Küresel ısınmanın etkisine kapılan dünya yeni bir evrimleşme sürecine giriyor; ülke ve kentlerde önümüzdeki süreçte gelişebilecek su kıtlığı ve tarımsal kuraklık alarmları ses yükseltiyor. Tarım ve su kıtlığı konusunda İzmir’de de yeni eylem planları hazırlanırken, Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü’nden Prof. Dr. Doğan Yaşar, Ege Telgraf aracılığıyla uyarı ve önerilerde bulundu. Doğan, “Ayrıştırılan yağmur sularının denize değil, kesinlikle yeniden barajlara ya da göletlere yönlendirilmesi şarttır. Arıtma tesislerinden arıtılan sular mutlaka yeniden tarımda kullanılmalıdır. İzmir’de Çiğli Arıtma’dan çıkan sular kesinlikle Menemen Ovası’na yönlendirilmelidir. Yine kentimizde, sular öncelikle barajlardan verilmeli ve kuyular gerektiğinde devreye girmelidir. 2020’lerden sonra daha sert ve daha uzun sürecek olası bir mini soğuma yani kurak dönemine hazırlanmalı” dedi.

GEÇMİŞTEN BUGÜNE…

Sürdürülebilir yaşamın birinci şartının hiç şüphesiz su kaynaklarının doğru kullanımı ve gıda güvenliğinin sağlanması olduğunun altını çizerek açıklamalarına başlayan Prof. Dr. Yaşar, iklimsel değişimin tarihi yolculuğunu anlattı. Su ve tarım konularının tarih boyunca ülkelerin ve kentlerin ileriye dönük politikalarını hazırlamada birincil faktör olduğunu ifade eden Prof. Dr. Yaşar, “Çünkü iklimler sürekli olarak küresel ısınma ve soğuma dönemleri olarak değişir ve yağışlar her bir derece sıcaklık artışında yüzde 2 gibi artış gösterirken soğuma dönemlerinde de azalır. Bu nedenle küresel ısınma dönemlerine verimli çağlar olarak bilinen ‘yağmur çağı’, küresel soğumalara da buzul çağı yani ‘kıtlık çağları’ denmektedir. İklimsel değişimlerin tarihsel süreçte su, tarım ve balıkçılık gibi yaşamın temel faktörlerini kontrol etmesi ve günümüzde bu faktörlere ek olarak enerji için de vazgeçilmez olması, yaşam açısından sürekli ve detaylı çalışılması gereken en önemli bilim dallarından biri haline gelmiştir. Özellikle küresel soğuma dönemlerinde azalan sıcaklık ve yağış nedeni ile tarımda düşen verimlilik, zincirleme reaksiyonlar şeklinde diğer tüm sektörlerde de kendini göstermektedir. Dünya tarihi bu tür örneklerle doludur. Örneğin; 2007 ve 2008 kuraklık döneminde buğday üretiminin yüzde 7 gibi düşmesi sonucu dünya buğday fiyatları dörde katlanmış ve petrol fiyatları da 170 dolara fırlamıştı. Ve sonuç olarak dünya çok ciddi bir ekonomik krize girmişti Aynı şekilde 1929 yılında Amerika’da tarihin en büyük borsa çöküşüne neden olan ekonomik buhranın da temelinde tarım sektöründe yaşanan büyük kuraklık yatmaktadır. İstanbul Boğazı’nın da buz tuttuğu bu yıllarda ülkemiz de çok büyük ekonomik zorluklar yaşamıştır” dedi.

TÜRKİYE’DE YÜZDE 300!

Birleşmiş Milletler (BM) verilerine göre; her 45 yılda bir dünya nüfusunun yüzde 100 oranında arttığını hatırlatan Prof. Dr. Yaşar, ülkemizde ise bu durumun yaklaşık yüzde 300 gibi bir oranla seyrettiğini söyledi. “Dolayısı ile küresel ısınma çağında olmamıza yani yağışların artmasına rağmen, eksik yağış aldığımız her yıl kuraklığı daha da çok hissetmemizin nedeni aşırı nüfus artışımızdır” diyerek açıklamalarını sürdüren Prof. Dr. Yaşar, “Bu nedenle nüfus artışının neden olduğu baskı nedeni ile ülkemizin ve özellikle İzmir’in yerüstü ve yeraltı su kaynaklarının yeniden planlaması gerekmektedir” açıklamalarında bulundu.

“FAKİRİN FAKİRİ’

Türkiye’nin su potansiyeli açısından 2 bin metreküpten az olanlar yani su azlığı çeken ‘su fakiri’ ülkelerin sınırında olduğunu söyleyen Prof. Dr. Yaşar, “İzmir ise 600 metreküp ile fakirin de fakiridir. İzmir suyunun önemli bir kısmını Manisa’daki kuyulardan almaktadır. Ancak 2022 ve 2023’lerde beklenen olası mini soğuma yani ciddi kurak dönemde Manisa su vermeyecektir. Çünkü 1972, 1992 ve 2008’li yıllarda, ki 2008 yılında Tahtalı yüzde 5’lere düşmüştü, köyler arası su savaşları yaşanmıştı. 2008 kuraklığı dünyada ciddi bir ekonomik krize neden olmuş, buğday fiyatları 4’e katlanmış ve petrol fiyatları da 170 dolarlarla fırlamıştı. Yani bu durum belki bizim kullandığımız suyun eksikliğine bir şey yapmaz ama tarımda kullanılan suyu perişan eder” dedi.

‘TİCARET KUZEY, TURİZM GÜNEY’

Dünyada yaşanan savaşların büyük bir nedeninin de kuraklık olduğunu belirten Prof. Dr. Doğan Yaşar, “Gılgamış’tan bugüne geçen 4 bin 700 yılda olan 15 bin savaşın neredeyse tamamı kuraklık nedeni ile çıkmıştır. Çok bahsedilmese de Haçlı Savaşları’nın gerçek nedeni bu yıllardaki soğuma nedeni ile oluşan kuraklıktır. Ve önümüzdeki yıllarda belki son bin yılın en sert dönemini yaşama olasılığımız da çok yüksek. İşte, bu nedenle İzmir su konusunu çok ciddi olarak ele almalıdır. Geçtiğimiz yüzyılda söylenen ‘İstanbul batarsa İzmir kurtarır’ sözü aslında ‘Türkiye batarsa İzmir kurtarır’ olmalıdır. Çünkü, 136’sı endemik bin 732 civarında tür ile kentimiz dünyanın en önemli tarım merkezlerindendir. İzmir, gerçek bir deniz kentidir. Doğal körfezi, doğal ve yapay dalyanlar, tuzla, jeotermal, balıkçılık açısından dünyanın en verimli ‘İç Körfezi’ne sahiptir. Sörfe uygun temmuz rüzgarları, limanları ve tersaneleri vardır. İzmir Heredot’un tanımı ile dünyada en yaşanası yerdir. Victor Hugo’nun hiç görmeden Prenses adlı şiirini yazdığı kenttir… Özetle; yönetimlerin bilimden çok uzak bir şekilde İzmir’i yönetmeye çalışmasının ve hala bu yanlışlarda ısrar edilmesi sonucu: İzmir ticaretini kuzeye, turizmini de güneye kaptırmış durumdadır. Ve bu bilimden uzak yönetim günümüzde de devam etmektedir” ifadelerini kullandı.

KRİZİN ÜÇ YÖNÜ…

Sürdürülebilir yaşamın en önemli değişken faktörü olan iklimsel değişimlerin su ve tarım üzerinde yarattığı etkilerden daha önce aşılması gereken gerçek krizlerin varlığına da dikkati çeken Prof. Dr. Yaşar, şu açıklamalarda bulundu: “Bunlardan ilki bilimsel kuraklık krizi… Küresel ısınma dönemlerine ‘Yağmur çağı’ denir. Çünkü her bir derece sıcaklık artışında yüzde 2 gibi bir yağış artışı gerçekleşir. 2000’li yıllara kadar İzmir’in yıllık ortalama yağışı metrekareye 690 kilogram iken şu an 710 kilograma çıkmıştır. İkinci olarak, su ve gıda yönetim krizi… Biz henüz su ve gıda krizi yaşamıyoruz. Şu anda maalesef ki su ve gıda yönetimi krizi yaşıyoruz. Çünkü burada müthiş birçok başlılık var. Üçüncü olarak ise, nüfus, çarpık yerleşme ve çarpık kentleşme krizine dikkati çekmek istiyorum. İzmir’de 1956-1958 arası yaşayan Bodmen isimli bir Alman, çarpık kentleştiğimizi ve tarım alanlarının yerleşime açılmaması gerektiğini ve ovalardan uzak durmamız gerektiği konusunda uyarmıştır. Ancak günümüze baktığımızda Buca, Bornova, Manavkuyu gibi çok önemli tarım alanlarının yerleşime açıldığını, hatta Menderes Ovaları’nın da jeotermale teslim edildiğini görüyoruz. Dünyanın en verimli tarım alanlarını yani…”

‘ACİL HAMLE’ ÇAĞRISI

Özellikle kalabalık şehirlerde yeni su projeleri üretilmenin çok önemli olduğuna da değinen Prof. Dr. Yaşar, “Örneğin, büyükşehirlere göçün önüne kesinlikle geçilmesi gerekir ve nüfusun suyun yüzde 70’inin bulunduğu bölgelere tersine göçün başlatılması için gerekli hamleler yapılmalıdır. Tarım için gerekli suların artık barajlardan kapalı sistemle tarlalara ulaştırılması ve tarlalarda da damlama sulama sistemine geçilmesi gerekir. Çünkü gelişmiş ülkelerde suyun yüzde 40’ı tarımda kullanılırken Türkiye’de bu oran vahşi sulama nedeni ile yüzde 80 gibi devasa boyutlardadır. Özellikle, su açısından çok fakir olan İzmir’de tarım sulamalarında çok acilen damlamaya geçilmeli ve su tarlalara kapalı borularla getirilmelidir. Yeraltı barajlarının planlanması şarttır. Bu konuda geçtiğimiz ay Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli 150 yeni yeraltı barajının planlandığını duyurmuştu. Ayrıca, şehirlerde kanalizasyon sistemleri ile yağmur sistemleri ayrılmalı ve toplanan yağmur suları yeniden barajlara ya da yapılacak olan göletlere yönlendirilmelidir” dedi.

‘ÇİĞLİ’ ÖNERİSİ

Son olarak, büyükşehirlerde yaklaşık 4 yıldır kanalizasyon ile yağmur suyu arıtma tesislerinin yükünü hafifletmek için ayrıştırıldığını söyleyen Prof. Dr. Yaşar, “Ayrıştırılan yağmur sularının denize değil, kesinlikle yeniden barajlara ya da göletlere yönlendirilmesi şarttır. Arıtma tesislerinden arıtılan sular mutlaka yeniden tarımda kullanılmalıdır. İzmir’de Çiğli Arıtmadan çıkan sular kesinlikle Menemen Ovası’na yönlendirilmelidir. Yine kentimizde, sular öncelikle barajlardan verilmeli ve kuyular gerektiğinde devreye girmelidir. Çünkü İzmir’de buharlaşma oldukça fazladır. Yani kullanılmasa da sular buharlaşacaktır. İzmir halen suyunun ciddi bir kısmını da Manisa’daki kuyulardan almaktadır. Bir sonraki aşamada Balıkesir Düvertepe barajından su getirilmesi de planlanmaktadır. Ancak İzmir öncelikle kendi kendine yeter hale gelmelidir. Çünkü bu beklenen sert dönemde bu illerin su vermeme olasılığı çok yüksektir. Şehir şebekelerinde kayıp kaçak oranları düşürülmeli ve sular çok daha dikkatli kullanılmalıdır. Örneğin ABD, Pinatubo Yanardağı’nın patlaması sonucu sıcaklığın 0.5 derece gibi düşmesi nedeni ile artan 1992 kuraklığında rezervuarlarını 1.5 litre kadar küçültmüştür. Türkiye 1992 kuraklığında ise HES barajlarının boşalması sonucu tarihinde ilk kez Bulgaristan’dan elektrik ithal etmek zorunda kalmıştır. Özetle ‘Yağdı’, ‘Yağmadı’ konuşmalarını bir kenara bırakıp suyun verimli kullanımı için projeler üretmeliyiz. Çünkü 2020’lerden sonra daha sert ve daha uzun sürecek bir mini soğuma yani kurak dönemin gelme olasılığı çok fazla” diye konuştu. Yağmur Gülü / Özel Haber