İçişleri Bakanlığı'nca Koronavirüsüne ilişkin önlemler alındı. Buna göre; özellikle hizmet sektöründe yer alan kafeterya, kır bahçesi, spor ve oyun salonları başta olmak üzere birçok kurum geçici süre ile faaliyet durdurdu. Tüm bu gelişmeler karşısında kişiler, sağlık açısından alınan kararları olumlu olarak değerlendirse de, ileriki süreçte nelerle karşılaşacağını merak ediyor. Korona virüsünün bir ‘pandemi’ olarak öngörülemez bir mesele olduğuna dikkati çeken Avukat Cihan Türsen, “Borcumu nasıl ödeyeceğim?’, ‘Haklarım ne olacak?’ soruları karşısında Türk Borçlar Kanunu’nun 138’inci maddesinde yer alan mücbir sebep yani ifa imkansızlığı ile ilgili maddeyi hatırlattı, merak edilen her şeyi Ege Telgraf okurları için anlattı. Öncelikle mücbir sebep ve ifa imkansızlığı nedir? Uzun yıllardır sözleşmelere ‘mücbir sebep’ başlıklı maddeler yazılmakta. Taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü durumlarda örneğin, savaşlar, doğal afetler, bulaşıcı hastalıklar ve benzeri haller ‘mücbir sebep’ olarak sayılıyor. Bu durumda sözleşmenin tümden veya kısmen tek taraflı feshi veya sözleşmenin yerine getirilmemesinden doğan zararların yüklenilmemesi veya sözleşme maddelerinin uyarlanması, güncel faktörlere göre yeniden belirlenmesi istenebiliyor. Bu konuda aranan genel şartlar ne? Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum ortaya çıkmış olmalı. Bu durum borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkmış olmalı. Dürüstlük ve iyi niyet ilkesi kapsamında borcun ifası, borçlu için dürüstlük ve iyi niyet kurallarına aykırı düşecek derecede güçleşmiş olmalı. Borçlu borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olmalı. Türkiye’de şu anda yaşanılan durum mücbir sebep doğurabilir mi? Korona Virüsü’nün ani ortaya çıkışı, yayılma hızı, dünyaya yayılması, Dünya Sağlık Örgütü’nün “Pandemi” ilanı, ülke ve bölge karantinaları, sokağa hatta yurtdışına çıkma ve girmeme yasakları, kamu hizmetleri dışında özel işyerlerinin sınırlama veya kapatılmaları, toplu yerlere girilmemesi, iptal edilen etkinlikler, turizm, ulaşım, konaklama sektörü, fiyat artışları gibi bunların uluslararası ve ulusal kapsamda birbirine zincirleme etkileri, öngörülebilir kabul etmek imkansız. Türkiye daha önce böyle bir durumla pek karşılaşmadı. Daha önce yaşadığımız deprem felaketleri, diğer felaketler daha çok bölgesel ve kentsel düzeylerde yaşandı. Örneğin, Kocaeli depremi bu anlamda olağanüstü hal olarak yaşandığı için ifanın yerine gelmesinin imkansızlaşması söz konusuydu. Son günlerde yaşadığımız bu virüs salgını, sadece ulusal değil uluslararası anlamda da önemli maddi sonuçlar doğuruyor. Beraberinde mahkemelere yansıyan çok ama çok sayıda ihtilaflar, davalar yaşanacak. Büyükten küçüğe fark etmeyecek. Maaşını alamayan kişilerin kira ödemelerindeki güçlükler, tüm sektörlerde taahhüt edenlerin malzeme, fiyat, pazar zorlukları ileriki günlerde hepimizin gündemi olabilir. Örneğin, daha önce toplantı amacıyla kiralanan yer hukuki bir genel yasak söz konusu olduğu için kullanılamıyor. O zaman bu kişinin durumu ne olacak? Kanun koyucu, ‘Bu konuyu öncelikle aranızda sulh yoluyla çözün’ diyor. Kişiler, kendi aralarındaki görüşmelerde sonuç alamazlarsa, hukuki olarak arabulucu müessesesinin devreye gireceğini düşünüyorum. Eğer arabulucu ile de sonuç çıkmazsa, ‘Sözleşmeyi güncelleyemiyor veya feshedemiyoruz’ noktasına gelinecek. Bu durumda ilk akla gelen, geçmiş dönemlerde de yaşanan örneklerini ele aldığımızda uyarlama yolu olacaktır. Ekonomik kriz döneminde, döviz bazında yapılan kiralamaları daha çok Türk Lirası’na (TL) çevirerek ya da TL karşılığında bir döviz haline getirdiler. Fakat ondan sonraki krizlerde, ‘Bunlar öngörülebilir şeylerdi, sonuçta döviz bazında çalışmayı kabul ediyorsun’ gibi Yargıtay’ın verdiği kararlar da vardı. Günümüze geldiğimizde, çok yaygın bir alanda tedbirler alındı. Sizin de dediğiniz gibi örneğin, bir toplantı ya da düğün organizasyonu için daha önceden anlaşmalar yapılmış. 50 bin liralık bedelin, 25 bin lirası ödenmiş. Ancak düğün daha önce belirlenen tarihte istense de yapılamayacak. Böyle durumlarda ‘ertelenebilme’ ölçütü baz alınabilir. Bu durumda yapılan erteleme sonrası tüketicide hak kaybı söz konusu olmayacaktır. Diğer taraftan da uyarlama davaları söz konusu olacak. Alışveriş merkezinde çok ciddi ücretle dükkan kiraladınız ancak tedbirler kapsamında AVM’lere giriş ve çıkışlar yasaklandı. Kişi, kiraladığı mülkü kullanım amacıyla ya da beklenen ölçüde kullanamıyor. Bu durumda kendi aralarında sulh ya da arabulucuk süresi olumlu sonuçlanmadığı takdirde mahkemelere başvurup yeniden kira tespiti yapılabilir. Yani sözleşme devam edecek ancak sözleşmelerin hükümleri güncelleştirilecek. Böylesi durumlarda mevcut fiyatlandırma mahkeme kararı ile ödenebilir, katlanılabilir noktalara çekilebiliyor. Bir diğer konu da ev kiraları… Birçok kişi olası bir karantina durumunda çalışamayacağı için maaş alamayacağını ancak ev kirası ödemek zorunda olduğunu belirtiyor. Bu durum için ne söyleyebiliriz? Bu tür olaylara herhangi bir genelleme yapmak mümkün değil. Örneğin, kira sözleşmeniz 1 yıllık ve ortada bir imkansızlık hali söz konusu. Önünüzde 8 aylık bir süreciniz var. Kiracı bu durumda eğer isterse sözleşmeyi fesih hakkını kullanabilir. Bu karar, ‘Evden çıkıp gideceğim’ demektir. Ancak birçok kişi evden de çıkmak istemeyecektir. Burada da uyarlamalar devreye girebilir. 3 bin liraya ev kiraladınız ancak ekonomik göstergeler nedeniyle bu ödemeyi yapamıyorsunuz. Katlanabilir sürelerin geçilmesi durumunda güncellemelerle karşılaşabiliriz. İfa imkansızlığından yararlanmak için bu maddenin sözleşmede yer alması gerekiyor mu? Sözleşmelerin yazılı mecburiyeti yoktur ama sözlü olarak anlatılmaları da bu talepte bulunacaklar arasında tartışmalı olacaktır. Mevzu bahis konu hukuken ve fiilen imkansız olduğu takdirde, karşı tarafın savunması ortadan kalkacaktır. Peki, bu davalar hemen açılıp çok çabuk bir sürede çözüm alınabilen davalar mı? Açılması çabuk olacak ama sürecin o kadar hızlı olacağını zannetmiyorum. Şu anda içinde bulunduğumuz hal kapsamında duruşmalara girilebiliyor ama Adliyeler neredeyse durma noktasında. Yine de UYAP sistemi dediğimiz Ulusal Yargı Ağı’ndan bu davalar açılabilir. Ama bence önde ihtarname, bir sulh denemesi, sonrasında arabulucu ve dava gibi süreçler yaşayacağız. Bu arada tedbir kararları istenebilir. Diyelim ki, 20 bin dolarlık kiralama yapıldı ve mevzu bahis süreçte dolar kuru 5 lira seviyesinde seyrediyordu. Şimdi dolar, dövizin finans piyasası üzerindeki bir artışla katlandı ve bunun yanında da kiralama yaptığınız mülkü amacıyla kullanamıyorsunuz. Kirayı ödemezseniz tahliye nedeni ortaya çıkar. Bu uyarlama davasını açacak olan kişiler öncelikle mahkemeden geçici bir kira kararı vermesini isteyebilir. Mahkeme de uyarlama bir seviye belirleyecek ya da ‘Gerek yok’ hükmü verecek. Biz buna tedbir kararı diyoruz. Muhtemelen bu dönemde de tedbir kararları ile kısa vadede düzenlemeler yapılacak. Sözleşmeler bu durumda feshedilebilir mi? Bu durum her olaya özgü olarak belirlenecektir. Örneğin, bir bina yıkılmış ya da kullanılamaz hale gelmiş. Siz orada kiracısınız ancak ortada kullanabileceğiniz bir mülk kalmamış. Yani fiilen imkansızlık var. Bu olayda da daha çok süreye dayalı taahhüt edilen ve artık yerine getirilmesi mümkün olmayan sözleşmelerin fesihleri söz konusu olacaktır. Daha çok aktif ticari hayatta sanayi ve tedarikçi kuruluşlar arasında yapılan sözleşmelerde göreceğiz. Ana kural uyarlama ve güncelleme olurken, istisnai kural ise o sözleşmenin uygulanamaz hale gelmesi. Tabi mevzu bahis durum sadece içinde bulunduğumuz gibi öngörülemez durumlarda geçerli olacaktır. Bu virüs ‘öngörülebilir’ olarak kabul edilemez. Son olarak değerlendirecek olursak… İfa imkansızlığı borçlu için fayda sağlayabilse de diğer taraftan alacaklı için mağduriyet doğuracaktır. Yani, iki tarafı keskin bıçak. Özellikle ticari hayatta kişiler hem alacaklı hem de borçlu. Bu tip davalarda bence mevcut yasal düzenlemelerde çabuk bitirilebilir davalar ve emsal konusunda Yargıtay mütalaaları gibi konular ortaya atılmalı. Ancak büyük bir kaos ortada. Adliyeler de bu anlamda verimsiz ve adeta çalışmaz durumda. 60 yaş üstü hakim sayımız çok fazla. Hakimlerin olmaması ve bu başvuruların yapılamaması gibi sıkıntılar yaşanacak. Özellikle nisan ve mayıs aylarında bunların yansımalarını göreceğiz. Bunun dışında ek olarak, iş dünyası için de sorunlar olabileceğini söylemek gerek. İşyerlerinde olacak olağanüstü bir durumda işçiye eğer izin hakkı kullanması mümkünse işverenin bu hakkı gözetmesi gerekiyor. Ancak bu süre uzar ve o haklar da biterse, o zaman çalışmayan bir işyerinin o bireye bir ücret, sigorta ve vergisini ödemesini beklemek de yersizdir. Kıdem ve ihbar tazminatlarının ne olacağı da önemli bir konu. Bu durumda alınacak olan kararlar bir teşvik, destek anlamında sonuçlar doğurmalıdır. Bu kaos, tedbirler ve yasalarda yapılacak olan olağanüstü hallere ilişkin düzenlemelerle rayına konulmalıdır. Yağmur Gülü / Özel Haber