Kenti, semt semt yazıya döken İZMİRİM serisinin ikinci kitabı geçtiğimiz aylarda Heyamola Yayınları tarafından basılarak raflarda yerini almıştı. Pek çok değerli çalışmanın yer aldığı seride Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Akademisyenlerinden Doç. Dr. Yurdagül Bezirgan Arar’da 95'in Kahvesinden Karataş'a İngiliz Bahçesi Yokuşu adlı kitabıyla yer alıyor. Arar kentin en önemli hafıza duraklarından biri olan Karataş’ı konuştuk. Son dönemdeki yüksek hızda sokakların, semtlerin ve kentlerin giderek değiştiğini insanların ise bunu fark etmekte zorlandığını belirten Yazar, tarihi bir semti kendi çocukluğunun penceresinden okuyucuya sunuyor. - Kitap bölgenin tarihini de barındırıyor. Öncelikle hazırlık aşaması nasıl oldu diye sormak istiyorum? Bildiğiniz gibi bu kitapların ilk serisi 2011 yılında yazılmıştı. Yayınevinden Fergül Hanım ile kişisel bir ilişkimiz vardı ve ben ikinci serinin yazılacağını duymuştum. Bu seriye dahil olma teklifini ben kendim götürdüm. İnsanların çocuklarına, maziye dair bir özlemleri bulunur. Eskinin güzellemesini yapmak ve bir şekilde anlatma eğilimi taşırız. Benim de benzer şekilde bir takım anılarımı, çocuklarım okusun diye yazma isteğim vardı. Serinin öncesinde ve sonrasın yazan birçok yazar eski İzmir’e benden daha vakıf. Benim anılarım biraz daha yakın bir geçmişe dayanıyor. Ben, çocukluğu 1980’lerde geçmiş biriyim. Çocukluğum ve ilk gençliğimi geçirdiğim bu bölgeye, yıllar sonra ayrıntılı olarak gitmem de kitap vesilesiyle oldu. Çantamı, fotoğraf makinamı alarak farklı bir gözle burayı gezdim. Benim için büyük bir heyecandı. Tabii günlük yaşamda iş başta olmak üzere çeşitli sorumluluklardan dolayı aksaklıklar yaşansa da çalışmayı bitirdim. Yayınevi kurgu, anı veya tarihi çalışma gibi farklı tarzlarda yazma imkanı sunuyor. Ben daha gerçekçi bir yaklaşım benimseyerek söyleşiler yaptım, fotoğraflar çektim ve kendimce bir metin ortaya çıkardım. Bunu hazırlanırken geçmişinize dönüyorsunuz elbette bu çok keyifli bir durum. Bıraktığınız şeyleri yerinde bulabiliyorsanız güzel.

‘GEÇMİŞİN İZLERİ KEYİFLİYDİ’

- Yaklaşık 40 yıl öncesinden bahsediyoruz. Siz bıraktıklarınızı bulabildiniz mi gittiğinizde? Tek tük birkaç insanı, çok az sayıdaki mekanı yerinde bulabildim. Bölgede çok şey değişmişti. Elbette zaman akıyor ve siz geriye döndüğünüzde aynı şekilde bulamıyorsunuz. Yaş geçtikçe bunu öğreniyorsunuz elbette ancak bu tecrübeyle daha da emin olmuş oldum. Sadece bu şekilde somut değişiklikler değildi aslında oluşan. Burada kalan insanların, bölgeye dair bakış açısının, buraları algılayışının da değiştiğini görüyorsunuz. Geçmişinize dair izler bulmak size keyif verirken, yitip giden değerler içinde hüzünleniyorsunuz. Tüm bu duygular içinde bir eser ortaya çıkardık.

‘GİDEN DE VAR KOPAMAYAN DA’

- İnsanların, içinde yaşadığı bu alana dair bakış açısının değiştiğini söylediniz. Karataş’ta dün ya da bugün yaşayan insanları farklı kılan özellikler var mıydı? Ve geçmişte bakış açıları nasıldı ki, bugün yitip giden bir algıdan bahsediyoruz? İzmir kent olarak çok kültürlülük deneyimini yaşamış bir yer. Nispeten bu sosyal doku değişse dahi bunun getirdiği kültürün güncel bir versiyonuyla devam ettirebilmiş bir yer İzmir. Geçmişte Yahudisiyle, Ermenisiyle, Türküyle, Rumuyla birlikte yaşayarak bu dokunun kökenini atmışlar. Tabii bahsettiğimiz bu insanlar yavaş yavaş ortadan kaybolmuş. Dönüp baktığımızda, örneğin geçmişte Yahudi ya da Ermeni arkadaşı olduğundan bahseden insanlar bu kişilerin çekip gittiğini de cümle sonuna ekliyor. Ve gidip konuştuğunuzda bu şekilde bir tarihe sahip insanlar, bu belleklerinden çok keyifle bahsediyor. Karataş ve Karantina çevresi de bir dönem Yahudilerin çok yaşadığı bir alan. Bugün özel bir hastane olan yer geçmişte Yahudi Hastanesi idi örneğin. Yazmak için oraya gittiğimde hala orada kalmaya devam eden az sayıda esnaf ya da komşu ile görüşme fırsatı buldum. Buradan herkesin gittiğini söylüyorlar ki siz de bunu görüyorsunuz. Çünkü bu alan, buradaki kimi insanlara da dar gelmiş. İnsanlar daha rahat ve konforlu gördükleri yerlere gitmiş. Ama bunun yanında buradan kopamayan kişiler de var. Narlıdere’ye yerleşmiş örneğin ancak Karataş’ta küçük bir dükkanı var ve bunu kapatmayı asla düşünmemiş. - Görüşmeler sırasında, sizi en çok etkileyen ne oldu? Öne çıkan hikayeler ya da durumlarla karşılaştınız mı? Aslında her görüşme, kendi içinde etkileyiciydi. Bazı şeyler sizin kişisel belleğinizde önem arz eder ve sizi duygusal olarak çok etkiler. Bunlar başka insanlar için de ister istemez değerli ve etkileyici olabilir. Örneğin görüşme yaptığımız kişilere, kitabı çıktıktan sonra götürdüm. Bu onları çok mutlu etti ama birkaç ay sonra iki kişinin ölüm haberini aldım. Yaşlı ve hastaydı ikisi de. Bunu öğrenmek beni çok üzdü. Düşünsenize birileri size geçmişe dair kişisel anılarını anlatıyor ve siz bunları kayıt altına alıyorsunuz. Bu fikir size hüzün verdiği kadar iyi de hissettiriyor.

‘DEĞİŞİMİ FARK ETMEK ÇALIŞMAYA İTTİ’

- Karataş’ta sizin ve başka belki birçok insanın kişisel tarihi var. Kente ait bir bellek var. Ancak bugün baktığımızda belki çok sayıda insan bunlardan tamamen habersiz olarak her gün gelip geçiyor. Bu size ne hissettiriyor? Baktığımızda benim de canımı sıkan bir şey oldu bu zaman zaman. Çünkü siz bir heyecan duyuyorsunuz bu geçmişe karşı az önce de söylediğim gibi. Bu heyecanla geriye gittiğinizde, o sokakları, caddeleri, insanları yazacağınızı söylediğinizde burada geçmişte de yaşamış ya da daha güncel olarak bu alanda barınan, ekmeğini ve suyunu tatmış insanların sizin kadar heyecan duymadığını görebiliyorsunuz. Yaptığınız şey, oraya ait hisleriniz kimi insanlar için bir şey ifade etmiyor ki bu dediğim gibi bazen rahatsız edici olabiliyor ve motivasyonunuzu da kırabiliyor. Ancak baktığınızda bu konuyu çok fazla sahiplenenler olduğunu, geçmişi çok önemseyen insanları da görüyoruz. Yine de temel anlamda düşündüğümüzde gündelik akış içinde yaşadığımız yerin ya da kentin ne kadar değiştiğini anlayamıyorsunuz. Ben dahi yaşım ilerledikçe bir şeylerin daha çok ayrımına varmaya başladım bu anlamda sanıyorum. Kentin o müthiş hızlı ve bana kalırsa zararlı dönüşümünü gördükçe dert etmeye başladım sanırım. Geçmişte İzmir’den ayrılamayacağımı düşünen bir insandım ancak artık kentin ne kadar hor kullanıldığını ve bu bozulmanın önüne geçecek adımların gerek yerel kurumlar gerek insanlar tarafından atılarak, sahiplenilmediğini gördükçe bu fikrim değişmeye başladı sanırım. Ve bu değişim, geçmişte farklı bir şeylerin burada var olduğunu bildikçe dert edinmeye başladım. Bundan itibaren kentin benim sevgilim olduğuna dair bir his oluştu bende ve ben bu kenti kıskanmaya başladım.

‘HIZIN İÇİNDE GÖRMÜYORUZ’

- Neden böyle bir değişim yaşanıyor sizce? Siz neye bağlıyorsunuz bunu? Ve önüne geçilebilir mi bu unutma halinin? Elbette göç bir etmen. Kent dışarıdan göç alıyor ama unutmamak gerek ki bu her dönem olmuş bir durum. Yine çevreye doğru fiziksel olarak da İzmir büyüyor. Ancak yeni bir takım dinamiklerin de etkili olduğunu görüyoruz. Örneğin sosyal medya. Hashtag ile paylaşımlar yapıyoruz ve şehri bir çekim merkezi haline getiriyoruz. Ve insanlar daha mobil olduğu için belli alanlar çok çabuk bir şekilde keşfedilip tüketilebiliyor. Seferihisar örneğin. Bir dönem ‘Yavaş Şehir’ olarak nitelendirilen ve gerçekten de 15 yıl öncesine kadar da yavaştı. Ancak bugün bakıyorsunuz çok hızlı ve belli dönemlerde iğne atsan yere düşmeyecek durumda. Bu durum, sadece ilçeyi değil orada yaşayan insanları bile değiştirdi. Kimse bu dönüşümü fark edemedi bile. Dolayısıyla bu hızda buna ilişkin bir bellek de oluşturamıyorsunuz. Bir mekanın kapandığını, bir binanın yıkıldığını, bir sokaktaki heykelin taşındığını göremiyorsunuz. Bu nedenle ben bir şeylerin daha çok kayıt haline alınarak belki bir ivme kazanabileceğimizi düşünüyorum. Daha çok fotoğraf çekmeliyiz örneğin. Bir bölgenin, bir semtin belli dönemlerde görüntüsünü kayıt altına almalı ve rutinden çıkan doneleri arşivlemeliyiz. Çünkü anlatmak istediğinizde ihtiyaç duyacağız. Bu ve diğer kitaplar da bu anlamda değerli. Ve devamları geleceğini düşünüyorum. Utkucan Akkaş / Özel Haber