Kadına şiddetin önlenmesinin Türkiye için ne kadar acil bir konu olduğu bir kez daha çok acı tecrübelerle ortaya çıktı. Yakın zaman içinde akademisyen Aylin Sözer İstanbul’da, Selda Taş Malatya’da, Vesile Sönmez ise Gaziantep'te vahşice katledildiler. Bilindiği üzere kadınlar her gün bir yerde cinsel şiddete, tacize ya da tecavüze uğruyor ve yalnızca kadın oldukları için öldürülüyorlar. Üstelik istatistiklere bakıldığında kadınların katilleri çoğu zaman eş ya da partnerleri öldürülme yerleri ise yaşadıkları evleri ya da işyerleri hatta çocuğunda da müşterek çocuklarının yanı..2020 yılında öldürülen 300 kadının 97’si evli olduğu erkek, 54’ü birlikte olduğu erkek, 38’i tanıdık birisi, 21’i eskiden evli olduğu erkek, 18’i oğlu, 17’si babası, 16’sı akraba, 8’i eskiden birlikte olduğu erkek, 5’i kardeşi, 3’ü tanımadığı birisi tarafından öldürülmüştür yani katillerimiz hiç uzağımızda değiller hatta çoğu ile yıllarca aynı yastığa baş koymuşluğumuz var ve çok önemli bir detay daha var... Öldürülen kadınların 181’i de evlerinde öldürülmüştür. Yani güvenli alanlarında…

‘271 BİN 927 TEDBİR’

Adalet Bakanlığınca ‘Kadına yönelik şiddetle mücadelede sıfır tolerans’ ilkesi doğrultusunda 2020'de önemli düzenlemeler hayata geçirildi. 105 adliyede Adli Destek ve Mağdur Hizmetleri Müdürlüğü kuruldu, 271 bin 927 tedbir kararı verildi. Adalet Bakanlığı, mağdurların adli süreçte bilgilendirilmesi ve psikososyal destek hizmetlerinden yaralanabilmesi amacıyla ülke genelinde 105 adliyede Adli Destek ve Mağdur Hizmetleri Müdürlüğü (ADM) kurdu. Müdürlüklerde görevli 803 uzman tarafından şiddet mağdurlarına psikososyal destek hizmetleri verilmeye başlandı. Bu istatistiklere ve tedbirlere bakarak aslında neden insan haklarından kadının haklarını ayırmak zorunda olduğumuzu da anlatabiliriz. müge-arslan-kadin-cinayetleri Bu konuda gereken hukuksal yaptırımların uygulanması gerektiğini söyleyen yen İzmir Kadın Dayanışma Derneği Avukatı Müge Arslan, “Bu kavramlar her ne kadar birbirine içkin olarak görünse dahi, yalnızca kadın olduğumuz için öldürüldüğümüz ve ayrımcılığa uğradığımız sürece konunun burasında daha hassas daha ısrarcı ve daha hatta isyankar olmak zorundayız. İstediğimiz şey yalnızca her türlü ayrımcılığın ortadan kalkması iken yaşanılan şiddeti tanımlamada şiddetin nereden kaynaklandığını düşünmekte fayda var” dedi ve kadına şiddet başlığına yönelik hukuksal düzlemde var olan soruları, Ege Telgraf Gazetesi’ne yanıtladı.

‘SÖZLEŞMENİN KORUYUCULUĞU’

  • Sizce öncelikli olarak hangi politikanın kadına şiddet açısından incelenmesi gerekir?
Yukarıda da kısaca değinmiş olmakla birlikte, temel eksiklik öncelikle bilinç ve bilinçli uygulanan eril politikadır.  Bunu şöyle açıklayabilirim; İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen sözleşmenin asıl adı,  “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olmasına rağmen, Türkçe'ye “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olarak çevrilmiştir. Buradaki temel fark şudur; sözleşme ruhu gereğince ayrımcılık içermez kapsamı geniştir “ev içi şiddet” tanımı ile ayrımcılığa maruz kalan ve evde yaşayan herkese yönelik uygulanan şiddetten bahseder lakin çeviriden de görüleceği üzere bizim hukukumuza ve dilimize “aile içi şiddet olarak”  çevrilmiş hatta bir nevi evrilmiştir. Çünkü biz aile dediğimizde toplumun temel yapı taşının resmi nikah ile oluştuğunu, yuvayı kuran dişi kuşu ve kadının sorumluluklarını anlatmaktan vazgeçmedik. Aile elbette ki değerli, resmi nikahla kurulduysa da değerli imam nikahı ile kurulduysa da değerli, İstanbul Sözleşmesi ile korunmak istenen, Türk Medeni Kanundan daha geniş bir perspektiftir ev içi şiddet dediğimizde himaye altına alınan uluslararası metin gereği evde yaşayan herkestir. Dolayısı ile sözleşmenin maruz kaldığı “aile yapısını bozuyor “eleştirilerini, kapsayıcılığını düşünerek genişletmek Ülkemizdeki resmi nikah ve dini nikah oranlarını da düşünerek Sözleşmenin koruyuculuğunu ele almak gerekir. kadin-cinayetlerinde-izmir-birinci-sirada
  • İstanbul Sözleşmesi bilindiği üzere uzun süre gündemde yer aldı. Sloganlarda ‘yaşatır’ kelimesinin geçtiği sözleşme ile ilgili bir hukukçu olarak neler söyleyebilirsiniz?
  1. Maddesinde Kadına yönelik şiddetin tanımı yapılmış olup “kadına karşı şiddetten” kadınlara karşı bir insan hakları ihlali ve ayrımcılık anlaşılacak ve bu terim ister kamu ister özel yaşamda meydana gelsinler, söz konusu eylemlerde bulunma tehdidi, zorlama veya özgürlüğün rastgele bir biçimde kısıtlanması da dahil olmak üzere, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar ve acı verilmesi sonucunu doğuracak toplumsal cinsiyete dayalı tüm şiddet eylemleri olarak anlaşılacaktır” denilmekte ve sözleşmenin 42. Maddesinde de “mağdurun kültürel, sosyal, dini ya da geleneksel olarak kabul gören davranış normlarını ihlal etmesi de şiddete gerekçe olarak gösterilmemektedir.” Hükmü gereğince de kadını olası tüm şiddetten korumayı hedeflemektedir. İstanbul Sözleşmesi tamamıyla uygulandığında, tam da tüm sloganlarda geçtiği gibi “yaşatır” çünkü kapsayıcıdır. Devletin tüm kurumlarına, tüm kamu kurumlarına, sivil topluma, hatta komşulara yani herkese sorumluluk yükler. Üstelik bütüncüldür. Şiddeti önlemeyi, önleyemediyse maruz kalanı korumayı, maruz bırakanı etkin olarak yargılamayı ve kökten olarak çözmek için politikalar oluşturmayı gerekli kılar ve bu sebeple devlete sorumluluklar yükler. Hatta o kadar kusursuzdur ki, Yüklenilen sorumluluklar yerine getirilmiş mi diye de kontrol mekanizması ile raporlar tanzim edilir. İstanbul Sözleşmesi'nin denetim organı olarak bilinir ve adı GREVIO'dur.
- Peki, bizler kadın cinayetleri konusunda neleri yapmadık yahut eksik yaptık eleştirisini yapmamız gerekirse bu konuda neler söyleyebilirsiniz? Biz neleri yapmadık ya da eksik yaptık ya da geliştirebiliriz dediğimizde, şiddet gören ya da görme tehlikesini hisseden kadınların derhal erişimi için kurmamız gereken bir telefon ağı ve her dilde erişim seçeneklerini oluşturmamız gerekir iken, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı “Alo 183 Sosyal Destek Hattı”nı ve  Emniyet Genel Müdürlüğü Kadına Şiddete Karşı Destek Hattı (KADES) uygulamasını aktive etti. Lakin KADES uygulaması akıllı telefonlar ile kullanılabilir iken Alo 183 ise yalnızca kadınlar için kullanılan ve dil seçeneklerinin mevcut olduğu bir hat değildir, bununla birlikte, Varlıkları çok değerli olsa dahi ŞÖNİM’ler (şiddeti Önleme ve İzleme Merkezleri ) ile Sığınma evleri -belediye yasasına ve İstanbul Sözleşmesine rağmen yetersiz olup kadınların özgürleşmesi ve ekonomik hayata katılması  adına verilmesi gereken çocuklarına bakım hizmeti ile finansal destek henüz istenilir düzeyde değildir. Biz bugün, 24 Kasım 2011 tarihinde TBMM’de görüşülerek AK Parti,  CHP, MHP ve BDP’nin oybirliğiyle onaylanan İstanbul Sözleşmesi gereğince nasıl Bütüncül politika oluşturup Toplumsal Cinsiyet temelli şiddeti nasıl yok ederiz diye konuşmamız gerekirken; İstanbul Sözleşmesini Anayasamızın 90. Maddesine rağmen tartışılabilir kılıyorsak yerine ne koyacağımızı düşünmemiz gerekir. Kadın cinayetlerine önce hukuk sonra ekonomik bağımsızlık dur diyor. Çünkü bugün bile, evinde şiddet gören bir kadın; destek hattına ulaşamadan ölüyorsa, destek hattına ulaşsa dahi, uzaklaştırma kararlarının ve kolluk kuvvetlerine şikayetin koruyuculuğuna güvenmiyorsa, sığınma evlerinin yetersizliğinden, daha sonra ekonomik olarak devletin sunacağı imkanların hayat şartları gereğince azlığından, çocuğuna bakım evi sunulmazsa ekonomik hayata da atılamayacağı ve bu maddi yükümlülüklere de birden katlanamayacağı gerekçesi ile şiddete boyun eğmeye  devam ediyorsa elimizi taşın altına koymalı ve Nazım Hikmetin mısralarını biraz  hatırlamalı sanırım “  — demeğe de dilim varmıyor ama —  kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!”

‘ÖZGÜRLEŞMENİN ÖNÜNÜ AÇMAK GEREK’

  • Kadın cinayetlerinin yasalarla önüne geçilmesi gerekiyor. Fakat bunun dışında en kalıcı ve uzun vadeli çözümü nerede görüyorsunuz?
Şimdi kadınların fark ettiği tam da bu, biz artık özgürleşebildiğimizi keşfettik, ekonomik olarak bağımsız olabileceğimizi, siyasi karar mekanizmalarında iş gücünde ve yaşamın her alanında eşit haklara sahip olmamız gerektiğini biliyoruz, ama bu bize yüklenen rollere aslında aykırı ve erkeklere yüklenen roller gereğince kolaylıkla sahip oldukları tahtlarında ki yerlerini de sarsıcı. Yani cinsiyetçi olmak ve eril politikaların devamlılığını sağlamak, mevcut düzeni bozmaz ve toplumun yarısı olan kadınlar ile rekabeti gerekli kılmaz. Örnek olarak; kadın en güzel kıyafetini giyip sokağa çıktığında, sokak ortasında öldürülmesi sebebi ile erkeği tahrik ettiği düşüncesi ise büyük cezai indiriminden faydalandırıp, erkek fail en güzel kıyafetleri ile mahkeme huzuruna çıktığında ise “iyi hal” indirim sebeplerinden bahsediyorsak maalesef ki cinsiyetçi bakış açısından söz edebilir, cinsiyet eşitliğini sorgulayabiliriz. Özetle; Kadın cinayetlerine karşı, toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı toplumsal bilinç geliştirilmeli yasaların topluma yansıma süreci beklenmeden Kadına karşı ayrımcılığı önlemek ve kadın cinayetlerini durdurmak için uygulanan hukuksal düzenlemelere ek olarak, kadınların toplumsal hayatta sosyal ve ekonomik bağımsızlıklarını güçlendirecek düzenlemeler ile kadının özgürleşmesinin önünü açmak gerekmektedir. Tam ve etkin sağlamak ise öncelikle Anayasa gereği devletimizin sorumluluğundadır. Rana Beyza Öztürk / Özel Haber