, bir hayali varsa ulaşmaya çalışmalı insan. Çünkü vakit bir akarsu gibidir. Kendini tekrar etmez. Geri gelmez. Akar gider öylece…

Derken ölüm gelir… Geriye sevdiklerimizin içindeki hasret kalır. Gözyaşı kalır. Bilinmezliğe doğru yolculuk ederken insan, arkasında izler bırakır. Bu bazen hiç giyilmemiş bir gömlek olur, bazen bir koku, bazen de bir tutam anı.

Hatta anılardan bir demet… Sahi neden giyilmemişti o gömlek? Giyilmesi için önemli bir günü mü bekliyordu? Hangi gündü o önemli gün? Katılacağımız bir davet için mi? Bir toplantı için mi? Ya da ne içindi? İnsan kendine değer verdiği sürece her gün en özel gün değil miydi?

Bir elveda deme biçimdir ölüm. Hayata, yaşananlara ve sevdiklerimize… Geride kalanlaraysa daha yaşanacak güzel günler varken kıymetini bilin deme biçimidir. O yüzden son adım atılmalı, o seyahate çıkılmalı, o aşk dile getirilmelidir. Çünkü ne demiştik? “Vakit bir akarsu gibidir. Kendini tekrar etmez ve geri gelmez. Akar gider öylece…”