Kamu bankalarının yönetimlerinde neden iş dünyası temsilcileri yok?
Üç kamu bankasının özelleştirilmesi, 1990’lı yıllarda ekonomi gündeminin değişmez başlıkları arasındaydı. 2002’de başlayan AKP iktidarı ile bu durum değişmedi. Ziraat Bankası, Halkbank ve Vakıflar B...
// ÖZELLEŞSİN DİYENLER NEREDE?
Elde kalan ve para eden varlıkların başında kamu bankaları gelmesine rağmen, “özelleştirilsin” diyenlerin sütre gerisine yattıkları görülüyor. Devletin bankacılık gibi ekonominin en kritik sektöründen tamamen çıkması bence de doğru değil. Ancak bankaların spekülasyon aracı olarak kullanılmaması şartıyla…
2019 başından bugüne dolar kurunun 7 TL’yi aşmaması için 100 milyar doların üzerinde rezervin çarçur edilmesi, “arka kapı” politikası ile kamu bankaları kullanılarak yapılmıştı.
(Kısa bir not: AKP hükümetlerinde uzun yıllar Ekonomi Bakanlığı yapan Ali Babacan, çarçur edilen rezervin 120 milyar dolar olduğu görüşünde.)
Merkez Bankası’nın kasaları boşalınca “rekabetçi kuru savunuyoruz” söylemi duyulur oldu.
“Madem rekabetçi kuru savunuyordunuz, milletin dişinden tırnağından artırarak kazandığı dövizleri, dolar 7 TL’yi aşmasın takıntısı uğruna neden satıp savdınız?” sorusunu ise kimse sormadı…
Uzun yıllar özelleştirme sürecinde kalan üç kamu bankasının 2019 sonu itibarıyla Türk bankacılık sektörü içindeki payı yüzde 32,7, banka kredileri içindeki payı ise yüzde 45 seviyesinde bulunuyor.
Pandemi döneminde kullandırılan kredilerde de aslan payını Ziraat Bankası, Halkbank ve VakıfBank alırken, bu üç bankanın yönetimlerinde iş dünyası temsilcilerinin de olması gerekiyor.
Bu sütunlarda kamu bankalarının Yönetim Kurulları’nda, bankacılıkla ilgisi olmayan eski siyasetçilerin yer almasını eleştirmiştik.
// İŞ BANKASI VE LİYAKAT…
VakıfBank yönetimine atanan milli güreşçi ve “sahte diploma hükümlüsü” Hamza Yerlikaya, bu isimler arasında en dikkat çekeni idi. İş Bankası Yönetimi’nde sadece Atatürk’ün hisselerini temsil amaçlı bulunan ve hiçbir icra yetkisi bulunmayan CHP’lileri eleştiren hükümetin, üç kamu bankasının yönetimine sektörle alakası olmayan partili kişileri ataması izaha muhtaç bir çelişki olsa gerek.
(Bir başka kısa not: Görevim elbette CHP’yi övmek değil ama Atatürk’ün kurucu hisselerini temsilen İş Bankası Yönetim Kurulu’nda yer alan Rıdvan Selçuk, Fazlı Bulut, Durmuş Öztek ve Hakan Özyıldız’ın özgeçmişlerine okurlarımın göz gezdirmesini salık veririm. Hepsi birbirinden deneyimli ve eğitimli bu üyelerin liyakat ilkelerine göre atandığını samimiyetle söyleyebiliriz. Bknz: https://www.isbank.com.tr/bankamizi-taniyin/yonetim-kurulu-uyeleri )
Attıkları her adımda Türk bankacılık sektörünü ve iş dünyasını etkileyen kamu bankalarının yönetim kurullarında Türk iş dünyasının temsilcileri yer almıyor.
Ziraat Bankası’nın tarımı, Halk Bankası’nın esnaf ve iş dünyasını, Vakıflar Bankası’nın vakıflar ve sivil toplumu desteklemek amacıyla kurulduğunu hatırlamamız gerekiyor. Bu bankaların operasyonel kararlarını verirken, iş dünyasının hassasiyetlerini gözetmelerini beklemek hakkımız olsa gerek.
Gazeteci olarak bu durumu dile getirmemiz münferit olarak etkili olamaz kuşkusuz.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ve Türkiye Esnaf Sanatkârlar Konfederasyonu (TESK) başta olmak üzere TÜSİAD, TİM, TİSK, MÜSİAD gibi iş dünyası örgütlerinin de bu konuda talepkâr noktada olmaları gerekiyor.
// MEŞHUR İKTİSAT TEORİMİZ MAALESEF BAŞARISIZ OLDU
Pandemi dönemine hazırlıksız yakalanan ekonomilerin başında Türkiye geliyordu. Merkez Bankası’nın net döviz rezervleri –swap işlemleri çıkıldıktan sonra- eksiye düşerken, Bankanın ihtiyat akçesine muhtaç hale gelindi. Türkiye, bu süreçte yaşattığı yoğun kredi genişlemesi ile kamu bankalarının amaçları dışında işlev yüklenmesini sağladı.
Kamu bankaları, zararına dağıtılan bu kredilerin aracıları oldular. Haziran ve Temmuz aylarında konut, taşıt, ihtiyaç, tatil gibi tüketim odaklı kredi genişlemesinde makro dengeleri iyice bozmaya başlayınca geri adım atıldı. Geçen hafta Merkez Bankası tarafından faizde yapılan 200 baz puanlık artış sonrasında, “bedava kredi” döneminin tamamen geride kaldığını söylemek mümkün.
Bu durum Sayın Cumhurbaşkanı’nın uzunca bir süre altyapısını tamamladıktan sonra uygulamaya koyduğu “Faiz inerse, enflasyon da düşer” cümlesiyle özetlenen teorisinin de başarısızlığını kanıtladı.
Merkez Bankası’nın bağımsızlığına zarar verme pahasına talimatla düşürülen, hatta reel olarak eskiye indirilen faizler, enflasyonun yükselmesine engel olamadı.
Bu köşede yayınlanan 15 Temmuz 2019 tarihli yazımızda, “Faiz düşerse enflasyon düşer”
teorisini uygulayalım, bu merakımızın neye mal olacağını görelim” başlıklı bir yazı kaleme almış ve özetle şunu demiştik:
// BAŞARISIZLIĞIN FATURASI KİME?
“Peki ya haklı çıkmazsa…
Bunu hiç düşünüyor muyuz?
Sonuçlarının ne kadar ciddi olacağını, piyasaya verilecek TL likiditesinin dövize yönelmesi ile kurlarda ciddi bir sıçrama yaşanma olasılığı hiç aklımıza geliyor mu?
Kurlarda yaşanacak tırmanış –tıpkı 2018 Eylül ayında olduğu gibi- enflasyonu patlatır, enflasyon bu kez çok daha derin ve içinden çıkılmaz maliyetleri önümüze koyarsa ne yapacağız?
Sayın Cumhurbaşkanı ve onun teorisine destek veren ekonomistlerin “Rus ruleti”ni oynamadan önce, hepimizi tatmin edecek açıklamalar yapması gerekiyor.
Her başarısızlığa “dış güçler” gibi muğlak kılıf uydurmada pek mahir olanların, bu meşhur teori tutmadığında işin siyasi ve ekonomik maliyetini üstlenmelerini istemek hakkımız olsa gerek…”
Sözün bittiği yerdeyiz…
Meşhur ve dünyada ilk kez bizim uyguladığımız iktisat teorisi başarısız oldu.
Enflasyonun sebebinin faiz olmadığını anlamamız için bu yoksul halkın 100 milyar dolarlık dövizini satıp savmak mı gerekiyordu. Maliyeti bu kadar astronomik olan dersimiz bitti.
Şimdi sorumlulardan iki çift izahat beklemek hakkımız olsa gerek.