Ege Telgraf'ın sorularını yanıtlayan İzmir Çevre Gönüllüleri Platformu (İZÇEP) Sözcüsü Merih Yücel, son dönemde tartışılan birçok konuya dair önemli açıklamalarda bulundu. Yücel, İzmir'in yakın gelecekte susuzluk tehdidiyle karşı karşıya olduğunu vurgulayarak, kente dair pek çok çevre sorunu bulunduğunu ve yürüttükleri ekoloji mücadelesinde İzmirlilerin desteğini beklediklerini kaydetti.
  • Platformunuz nasıl kuruldu? Hangi yıl faaliyete başladınız?
Biz İZÇEP olarak daha önce TEMA İzmir Şubesi'nde görev yapıyorduk. TEMA'nın ilkeleri doğrultusunda görev yapıyorduk, fakat daha sonra kurum kapatıldı. Orası kapatılınca birikimlerimizle birlikte ayrı bir grup kurduk. Daha sonra TEMA yeniden açılınca arkadaşlarımızın bazıları oraya geri döndü. Gönlümüz oradan yana kalsa da, mücadeleyi burada sürdürmeye devam etme kararı aldık. Önümüzde Hayrettin Karaca gibi bir önderimiz vardı ve hep onu örnek aldık. Bize pek çok bilgiyi kendisi aşıladı. Artık İZÇEP olarak yolumuza devam ediyoruz. Vakıf oldukları için yapıları farklı, bizim farklı. İZÇEP 2014 yılında kuruldu. Altı yıldır çalışıyoruz.
  • Kaç yıldır ekoloji konusunda çalışıyorsunuz?
TEMA zamanından bu yana, yani 2000 yılından bu yana çevre mücadelesinin içerisindeyim. Emekli biyoloji öğretmeniyim. Senelerdir eğitim veriyorum. İnsanlara çevre bilinci aşılamaya ilk önce kendi öğrencilerimle başladım. Kendimi bildim bildim bileli, ekolojinin ve çevrenin üzerine eğiliyorum. Çocuklara bir şey anlatmam gerekiyor, çünkü kendimi borçlu hissediyorum. Biz bunun için emekli öğretmenlerden oluşan bir eğitim gurubu kurduk. Ve okullara giderek eğitim vermeye devam ediyoruz. Tüm bu çalışmaları gönüllü yapıyoruz. İZÇEP olarak tüzel bir kişiliğimiz yok. Bu yüzden Milli Eğitim Bakanlığı ile doğrudan bağlantı kuramıyoruz. Bunun yerine Konak Kent Konseyi, İzmir Kent Konseyi gibi üye olduğumuz kurumlar vasıtası ile Milli Eğitim ile irtibata geçerek eğitimcilerimizi görevlendiriyoruz. Esas başarı eğitim verdiğimiz kimseler ve okulları kazanmak oluyor. Bu yüzden çok mutlu oluyoruz. Son bir yılda yaklaşık 30 bin öğrenciye ulaşarak çevre eğitimi verdik. Bugüne dek toplamda 150 okula gittik.
  • Çevre konusunda ne gibi çalışmalarınız var? Faaliyet alanlarınız nelerdir?
Çevre ve ekolojiyi ilgilendiren tüm konularda mücadele ediyoruz. Bunun içerisinde maden ocakları, rüzgar enerji santralleri, termik santraller ve daha birçok konu var. Aslında sermaye ile mücadele ediyoruz. Bu ayrı bir zorluk. Sermaye her yere el koyuyor. Her zaman önümüze sermaye çıkıyor. Yalnız İzmir değil, her yer sermaye tarafından kuşatılmış durumda. Muğla'da, Manisa'da, Uşak'ta, Erzincan'da ve Türkiye'nin dört bir yanında madencilik faaliyetleri yürütüyor. Her noktada halk ayaklanıyor. Halkı uyandırmak ve halkın gücünü görmek lazım.
  • Örgütlenme çalışmalarınız var mı? Yeni nesilden beklediğiniz ilgiyi görebiliyor musunuz? Gençlerin ve çocukların çevre duyarlılığıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Bizim esas görevimiz aslında eğitim. Yeni nesil her şeyin farkında, her şeyi çok iyi biliyor, çok da donanımlılar. Ama çok çabuk unutan bir nesil. Gençleri yanımızda görmek istiyoruz. Ama ya okulları, ya da meslekleri buna engel olabiliyor. Bizim amacımız onları bilinçlendirmek ve bilgilendirmek. Kim hangi partiden olursa olsun, önemli değil. Bizim derdimiz onlara bir yol açabilmek.
  • Çok farklı ilçelerde ve çok farklı alanlarda eylemleriniz oluyor. Yörelerin halkından beklediğiniz desteği alabiliyor musunuz?
Halkın mücadelesi noktasında hep eksik kalıyoruz. Çünkü insanlar korkuyor. Halk nasıl eylem yapıp mücadele etsin? Bir bölümü zaten o yöredeki maden ocağının çalışanı olmuş. Yakın zamandan örnek vermek gerekirse, bugün Efemçukuru'nda İzmir biraz duyarsız kaldı. İnsanlar maden zaten 20 kilometre uzakta, bunun bize etkisi olmaz diyor. Halbuki 2011 yılında davayı kazandık. Daha o yıl limitin 17 kat üstünde kadmiyum bileşeni bulundu. Bu rakam dünya ortalamasının da üstüdür. Orada yeraltı suları zehirlendi. Köylülerin su kuyuları taştı. Su analizlerinde ağır metaller bulundu. Maden şirketi itiraz etti. Hazırlanan 107 sayfalık rapor geri çevrildi. İzmir dışından gelen bilirkişi heyeti yeni rapor hazırladı. Çıkan bu yeni rapora göre de, madenin yeraltı suları ve toprağa etkisi yoktur dendi. Ve bu maden ocağı daha sonra davayı kazanıp kapasitesini 2,5 kat daha arttırdı. Biz buna itiraz ettik ve şimdi yargı süreci devam ediyor. Ancak maden çalışmaya devam ediyor. 2011 yılında o bölgede bu maden çalışmaya başladı. Önce köylülerin topraklarını kamulaştırmaya başladılar. Toplamda 35 köylünün arsası kamulaştırıldı. Buna karşı açılan davada köylüler sadece savaş zamanında kamulaştırma yapılabilir şeklindeki mahkeme kararı sayesinde tekrar arsalarını geri aldılar. Ancak daha sonra maden firması fahiş fiyatlar ödeyerek toprakların hepsini satın aldı. Fakat bir tek kişi mücadelesinden vazgeçmedi, inat etti, Ahmet Karaçam isimli yöre sakini toprağını satmadı. Sırtında tüfeği ile dağda gezerek hayvanlarını otlatıyor. Orada madenin ortasında tek başına direniyor. Halkı madene işçi olarak alıp çalıştırmaya başladılar. Yöredeki insanlar emeklileri garanti oldu diye sevindi. Şimdi çoluk çocuk madende maaşlı olarak çalışıyor. Buradaki halk tarım ve hayvancılık ile uğraşıyordu.
  • Efemçukuru'ndaki bu gelişmeler gelecekte İzmir'i nasıl etkileyecek?
Altın, para, suyun yerin tutabilir mi? Böyle bir şey olabilir mi? İzmir'in suyu tehdit altında. Gelecekte susuz kalabiliriz. Böyle bir tehlike var. Madenlere verilen bu izinlerde yetki daha önce belediyelere aitti. Geçmişte İzmir Büyükşehir Belediyesi Efemçukuru'nda faaliyet gösteren bu maden ocağını mühürlemiş ve faaliyetlerini durdurmuştu. Sonradan ruhsatları İl özel idareleri vermeye başladı. Şimdi verilen ruhsatların sayısı da arttı. Buradaki madenin çevreye verdiği zararları TBMM'de dahi anlatıldı ama ne yazık ki derdimizi dinletemediler. İZSU Genel Müdürlüğü'nün görevi halka temiz su sağlamak. Bunun için çalışıyorlar. Fakat madenin o bölgede faaliyetlerini nasıl yürüttüğünü bilmiyoruz, ne yaptıklarını bilmiyoruz. Gelecekte İzmir susuz kalacak. Şu anda Gördes Barajı'ndan su getirmeye çalışıyorlar. Ancak o baraj da su kaçırdığından ötürü su sağlanamıyor. Bu da ilave bir masraf ve biz bunu vatandaşlar olarak ödemek zorunda kalıyoruz. Suya gelen zamlar, faturalardaki ilave katı atık bedelleri hep bu yüzden artıyor. Bütün bu masraflar kamuya kalıyor. Çünkü halka temiz su dağıtılmak zorunda. Çamlı Barajı'nın mutlaka ve mutlaka yapılması gerekiyor. Ayrıca Efemçukuru bölgesinde İzmir'in en temiz suyu var. Buradaki su havzasında arsenik de yoktu. Fakat şimdi maden yüzünden sulara zararlı maddeler salındı ve arsenik oranı da arttı. Arsenik kanserojen bir maddedir. Efemçukuru'nda arsenik kullanılmıyor ama yüzdürme sistemi var. Ardından yakma işlemi söz konusu. Fakat çıkan cüruf ne yapılıyor bilmiyoruz. O bölgede organik tarım yapılıyor. Büyükşehir Belediyesi köylülere organik tarım için destekler sağladı. Madenin çevresinde üzüm yetiştiriyordu. Şu anda bir sıkıntı yok. Ancak içme suyu belediye tarafından sağlandığı için temiz. Köye temiz içme suyu sağlanabiliyor. Fakat kullanılan su, yetişen ürünler tehdit altında. Bu gıdalar yeniyor. Tarımsal üretimde kullanılan su kesinlikle tahlil edilmeli. Erman Şentürk / Özel Haber