Ekonomik durum, asgari ücretlinin de işverenin de aynı dikkat ve hassasiyetle üzerinde durduğu konuların başında geliyor. ‘Yarın ne olacak?’ sorusu işler iyi de gitse kötü de gitse ilk akla gelen oluyor. Bu kez ekonomiyi İzmir’in duayen sanayicilerinden, Atatürk Organize Sanayi Bölgesi Yönetim Kurulu Başkanı Hilmi Uğurtaş ile konuştuk. Elbette İzmir’i, eğitimi ve dahasını da konuşmayı unutmadık. Uğurtaş sanayicilerin en az beş yıllık planlamalar yaptığını ancak Türkiye’de planlamaların yüzde 100 doğrulukla yapılamayacağının altını çizerek farklı gündemlere takılı kalınması nedeniyle yapısal reformların gerçekleştirilmediğini söyledi. İzmir’de iş yapma kültürüne dair de konuşan Uğurtaş, İzmirli sanayicinin, tacirin ve esnafın eşitler içinde İzmir ürünlerini seçmesi gerektiğini aktarıyor. - Girişi genel bir soruyla yapmak istiyorum. Sanayiciler genel olarak iş planlamalarını en az beş yıllık takvimler dahilinde yapar. 2019’u ve 2020’nin başını dikkate aldığımızda Türkiye’de geniş zamanlı planlar yapmak mümkün mü? Sanayiciler genelde üretim ve tedarik planlamalarını kısa ve orta vade içinde, yatırım gibi stratejik planlarını ise en az beş yıl ve sonrası için yapmak zorundadır. Atılacak büyük bir adımın, yapılacak bir yatırımın planlanması, inşa edilmesi, uygulanması, iyileştirilmesi ve yapılan yatırımın geri dönüş süresi sanayi kuruluşları için çok önemlidir. Bu planlamaların doğru yapılması da kaynakların doğru ve verimli kullanılmasını sağlar. Gelin görün ki Türkiye gibi ekonomisi çok kırılgan ve piyasa şartları hızlı ve çok fazla değişen ülkelerde bu planlamaları yüzde 100 doğruluk ve verimlilik içinde yapmak imkansız.

‘REFORMLARA GEÇEMEDİK’

- Pek çok ekonomist ekonomik gidişatın daha pozitif bir noktaya gelmesi yolunda çözüm önerisi olarak ihracatı işaret ediyor. Siz nasıl bir yol öngörüyorsunuz, 2020 ve sonrasının daha iyi geçmesi için hangi adımlar atılmalı? Çok zor ve sıkıntılı geçen 2018 sonrasında 2019 yılının son çeyreğinde toparlanma işaretleri görüldü. 2020 başındaki durumu iyi olarak değerlendirmek moral ve umut veriyor. Ancak bu değerlendirmeleri yaparken 2018’den gelen baz etkisi de göz ardı edilmemeli. Ülkemizi ihracatta geldiği noktayı değerlendirirken, yakalanan rakamların umut verici olduğunu söylemek mümkün. Ancak ihracatın iç dinamiklerini iyi anlamak zorundayız. İhracatımızın miktar endeksleri artıyor ama birim değer endeksleri çok düşük. Yani ülkemiz ihracatı içinde katma değeri yüksek, yüksek teknoloji tabanında üretilerek ihraç edilen malların oranı hala çok yetersiz kalıyor. Bu ne demektir? Yani daha çok çalışarak daha çok harcayarak, daha çok üreterek ama daha az kazanarak şekillenen bir ihracat ortamı var demektir. Bu görünümün çok hızlı bir biçimde yapısal reformların gerçekleştirilmesi ile değiştirilmesi gerekiyor. Yapısal reform talepleri yıllardır Türkiye’nin gündeminde. Eğitimden, kamu maliyesine, yatırım ortamından, istihdam politikalarına kadar çok geniş bir yelpazede yapılacak çok iş var. Ancak Türkiye çok farklı gündemlere takılı kalarak bir türlü bu yapısal reformları gerçekleştirme düzlemine geçemedi.

‘OKULUMUZ ÖRNEK OLDU’

- Mesleki ve teknik eğitimin önemi ve yetersizliği her fırsatta vurgulanıyor. Öncelikle son dönemde özel sektör ile MEB arasında yürütülen birtakım iş birlikleri oldu. Bu iş birliği çabalarını nasıl değerlendiriyorsunuz, yeterli mi? Ülkemizin nitelik ve nicelik olarak yetişmiş insan kaynağına olan ihtiyacı ortada. İnsan kaynağımız dünya ile rekabet edebilecek ve hatta onları geçebilecek düzeyde olmalı. Özellikle sanayimiz için Ar-GE yapabilen, inovasyon kültürüne sahip, verimli çalışmayı bilen, mesleki yeterliliklere sahip ve çalışma ortamına uygun çalışanlara olan ihtiyaç üst düzeydedir. Bu alanda mesleki ve teknik eğitimin önemi daha da öne çıkmaya başlamıştır. Ancak bugüne değin, kamu hizmeti anlayışı içinde yapılandırılan mesleki ve teknik eğitim, beklentileri karşılayabilecek insanı yetiştirmeye imkan vermedi. Bu sistemin, insan kaynağına ihtiyaç duyan sanayiciler tarafından düzenlenmesi, yapılandırılması ve uygulanması ile çok verimli ve başarılı sonuçlar ortaya koymaya başladı. Bölgemiz tarafından eğitim ve öğretim hayatına kazandırılan Özel İzmir Atatürk Organize Sanayi Bölgesi Nedim Uysal Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi, fiziki şartların oluşturulmasından, öğretmen kadrosunun yapılandırılmasına, öğrenci seçiminden, öğrencilerimize verilen eğitim kalitesine kadar çok başarılı bir örnek haline geldi. Türkiye’de bizim okulumuz gibi başarılı olan birkaç örnek, özel sektörü özellikle OSB’ler içinde bu tür okulları kurma yönünde motive etmiştir.

‘OKULLARI SANAYİCİ YÖNETMELİ’

- Devlet ve özel kurumların ortak çalışma motivasyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Elbette bu gelişmelerde devletin bu tür okullara verdiği destek de çok önemli. Bu ortamda MEB ile meslek kuruluşları, odalar, OSB’ler çeşitli modelleri deniyor. Ancak İAOSB olarak inancımız, bu tür okullarda yap, devlete devret anlayışının dışına çıkılmalıdır. Yani bu okullar sanayiciler tarafından yönetilmeli, sanayinin ihtiyaçlarına göre şekillendirilmeli. Bunun için de en başta bu okulları sürdürülebilir kılacak mali kaynakların yaratılması önem taşıyor. - 2019’da Ar-Ge faaliyetlerine merkezi hükümetin yaklaşık 13 milyar lira bütçe ayırması öngörülüyordu. Bu rakamlar sizce yeterli mi? Diğer cevaplarımda belirtiğim gibi AR-GE ve inovasyon ürünü, katma değeri yüksek, yüksek teknoloji tabanlı üretim yapısı için ayrılan kaynakların miktar olarak, ulaştığı işyerleri, kurumlar ve kuruluşların sayısı olarak artırılması ve çeşitlendirilmesi çok önemli. Bunun için de verilen destek ve teşviklerin çok doğru planlanması ve azami verimlilikte kullanılması sağlanmalı. Bu noktada devletin yönlendirmeleri ve denetimi büyük önem taşıyor. Kısacası, kaynaklar doğru yerde, doğru zamanda, doğru işler için kullanılmalıdır. Ayrılan bütçeleri sadece tutar olarak değil, Türkiye’ye kattığı artı katma değer ile değerlendirmek gerekli. - Diğer yandan özgün, bilimsel makale sayımız ortada. Ayrılan bütçeyi doğru kullanabilecek, yenilik üretebilecek bilim insanlarını yetiştirebildiğimiz söylenebilir mi? İşin bilimsellik kısmına gelindiğinde ise, temel bilimlere dayanmayan hiçbir Ar-Ge ve inovasyon çalışmasının başarılı olması mümkün değildir. Bunun için de temel bilimler alanları güçlendirilmelidir. Eğitim-öğretim sistemleri ve uygulamaları; üretken, yaratıcı, bilgili ve entelektüel insanlar yetiştirecek şekilde organize edilmelidir. Ülkemizde iş bulmanın, para kazanmanın tanımları değişen dünya şartlarına göre revize edilmesi gereklidir. Üretmeden, düşünmeden, denemeden hatta emek vermeden hiçbir şeyin olmayacağı gerçeği içinde; bilimsel bakış, düşünce ve yaşam alışkanlıkları yeniden yapılandırılmalıdır.

‘ÇOĞU DİJİTAL DÖNÜŞÜME UZAK’

- Her alanda bir dijital dönüşüm yaşanıyor. Siz başta İAOSB olmak üzere kentteki sanayi kuruluşlarını yakından takip etme fırsatına sahipsiniz. Sizce İzmirli sanayici bu dönüşüme ayak uydurabiliyor mu? Sanayide dijital dönüşüm için iki temel gereksinim var. Bunlar bu dönüşümü gerçekleştirme gücüne sahip finansal bir yapı ve değişimi gerçekleştirebilecek nitelik ve nicelikte insan kaynağının varlığıdır. Ne yazık ki özellikle KOBİ’lerimiz her iki kaynak konusunda da yoksunluk içindedir. Yaşanan tüm sıkıntılara rağmen dijital değişim için bazı riskleri göze alan işletmelerimiz bu konuda adımlar atıyor. Özellikle Avrupa, ABD gibi gelişmiş ülke pazarlarında yer bulan ihracatçı firmalarımız bir zorunluluk olarak bu değişimin içinde. Ancak, iç piyasaya hitap eden, kaynakları yetersiz KOBİ’lerimiz ne yazık ki bu döngünün dışında duruyor.

‘KAMUDA İZMİR’İN MALI ANLAYIŞI’

- Zaman zaman fikir üretenden, sanayiciye, hammadde tedarikçisinden reklamcısına İzmir’deki tüm üretim paydaşları İstanbul başta olmak üzere başka kentlere iş yaptırılmasından şikayetçi oluyor. Kentin ekonomik aktörleri birbirine sahip çıkabiliyor mu? Kent bilinci ve dayanışması ancak ekonomik gerçekler ile örtüştüğünde anlamlı olabilir. Yani İzmirli sanayici, tacir, esnaf eşitler içinde İzmir ürünlerini seçmelidir. Günümüzün rekabet şartlarında istenen fiyat ve kaliteyi yakalayamayan ürün veya hizmetler, sadece kent tercihi ile pazar bulamaz. Çünkü her işin sonu rekabet gücüne gelmektedir. İzmir olarak iki prensibe odaklanabiliriz. İlki eşitler içinde İzmirliyi seçmek, ikincisi ise bizden iyi olan ürün ve hizmet alanlarında kendimiz geliştirmektir. Bu konuda kamu alımlarına dikkat çekmek isterim. İzmir’de kamu ile iş yapma oranı diğer büyük illere göre düşük. Bu nedenle İzmir firmalarının özellikle İzmir’le ilgili kamu alımlarında daha öne çıkabilmesi, Ankara, İstanbul gibi illerdeki tedarikçiler ile rekabet edebilmesi için çalışmalar yapılmalıdır. Bu çalışmaların en önemli ayağı da kamuda İzmir’in malı anlayışının kabul görmesi için lobi çalışmalarının güçlendirilmesi olmalıdır.

‘ANONİM BİR BİLİNÇ GEREK’

- Son olarak son dönemin en önemli başlıklarının başında ‘İklim krizi’ geliyor. Sanayi ve yeşil enerjinin bir araya gelmesi mümkün mü? İzmir ve İAOSB’de bu açıdan çalışmalar yapılıyor mu? Dünyanın karşı karşıya kaldığı iklim krizi hepimizin hayatını etkilemektedir. Mevsimlerin şaşması, sıcakta, soğukta, yağışta sürekli kabul edilebilir limitlerin aşılması, dünya yüzündeki bitki örtüsünden, su kaynaklarına kadar tüm değerlerde yaşanan olumsuz gelişmeler ortadadır. Bu noktada global iklim krizine karşı durmak için tüm dünya ülkelerinin anonim bir bilinç içinde hareket etmesi gereklidir. İzmir düzeyinde, özellikle İAOSB olarak durumumuza baktığımızda ise bölgemizin kurulduğu günden itibaren kent-sanayi barışı üzerine yapılandırıldığını görüyoruz. Bu birlikteliğin temelinde ise Bölgemizin, çevresel değerlerin koruması ve geliştirilmesi hususundaki hassasiyeti yatmaktadır. Utkucan Akkaş / Özel Haber