Uluslararası Balkan ve Türk İş Dünyası Derneği (BATÜDER) Genel Başkanı ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Ticaret Konseyi Üyesi Akın Kazançoğlu, Kovid 19 salgınının ekonomik alandaki etkileri ve vereceği zararı farklı boyutları ile ele almak gerektiğini ifade ederek, “Küresel anlamda, ekonomik kriz tarihi ele alındığında Kovid 19’un gerek 1929’daki Büyük Buhran olarak anılan krizden, gerekse 2008-2009 ekonomik krizinden daha büyük etkiler bırakacağı başta IMF olmak üzere birçok kuruluş tarafından dile getirilmektedir. Özellikle rezervleri sınırlı olan gelişmekte olan ülkelerin daha sıkıntılı günler geçireceği öngörülmektedir” dedi.

KÜRESEL EKONOMİ ŞART

Bu aşamada sektörlerdeki tedarik yapısının giderek küresel bir yapıya bürünmüş olmasının hem avantaj hem de dezavantajlar getirdiğini kaydeden Kazançoğlu, “Tedarik zincirinde meydana gelen aksamalardan dolayı alternatif tedarikçilere ulaşabilme imkânı ortaya çıkarsa da diğer taraftan küresel talebin aksaması ciddi bir sorun olmaktadır. Ülkelerin son yıllarda korumacı ekonomi politikaları öne çıksa da teknolojik ve ekonomik açılardan uzun dönemde küresel ekonomiden vazgeçilemeyeceği aşikardır” diye konuştu.

TEK TARAFLI OLMAZ

Mevcudu tekrar edip tartışmak yerine, konuya “Yapılması gerekenler nelerdir?” diye bakmak gerektiğini ifade eden Akın Kazançoğlu, konunun kısa, orta ve uzun vadede ele alınması gerektiğini söyledi. Kazançoğlu şöyle konuştu: “Kısa vadede bir sektörün çıktısının diğer sektörün girdisi olduğu unutulmamalıdır. Bu yüzden de tedarik zinciri açısından kritik görevleri olan ana hammadde üreticileri ile lojistik hizmet sağlayıcılarına ayrıca önem vermek ve krizden etkilenmelerini minimuma indirmek gerekmektedir. Sadece perakende tarafına odaklanmak zincirde telafisi güç aksaklıklara ve hatta kopmalara neden olabilir. Ana hammadde üreticileri ele alındığında demir-çelik, madencilik ve tarım-hayvancılık özellikle önem arz etmektedir. Yapısı itibari ile üretimin durdurulması pek de mümkün olmayan alt sektörler, örnek olarak süt veya stok imkanının kısıtlı olduğu, örneğin olarak yaş meyve sebze ele alındığında tarım ve özellikle hayvancılık sektörüne öncelikle destek verilmesi bir zorunluluk olmaktadır. Tarım ve hayvancılığa verilecek önem gıda tedarik zincirinin devamı açısından da kritik bir husus olarak öne çıkmaktadır.

YERLİ GİRDİ ÖNEMLİ

Orta vadede ise kısıtlı teşviklerden ziyade sektörleri kapsayıcı, katma değerli ve yerli girdiye dayalı bir mekanizma ön plana çıkarılmalıdır. Elbette teşvik sistemlerinin bir maliyeti olacaktır. Aslında ülkelerin orta vadede yaşayacağı sorun işsizlik ile enflasyon arasındaki tercih olacaktır. İşsizliği öne almak borçlanma veya para arzının arttırılması ile enflasyonu körükleyecek, aksi ise istihdam ve sosyal barışı riske sokacaktır. Aslında aradığımız cevap ise, ülkeleri bu iki açmaz arasından birini seçmeye zorlamak değil, biraz sonra değineceğimiz uzun vadeli çözümlerde bulunmaktadır. Uzun vadede ise son günlerin popüler tabiri olan “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” ifadesi kullanılabilir. Burada sürdürülebilirlik kavramı ön plana çıkmaktadır. Günlük hayatımızda sık sık kullanmaya başladığımız bu kavramın üç temel bileşeni unutulmamalıdır. Bu üç bileşen ekonomik, sosyal ve çevresel boyutlardır.”

YEŞİL ÜRETME ÖNEM

İçinde bulunulan sürecin ekonomik sürdürülebilirlik sektörlerin tasarımdan, üretime, lojistikten, perakendeye tüm süreçlerde verimlilik ve hız artışına ihtiyaç duyduklarını ortaya koyduğunu gösterdiğini belirten Kazançoğlu, “Çözüm, süreçlerin sayısallaştırılarak ölçülebilir kılınması ardından da dijitalleşmesi olarak kendini göstermektedir. Diğer taraftan çevresel sürdürülebilirlik asla ihmal edilmemelidir. Unutulmamalıdır ki çevresel riskler salgın hastalıklardan çok daha kalıcı ve büyük hasarlar bırakabilir. Bu konuda küresel ısınma bize çok net bir tablo sunmaktadır. Çevresel sürdürülebilirlik için, döngüsel ekonomi ile yeşil üretim ve yeşil lojistik kavramlarını esas alan stratejiler belirlenmelidir. Sosyal sürdürülebilirlik ise son günlerde insan hayatı ile öne çıkmakta olup toplum yararını gözeten stratejiler uygulanmalıdır. Bu kapsamda risk analizi ve risk yönetimi kavramına değinmemiz gerekmektedir. Dünya Ekonomik Forumu’nun belli aralıklarla yaptığı Küresel Risk Araştırması Raporlarında içinde salgın hastalıklarında bulunduğu terör, çevre ve politik risklerinde bulunduğu riskler ele alınmaktadır. Hiç şüphesiz ki bugün benzer bir araştırma yapılacak olsa salgın hastalık riski, açık ara önde çıkacaktır. Bu sebeple ilgili risk analizleri sadece kamu ölçeğinde değil özel sektör için de yapılmalı ve bu analizlerde tekil değil sektörlerin birbirlerine olan etkisi ele alınarak bütünleşik modeller kullanılmalı, senaryo analizleri ile desteklenmelidir” dedi. Tüm bu süreçlerde ise yöntem olarak büyük veri ve veri analizinden faydalanılması gerektiğine de işaret eden Kazançoğlu, Çin’in Kovid 19 salgını ile mücadelede kullandığı büyük veri ve veri analizi çalışmaları bu konu ile ilgilenenler için değerli bir örnek sunduğuna dikkati çekerken, tüm bunları başarmanın ise bilim, teknoloji, eğitim ve sağlığa kesintisiz, istisnasız ve kapsamlı destek ve önem ile sağlanabileceğini söyledi. Kazım ERKMEN