Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz günlerde "Paris Anlaşması'nı önümüzdeki ay Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) onaylama kararı aldık. Tüm kalkınma programlarımızı yeşil kalkınma devrimi rehberliğinde yürüteceğiz" dedi. Bununla birlikte; nüfus artışı,  kentleşme,  sanayileşme, doğal varlıkların kontrolsüz tüketimi, ormansızlaşma ile birlikte çevre sorunları ve tüm bu faaliyetlerin çevresel boyutunun yönetilememesi, çevresel kirlilik ve bunlara bağlı olarak ortaya çıkan iklim değişikliği süreçlerinin getirdiği baskılar sonucunda, kaynakların tükenmesi, su kıtlığı, kirlilik, aşırı doğa olayları dünyada olduğu gibi ülkemizde de yaşam için tehdit oluşturuyor. Ekolojik dengenin korunabilmesi için ortaya konan Paris Anlaşması, 12 Aralık 2015 tarihinde Fransa’da gerçekleşen Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) 21. Taraflar Konferansı’nda kabul edilmiş, 2016 tarihinde ülkelerin imzasına açılmıştı. Türkiye ise o tarihten bu yana anlaşmayı meclise getirerek onaylamayı reddetmiş, anlaşmayı onaylamayan son altı ülkeden biri olarak kalmıştı. Şimdi anlaşmanın onaylanmasının ardından Türkiye için yeni bir sayfa aralandığını belirten İzmir Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Helil İnay Kınay, “Önlemleri tartışmaya vaktin kalmadığı, acil olarak uygulamaya geçilmesi gereken bir süreci yaşıyoruz” dedi. ‘2053 KARBON NÖTR’ Paris Anlaşması’yla beraber değişecek başlıkları sıralayan Kınay, “Avrupa Yeşil Mutabakat konusundaki sınırlamalar ve zorlamalar da Türkiye’yi bu sürece iten faktörlerden birkaçı. Dolayısıyla bu süreçte sadece çevre politikaları değil ekonomi politikaları ve iş dünyası ile ilgili de bir döneme girildi. 1- Türkiye, Paris Anlaşması’nın hedefinin sıcaklık artışını 1,5 derecede sınırlamak olduğunu resmi olarak kabul etti. 2- Türkiye, Paris Anlaşması’nı uygulamanın karbon nötr olmak (uzun vadeli net sıfır hedefi almak) olduğunu resmi olarak kabul etti. 3- Karbon nötr olma tarihi olarak 2053 telaffuz edildi. Bu süreç; Türkiye’de yatırım, üretim ve istihdam politikalarında yeni bir süreç anlamına geliyor. Özellikle Avrupa Yeşil Mutabakat da üretici ve ihracatçıların gündeminde olacak. Ülkemizde sera gazı emisyonlarının yüzde 70’inden fazlası enerji sektörü kaynaklı. Dolayısıyla tüm sektörlerde doğru bir planlama ile dönüşüme ihtiyaç olacak. BM’e verilen taahhütler çerçevesinde ağır sanayinin olduğu bölgelerden başlayarak bu sürecin planlanması gerekiyor” açıklamalarında bulundu. SÖYLENEN VE YAPILAN… Türkiye’nin enerji politikalarından söz eden Kınay, “Bir taraftan iklim değişikliği mücadele sürecine ilişkin eylem planları, sera gazı emisyonlarının azaltılmasına yönelik hedefler ortaya konarken diğer taraftan ülkede çevre yönetimine yönelik yürütülen politikaları ve uygulamaları gördüğümüzde söz ve eylem arasında büyük farklar olduğunu görüyoruz. Örneğin; mevcut termik santrallerin yarattığı olumsuzluklar ve verilen muafiyetler ile buna ek olarak yeni planlanan kömürlü termik santral yatırımları göz önüne alındığında bu tek örnek bile eylem ve söylem arasında büyük fark olduğunu gösteriyor. Ülkemizde yatırımların planlanması kapsamında yenilenebilir enerjiye yönelik çalışmaların gerçekleştirilmesi, kirletici sektörlerden uzaklaşılması gerekliliğini her zaman dile getiriyoruz” ifadelerini kullandı. “ZORUNLU TUTULUYOR” Yaptırımlara yönelik açıklamalarda bulunan Kınay, “Fonlar, karbon vergisi vb. ekonomik süreçlerle de zorunluluklar geliyor. Tüm bu dönemde çevre mühendisleri olarak ülkemizin çevre yönetimi ve politikalarına dair yıllardır dile getirdiğimiz, kentleşme, sanayi, enerji, ulaşım, tarım, hayvancılık, madencilik, turizm vb. tüm sektörlerde  planlama sürecinden başlayarak tüm faaliyetlerin çevre boyutunun değerlendirilmesi, yönetimi, izlenmesi ve denetimi sürecinin etkin yürütülmesi, kaynakların  doğru kullanımı ve atık azaltılması yönetimi, döngüsel ekonomi süreçlerinin etken olduğu bir dönemdeyiz. Uluslararası anlaşmalar, Avrupa Yeşil Mutabakat konusundaki sınırlamalar ve zorlamalar ile ekonomi penceresinden çevre yönetimini de zorunlu tutuyor. Ancak gelinen noktada; önlemleri tartışmaya vakit kalmadığı, acil olarak uygulamaya geçilmesi gereken bir süreci yaşıyoruz. Bu noktada yaşamlarımıza sahip çıkabilmek için bireyden, topluma, dünya ölçeğinde ekolojiyi, yaşamı ekonomiye kurban etmeyen politikalara, yönetim anlayışına ihtiyacımız var” diye konuştu. Rana Beyza Öztürk  / Özel Haber