1935 Yılında İmralı Sosyal Sanatoryumunda Uygulanan Ceza Islah Programının Ülkedeki Diğer Cezaevlerine Etkisi - 4 (Isparta, Bergama, İzmit ve Burdur)

İmralı’dan esen rüzgâr bütün ülkede bir ıslah bayramına neden olur. Edirne, Zonguldak, Ödemiş cezaevleri derken şimdi de Isparta’da muazzam bir hareket başlamıştır.
Mutahhar Şerif’in başlattığı ıslah programının belki de en güzel ve verimli yanı, tüm ülkede hantallaşmış mahkûm enerjisini, coşkulu bir işle ifade etme arzusuna dönüştürmesinde aranmalıdır.
“Birçok zamandan beri, Isparta Vilâyeti cezaevi yanında, modern bir halı fabrikası tesisi ile uğraşılıyordu. Her türlü asrî tesisatı ihtiva eden bu pavyon, mahkûmlar eliyle işletilmeye başlanmış ve küşat (*Açılış) resmi de yapılmıştır. 
Bu fabrikada, şimdilik yüz elli mahkûm çalışmakta ve halıcılık tekniği çok ileri bir seviyede tutulmaktadır. Şimdiye kadar vücuda getirilen halılara Türkiye’deki birçok müesseseler ile Avrupa ve Amerika’daki sayısız teşekküller tarafından hususi bir kıymet atfedilmektedir. Hassaten halıların kalite, desen ve teyzin motifleri itibarıyla göze çarpan incelik, sağlamlık ve nefaseti, en müşkülpesent insanları bile hayretler içinde bırakmaktadır. 
Diğer taraftan önümüzdeki sene içinde Isparta’da mahkûmlar için bir büyük terbiye müesesesi yapılacaktır. Şimdilik dört bin mahkûmu ihtiva etmek üzere inşaa hazırlıkları yapılmaktadır. Bu müessesenin Isparta’nın birinci sınıf caddelerinden birisine nazır olan cephesi “Isparta Adliye Sarayı”nı teşkil edecek, arka tarafında terbiye ve san’at pavyonları yapılacaktır. 
Hazırlanmakta olan plana göre (…) mahkûmların üç yüzü halıcılık, boyacılık, iplikçilik san’atı ile iştigal ettirilecektir. Bunda, dikkate şayan bir cihet vardır. O da, müessesenin bir san’at mektebi organizasyonuna malik olmasıdır. 
Mahkûmlar burada halıcılık, boyacılık, ip ve iplikçilik san’atlarını hem nazarî, hem amelî olarak öğrenecekler ve kendilerinin yetişmiş bir usta olduklarına kanaat edildikten sonra, Türkiye’nin muhtelif yerlerindeki cezaevlerine san’at öğretmeni olarak sevkedileceklerdir. Bu müessese yeşil Isparta’da merkezi vaziyette kalacak ve daima halıcılığın klasik, modern ve kübik modellerle tekemmül etmiş tekniğini yaşatacaktır. 
Kemalist Türkiyenin ferde verdiği kıymet ve ehemmiyeti pek canlı bir surette ifade eden bu müesseseler mevziî olarak kalmayacak, Türkiyemizin hemen her tarafında yavaş yavaş emsali çoğalacaktır.” (Son Posta gazetesi, 22 Mart 1938, Salı, Sene: 8, Gazete Yayın no: 2743)
Gazete, bu haberinin üstünden 9 gün geçmiştir ki, aynı gazete bir kez daha Isparta’da başlatılan bu heyecan verici hamleyi sütunlarına taşır. Bu kez biraz daha ayrıntılı bilgiler vardır haberde.
“Yeni cezaevinin açılma töreninde hapishaneler umum müfettişi Cemil (Atamer), Cumhuriyet müddeiumumisi (*Savcısı), belediye reisi, hükümet ve belediye erkânı da bulunmuş ve cezaevini İlbay (*Vali) Fevzi Daldal açmıştır. Tamamen modern evsabı haiz yirmi altı halı tezgâhını havi bir atölyeden başka yemekhane, dershane ve yatakhaneler de çok muntazamdır. Burada sadece iki gardiyanın nezaretinde altmış sekiz cezalı çalışmaktadır. Ayrıca diğer hapishanelerden elli mahkûm daha getirtilerek onlara da iş verilecektir. Mahkûmların çalışma saatleri haricinde bilgilerinin de arttırılması için ayrıca ders ve konferans saatleri de ayrılmıştır. Önümüzdeki yıl yeniden inşaat ve tesisat yapılarak iki yüz elli yataklı olacak ve dokumacılık, marangozluk, dericilik, kunduracılık, terzilik gibi san’atlar için de atölye ve tezgâhlar kurulacaktır.” (Son Posta gazetesi, 31 Mart 1938, Perşembe, Sene: 8, Gazete Yayın no: 2752) 
Isparta Yeni Cezaevi’nin, 1938 yılının Mart ayında yapılan açılışında, Cezaevleri Genel Müfettişi olan  Mutahhar Şerif Başoğlu yerine, “Cezaevinin açılma töreninde hapishaneler umum müfettişi Cemil” (*Cemil Atamer’dir bu kişi) adının anılması dikkatimizi çekti. Mahkûmlarına ‘çocukları’ gibi davranan büyük ıslahatçı Mutahhar Şerif, açılışta neden yoktur acaba?
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivinde bulduğumuz bir belge, Başoğlu’nun o günlerde nerede olduğu ve ne yaptığı hakkında kafamıza takılan sorulara yanıt vermektedir. Çalışkan müfettiş yine iş başındadır. Ölümünden 10 ay kadar önce, son imzaladığı resmi belgelerden birinde Reisicumhur Mustafa Kemal ibaresi ve T.C. Başvekâlet Kararlar Dairesi Müdürlüğü manşetli belgenin içeriği ise şöyledir:
“Karar Sayısı: 7966
Romanya, Yunanistan ve İtalya ceza infaz müesseselerinde tetkikatta bulunmak üzere Hapishaneler Müdür Muavini Mutahhar Şerif Başoğlu’nun iki ay müddetle Avrupaya gönderilmesi ve tahakkuk edecek harcırah ve gündeliklerine karşılık 1937 takvim yılı döviz cetvellerinde Adliye Vekâleti hesabına talebe ve stajiyerler faslına konulan 6000 liralık tahsisattan 500 liralık döviz müsaadesi verilmesi; Adliye Vekilliğinin 3/12/937, 18/12/937 tarih ve 442/102, 460/8914 sayılı tezkereleri ve Maliye Vekilliğinin 28/12/937 tarih ve 54251/19015 sayılı mutâlaanamesi üzerine İcra Vekilleri Heyetince 3/1/938 tarihinde onanmıştır. 
Tarih: 3 Ocak 938” (BCA, 30-18-1-2, Yeri: 82-1-7)
ISPARTA MAHKÛMLARI 
Çok değil, altı ay kadar sonra, Isparta Cezaevi’ndeki ıslah çabaları meyvelerini vermeye başlar. Mutahhar Şerif’in planları tasarlandığından daha seri bir şekilde, saat gibi tıkır tıkır işlemektedir. 
“Vilâyetimizdeki hapishanede mevkuf bulunanlardan halıcılıkla alâkası olanlar yeni teşkil edilen cezaevine alınmışlar ve kurulan halı dokuma atölyesinde çalışmaya başlamışlardır. 
Burada çalışanlar ikiye ayrılır: Usta ve namzet! Usta sınıfında olanlar günde altı bin ilâ yedi bin, namzetler dört bin ilâ beş bin düğüm bağlayabiliyorlar. Yeni cezaevindeki mahkûmlar her hususta rahat ediyor ve bir mektep hayatı yaşıyorlar. Yemekhaneleri, yatakhaneleri, dershaneleri ve atölyeleri her bakımdan çok muntazam bir şekildedir. İş zamanlarında sükûnet hâkimdir.  
Hafta tatillerinde mahkûmlar şehrin muhtelif istikametlerinde gezdirilerek temiz hava almaları temin edilmektedir (…) Cezaevinin hem memleket, hem de mevkuflar için faydali bir müessese haline gelmesinde cezaevi direktörü Kutsi Aykut’un himmet ve gayretleri görülmüştür. Diğer vilâyetlerdeki cezaevlerinden de halıcılığı öğrenmek için buraya mevkuflar gönderilmektedir.” (Son Posta gazetesi, 8 Birinciteşrin (*Ekim) 1938, Cumartesi, Sene: 9, Gazete Yayın no: 2943)
Ülkemizdeki bütün cezaevleri, bölgesel değerlerini, birikim ve deneyimlerini birbiri için seferber ederken, yüzyılların önyargısı da yavaş yavaş çatırdamaya başlar. Artık mahkûmlar üretim ilişkileri içinde daha huzurlu ve güvenli hissederken, toplum da onları bağrına basmak için hazırdır. Mutahhar Şerif yaptıklarına yeni şeyler katmak için yabancı ülkelerdeki inceleme ve gözlem yolculuklarına ara vermeden devam etmektedir. 
İmralı’da başlatılan ıslah devrimi, belli ki artık tüm ülkeye yemyeşil kollar atmaya başlamıştır. Yeni sistemin örgütlenmesinin önemi üstüne birkaç örnek verirsek, Başoğlu’nun yapmak istediği devasa programı daha iyi kavrayacağımıza inanıyoruz. 
BERGAMA CEZAEVİ  
“Adliye Vekâletinin kabul ettiği plan üzerine memleketin her yanında inşaası takarrür eden yeni cezaevlerinin birincisi ilk defa olarak Bergama’da yapılmış ve açılmıştır. Pek modern ve mazbut bir bina olan bu cezaevi, 41 bin liraya malolmuş ve 110 kişi istiap edecek vaziyette yapılmıştır. 
Bu ilk örneğin Bergama’da yapılmış olması iki noktadan gayet isabetlidir:
1-    Bergama’da eski hapishane o kadar kötü idi ki, şehre gelen yabancılar ilk önce onun resmini çekerler ve gülüşürlerdi. Eski eserler bakımından ünlü bir turist memleketi olan Bergama’ya yılda birkaç bin ecnebi gelir. Bunlar şehirde göze nahoş görünen neler varsa hepsini objektifle tesbit etmeyi ihmal eylemezler. Bergama’nın eski hapishanesini ortadan kaldırmakla büyük bir ayıp kapanmış oldu.
2-    Bergama fazla “vaka” kaydeden bir memlekettir. Şehir halkı münevver ve ileri fikirli oldukları halde mülhakatında cinayetler eksik olmaz. Bu hususta bir fikir edinebilmek için adliye kayıtlarına göz atalım: 937 senesinden 938 senesine; ağır cezada 119 işten 88 karar, 31 devir; asliye cezada 494 dosyadan 354 karar ve 142 devir; sulh cezada 1056 işten 537 karar ve 519 devir kaydeden Bergama adliyesinde en çok kız kaçırma ve katil vakalarıyla karşılaşmaktadır.
Yeni cezaevi için ‘ıslahhane’ tâbirini kullanmak daha doğrudur. Her şeyden evvel, cehaletten doğan vakalar yüzünden buraya düşmüş olan bir yığın zavallı adamı okutmak, onlara yeni fikirler ve fazilet hisleri aşılamak için çalışıldığı görülüyor. Duvarlarda levhalar vardır, bunlardan birinde şöyle yazıyor: “Kendi evinin saadetini tadanlar, başkalarının evini yıkmak şöyle dursun, bir kuş yuvasındaki tek çöpe bile el uzatamazlar!”   
Muhit münevverleri, mahkûmların durumlarına yakından alâka göstermek gibi feragatli çalışmalarla bu zavallı yurttaşları ıslah etmeye çalışıyorlar (…) Bergama Cezaevi, Türkiye’de örnek hapishane olduğu için İzmir Valisi Fazlı Güleç’in yardımları pek mebzul olmuştur. Mevcut karyolalardan çift olanları valinin tensibiyle ücreti Bergama Halkevi tarafından ödenmek suretiyle yaptırılmış, tek karyolalar ise vali tarafından gönderilen para ile temin edilmiştir.” (Kurun gazetesi, 16 Mayıs 1938, Pazartesi, Yıl: 21-3, Gazete Yayın no: 7307-1397, ss. 8 ve 10) 
Hayli ilginç nedenler gösterilerek övülen Bergama Yeni Hapishanesi benzerlerine öncülük ederken, ıslah programı uygulanan İzmit Yeni Cezaevinden de farklı söz edilmez.
“Şehrimiz hapishanesi tam bir kültür ve san’at faaliyetine sahne olmaktadır. Burada her ne şekilde olursa olsun suç işlemiş ve mahkûm olmuş vatandaşlara insanlık, benlik, duygularını inkişaf ve ıslah ettiren tedbirler alınmakta ve fiiliyet üzerinde yürünerek, cidden takdire değer neticeler elde edilmektedir. İzmit Cezaevinde bugün 400 mahkûm vardır. Evvela burada hiç okuma yazma bilmeyen 54 kişiye ders verilmiş ve bunlar yeni harflerimizi etraflı bir şekilde öğrenmişler, aynı zaman da hesap bilgileri de Amal-Erbaaya kadar yükselmiştir. (*Amal-i Erbaa; Osmanlıca, dört işlemanlamına gelir.) 
Dün bunların imtihanları yapıldı. İmtihanda müddeiumumi Hamdi Doğu, ortaokul direktörü Sacid Öncal, cezaevi direktörü Necati Acar, öğretmenler ve gazeteciler bulundu (…) Hepsi sorulan suallere bülbül gibi cevaplar veriyorlardı. Bunların içinde yalnız üçü zayıf, diğerleri iyi, pek iyi not aldılar. 
İkinci tedris yılı başlarken, tarih, coğrafya, yurt bilgisi, medeni dersler de öğretilecektir. Bunların okuma isteği ve arzusu o kadar geniş ki, hapishane bir mektep manzarası arzetmektedir. 
Cezaevi bir ıslah ve terbiye müessesesi olurken, diğer taraftan san’at hayatı da dikkate değer faaliyet arzetmektedir. Marangozluk, kunduracılık, terzilik, sobacılık, dokumacılık gibi san’atlar şube şube ve kısım kısım ayrılmış, çocuk oyuncakları imal eden yerler mozayik ve güzel san’atlara ait kollar teşekkül etmiştir. Cezaevine girdiğiniz zaman, her bakımdan medenî, ileri varlıklı bir ıslahhanede olduğunuzu derhal anlıyorsunuz. İnsan keder, korku, hüzün yerine içli bir sevinç ve iftihar hissetmekte ve yarın aramıza karışacakları zaman onları kâmil birer vatandaş görmek emelleri tatlı bir hülya olmaktadır.” (Son Posta gazetesi, 2 Temmuz 1938, Cumartesi, Sene: 9, Gazete Yayın no: 2845)  
Bu konuda, sayısız ilerici hamleden söz edilebilir ancak hepsi birbirinin aynısı olan ve İmralı’da başlayıp bütün ülkeye sirayet eden cezaevleri ıslah programının verimli sonuçlarına dair son örneğimizi Burdur Cezaevindeki değişimler üzerinden vermek isteriz. 
Son derece heyecanlı ve samimi bir dil kullanan yerel gazeteci bakın nasıl anlatır gördüklerini: 
“İlimiz cezaevinin bir müddetten beri eksiklerinin tamamlanması için çalışılan yeni okuma odası merasimle açılmıştır (…) Saat 12.30’da cezaevine gittiğim zaman daha kapıdan girince görmüş olduğum değişiklik ve temizlik beni hayrette bıraktı. Burayı bir sene evvel de görmüştüm. Fakat bugün orayı bir hapishane değil, hakikaten bir ıslahhane şekline girmiş buldum. 
Burası büyük bir imalathaneye benzemişti. Bir tarafta ilimizin meşhur alaca tezgâhları, öte tarafta çorap ve kundura atölyeleri harıl harıl çalışmakta idi. Dershanenin açılışı münasebetiyle hapishanede yapılan işlere ait bir de sergi tertip olunmuştu. Burada çorap, fanila, dokuma gibi makine işlerinden başka, marangoz, kundura atölyelerinin yaptığı, hakikaten zarif işlerle, yine elde yapılan boncuk işleri bilhassa nazarı dikkati celbediyordu. 
Okuma odasında yapılan salon bizi cezaevinde bulunduğumuzu hatırlatmayacak kadar temiz ve aydınlıktı. Duvarlar sıhhî levhalar ve bayraklarla donatılmıştı. Sağ tarafta bulunan kitap dolabının üstünü büyük Atamızın büstü süslemekteydi. Bu dolapta okuyacak cezalılara verilecek kâğıt, kalem ve kitap gibi malzeme ile bir gözünde de herhangi bir vaka anında lüzumlu olan eczayı tıbbiye bulunmakta idi. Sıralar yepyeni ve cezaevindeki marangozlar tarafından yapılmıştı. Dışarıda okullarımızı sac sobalarda yaktığımız odunlarla ısıttığımız halde burada, Zonguldak tipi dökme ve maden kömürü sobası bulunmakta idi. 
Aşağıda hapishane müdüründen (*Kemal Keskinoğlu) öğrendiklerimi ve gördüklerimi yazıyorum: 
Cezaevinde 12 alaca tezgâhı, 2 trikotaj makinası, 4 ayakkabı, 2 marangoz atölyesi vardır. Bundan başka cezalı koğuşlarında küçük el örücülük köşeleri bulunmaktadır. Ve buralarda boncuktan ayakkabı yüzü, çanta ve seccade gibi işler yapılmaktadır. Fakat en övünülecek kısım dokuma, çorap ve fanila atölyeleridir. 
Dokuma tezgâhları senede 99 bin 500 metre alaca dokumakta, trikotaj kısmında yine senede 9 bin fanila, 3 bin 800 çift çorap örülmekte, kundura atölyelerinde yapılan ayakkabının miktarı ise 800 çifti bulmaktadır. Bütün bu çalışmalar candan ilgilerle yapılmakta ve buna benzer sanatların ilerlemesi için de yeni açılan okuma odasına bu işlerde ihtisası olan hocalar getirilmektedir. 
Hükümetimiz, hudutlarımız dahilinde bulunan bütün cezaevlerinin hapishane şeklinden kurtulup birer ıslahhane şekline ifrağ ettiği bu zamanda Burdur Cezaevi de ulaşılmak istenen hedefe doğru adımını atmış ve ilerlemeye başlamıştır.” (Haber-Akşam Postası, 24 Birincikanun (*Aralık) 1938, Cumartesi, Sene: 7, Gazete Yayın no: 2473)