Onu geçtiğimiz hafta bir kitapçıda çekilen video ile tanıdık. Tam tahmin ettiğiniz gibi 5 ayda 250’yi aşkın kitap okuyan küçük filozof Atakan Kayalar’dan bahsediyorum. Biz millet olarak bir insanı, eş...

Onu geçtiğimiz hafta bir kitapçıda çekilen video ile tanıdık. Tam tahmin ettiğiniz gibi 5 ayda 250’yi aşkın kitap okuyan küçük filozof Atakan Kayalar’dan bahsediyorum. Biz millet olarak bir insanı, eşyayı, stili akla gelebilecek hemen her şeyi öyle hızlı popüler yapıyoruz ki her seferinde şaşkınlığım biraz daha artıyor. Atakan da birkaç saat içerisinde yaşıtlarına göre son derece farklı olan cümleleriyle, düşünce yapısıyla en çok da felsefeye olan yoğun ilgisiyle özellikle sosyal medyada Top Türkiye Listesinde 1 numaraya oturuverdi. Gündemin ortasına öyle bir düştü ki Atakan, neredeyse ülkede onu tanımayan yok. Üstün zekalı ama kendi halinde sıradan bir öğrenciyken 48 saat sonra muhabirlerin hayat hikayesini(!) sorduğu bir fenomene dönüştü. Canlı yayınlar, basın toplantıları, eğitim sistemi hakkında naçizane önerileri derken herkesten farklı bir yorum gelmeye başladı. Yaşıtlarına göre bu kadar bilgili olmasının sağlıklı olmadığını, hayatın içerisinde uyum sorunu yaşayacağını dile getirenlerden tutun da Türkiye’nin gelmiş geçmiş en zeki çocuğu olduğunu düşünenlere… Yapılan yorum iyi ya da kötü fark etmez bir iki kişiden değil de toplumun hemen her kesiminden milyonlarca insandan gelince çocuk ister istemez neye uğradığını şaşırdı.

HEPİMİZİN ESERİ

Gelinen son noktada, “Benim gideceğim okulda ödevlerin daha az sıklıkla verilmesi gerekiyor. Aynı zamanda dezenfekte de yapılması gerekiyor. Eğitim konusunda yeterli desteği aldığım takdirde nerede okuyacağımı belirlemeye çalışacağım. Bir çocuğun bu kadar çok şey bilmesi pedagojik açıdan iyi olmayabilir. Ama burada söz konusu benim ve söz hakkı da benim” ifadelerini kullanan Atakan, olumsuz eleştirilerin odağı oldu. Kitapçıda çekilen videoyu milyonlarla paylaşmak ne kadar doğru? Paylaşım yapılırken çocuğun ve ailenin rızası alındı mı? Bunlar tartışılması gereken ayrı konular ancak sonuca bakacak olursak; videoyu izledikten sonra “Ne kadar zeki bir çocuk, yolu açık olsun” diyerek el birliğiyle medya gözdesi yapmasaydık bu çocuk böyle olumsuz eleştirilere maruz kalmayacaktı. Hatta belki de basın açıklamasında annesinin heyecanına yenilerek özür dilediği anda “Tamam, tamam seni şöyle alalım” diyerek annesini ittirmeyecek ve tepki toplamayacaktı. Kısacası olumsuz eleştirilerin faturası Atakan’a değil, küçücük bir çocuğu çok kısa sürede medyatikleştiren milletimize kesilmeli. Üzülerek söylüyorum ki; bilinçsizce atılan her adım çocukları sosyal medya gibi son derece güvensiz bir ortamda ekonomik, sosyal, cinsel, siyasi istismara açık hale getiriyor. Sene 2020 ama bunu toplum olarak hala öğrenemedik.

DOKTOR GÖZÜNDEN

Çocuk ergen ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı Dr. Emel Tütüncü’nün konu ile ilgili açıklamalarına rasgeldim. 10 yaşındaki bir çocuğun basın toplantısı yapmasına dikkat çeken Tütüncü, Atakan’ın çocuk olduğu gerçeğini unuttuğumuzu, sağduyulu kalmayı başaramadığımızı belirtiyor ve ekliyor: “Zaten genel olarak bakacak olursak toplum genelinde ciddi bir nezaketsizlik durumu var. Çocuğa yüklenen ‘Büyüksün’ tutumu onun da bunu söylemleri ile desteklemesi havayı tersine döndürdü. Şu da bir gerçek ki, çocuğa yaşına uygun duygusal ve davranışsal yaklaşımlar öğretilmemiş. Çocuğun sosyalliği zayıf. ‘Tek başıma eğitim almak isterim’ gibi bir açıklaması vardı. Bu mesela narsistlik göstergesi. Yani şunu diyor bize ‘Öyle bir insan olacak ki, benden donanımlı. Hanginiz? Hadi bakalım.’ Bu meydan okuma olarak algılandı ve onu hedef tahtasına oturttu” “3-5 video seyredip teşhis koymak aklı başında bir hekimin yapacağı bir şey değil. Kimilerine göre davranışları ‘enteresan’ olabilir. Açıklamalar sırasında muhabirlere karşı kullandığı dil, ailesinin, özellikle annesinin onu destekleme tarzındaki ‘gariplik’ o kadar ağır ki, bu durum çocukta çevresindeki tüm ilişkilere hükmetme isteği doğurmuş” diyen psikiyatrist Tütüncü, bir an önce çocuğun medyadan elini ayağını çekerek ailesi ile terapi alması gerektiğini, sosyal fonksiyonları açısından desteklenerek zekâsı ve yaşı ile doğru orantılı sosyal ortamlarla pekiştirilmesi gerektiğini ifade ediyor.