Fazla uzatmayacağım. Çünkü “tarih” henüz masaya yatırmadı 15 Temmuz sürecini. Canını yitiren onca yurttaşımızın acısı hala yüreklerimizde. 2022’nin 15 Temmuz’u, “darbe girişiminden” ulusal ders çıkar...

Fazla uzatmayacağım. Çünkü “tarih” henüz masaya yatırmadı 15 Temmuz sürecini. Canını yitiren onca yurttaşımızın acısı hala yüreklerimizde. 2022’nin 15 Temmuz’u, “darbe girişiminden” ulusal ders çıkarmadığımızın bir yığın kanıtını içeriyor. İnanın bana “yazacak” çok kelamım var, lakin neye yarar ki? 1960’larda baş veren, 1980’lerde güçlenen, 1990’larda “oyun kuran”, 2002 itibariyle “iktidara” yaslanan, 2012 şubatında “güç” göstermeye başlayan, 15 Temmuz 2016’da ise “altın nesliyle” Türkiye’yi emperyalizmin kölesi yapmaya adım atan bir “oluşumdur” FETÖ! 1960’lardan beri bu örgütsel oluşuma dair “uyaran”, kaçınan “kim” varsa “tukaka” edilmedi mi? 1980 darbesinden 2016’ya uzanan yolda, “hükümet” eden “iktidarlar”, iş dünyası, medyalaşan basın ve eğitim dünyasının bu oluşuma olan yaklaşımı acaba “gerçekte” neydi? “Aldatıldık” diyenler “gerçekten” aldanmış mıydı? İktidar partisi değil ki sadece “aldanan”. Ben size İzmir’de “aldananları” saymaya başlarsam, gazetede sayfa yetmez! Ama mesele konuşan, görüşen, el sıkışan, iftarlara, gezilere katılanlar değil ki… Nüfusun çoğunluğunda var bu “aldanma”. Çünkü bu “kökü dışarıda” oluşum, yurttaşların dinsel inançlarını sömürdü! Bu sömürü devam etmiyor mu şu an? 15 Temmuz 2016’da “uçurumun eşiğinden” döndük ama, bugün farklı uçurumların kıyısında değil miyiz? Hoşgörü, mütevazılık, dayanışma, paylaşma, demokratik saygı, gelir adaleti, muhalif olanlara gösterilen büyük anlayışsızlık bende sadece “umutsuzluk” körüklüyor. Artık 15 Temmuz “Milli Bayram” ise, neden “bayrak asmadık” evlerimize? Neden işin “Milli Birlik” tarafı değil de “siyasi ayrılıklara” vurgu yapıldı? Dünün cemaatçileri bugün “kılık” değiştirmiş olabilir mi? Cemaatin, cemaatçi olmayan “iş ortakları” ve “siyasi tabanı” bugün ne yapıyor? Milli Eğitim, kültür, iş dünyası hızla “arabileşirken” acaba “hedeflenen” 2023, 2071 gibi yıllarda Türkiye, emperyalizmi yenmiş bir ruhta mı yoksa İngiliz kumandalı Arap sermayesinin “kolcularının” kontrolünde mi olacak? Her şeye rağmen “keşke” diyorum: Keşke “15 Temmuz 2016” vesile olsaydı Türkiye’nin parlamenter ve demokratik sürecine! VALİ “DEVLET” İDİ BİR ZAMANLAR! 1981’de 13 yaşımdaydım. Çocuk olarak hatırladığım ilk vali Hüseyin Öğütçen oldu. Yıllar sonra yüz yüze de tanışma şerefine eriştiğim Vali Öğütçen imzalayarak kitabını lütfetmişti. Öğütçen’den sonra Vecdi Gönül, Nevzat Ayaz da benim çocukluk ve gençlik valilerim oldu ama tanışmadım. “Gazetecilik” mesleğine girdiğim ve İzmir’ime döndüğüm 1993 yılında tanıştığım ilk vali ise Kutlu Aktaş. Ciddi, umur-u devlet görmüş valiydi Kutlu Aktaş. Yedi yıl görev yaptı ve yolculanmıştı gözyaşlarıyla. Ardından Erol Çakır geldi. Güler yüzlü, naif insandı. Çakır’ın ardından sert görünüşlü ama “devlet adamı” Kemal Nehrozoğlu atandı vali olarak. Hemen sonra da Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in yanına gitti. 2000 yılında Alaaddin Yüksel İzmir Valisi oldu. İzmir TV’de “Sabah Resimleri” sunduğum zamanın ilk valisiydi. Yüksel Vali'yle hem sık görüştüm hem de telefonlaştım. Yüksel’den sonra Yusuf Ziya Göksu geldi. İletişime açık valiydi. Basınla da arası iyiydi. Göksu’nun “gidişi” tuhaf olmuştu. Göksu’dan sonra Oğuz Kağan Köksal geldi. Piposuyla, sempatik tavırlarıyla o da hoşgörülü, iletişime açıktı. 2007 Cahit Kıraç’ın başlangıcıydı. Cahit Bey’le de iletişimim oldu. Cahit Kıraç “devlet umuru” görmüş “son valiydi. Şu ana kadar saydığım tüm valiler, siyaseten “taraf” olsalar da bunu makamlarına zerre yansıtmadılar. Görüşmelerinde ayrım yapmadılar. Burada Ercan Doğu ağabeyimin kulaklarını saygıyla çınlatayım. Ercan Doğu varken “Valilik” Valilikti. Sonrası zaten bir “roman”! Cahit Kıraç’ın süresinin dolduğu 2013 yılından 2020 yılına dek ise Mustafa Toprak ve Erol Ayyıldız İzmir Valisi oldular. Üzülerek söylemeliyim ki 2013 yılından itibaren sadece İzmir’de değil tüm Türkiye’de “devlet” kavramı “tek parti” kavramıyla örtüştürülmeye çalışılmaya başlandı. Hala da devam ediyor. AKP öncesi sanki Türkiye yoktu ve bizler mağaralarda yaşıyorduk! Mustafa Toprak ve Erol Ayyıldız bende “iyi anı” bırakmadılar. 2020’de Yavuz Selim Köşger vali oldu. Son iki valinin tavrı yüzünden temkinliliğimi bırakmadım ama, bir gece Kantar Karakolu dikkatimi çekince şoke oldum. Sosyal medyadan bir mesaj atıp, yeni Vali'ye “bu binanın tepesine bayrak yakışır” yazdım. İnanılmaz bir hızla Vali Köşger “O bayrak orada dalgalanacak” cevabı aldım. Hem sevindim hem de umutlandım. Sonuçta bu satırları yazanın en kadim inancı “Beka-i devlet selamet-i millet” oldu hep. Devlete inanırım ama devletin “kutsallığı” benim için yoktur. Devlet milletiyle, devlettir zira. “Kutsal devlet” totaliter hatta faşist bakış açılarının uydurmasıdır. Vali Köşger bende umut yaratmıştı. Deprem de anlaşamasak da onu ve hükümeti eleştirmeye devam edeceksem de ben eski kafalıyım ya, vali devletin temsilcisidir ve yurttaşlar arasında kesinlikle ayrım yapmaz. Sosyal medyada engellemiş Vali Bey beni… Kusura bakmasın, toplantılarında “arzı hürmet” sunanlardan değilim, olmam, olmayacağım! Son sözüm, İzmirli doğdum İzmirli öleceğim. Yaşım 54. Gök kubbede hoş sada bırakmaktır amacım. Vali beye de tavsiyem budur! Asla kırgın falan da değilim. Sadece şaşırdım! NE KÖŞKMÜŞ AMA? Eski Vali Konağı “talan ediliyor” diye bir rüzgâr esti, Hanzade meslektaşım yazınca konu TBMM çatısında bile çınlatıldı. Güzel… Ama eksik eksik. Bu “talan” yeni başlamadı, aylardır herkesin gözü önünde soyuldu köşk. Neden şimdi bu gürültü? Çünkü binayı Kâtip Çelebi Üniversitesi “Adnan Menderes Müzesi” yapacakmış. “Allah’ım aklıma mukayyet ol” diyor ve devamını cumaya bırakıyorum. Ama sevgili Aytun Çıray ile Murat Bakan’a da dostça tavsiyem, İzmir’in “talan edilen” mahalle, bölge, sokak ve caddeleriyle de bu köşk kadar ilgilenmeleri. Hatta bir teklifim var iki vekile, gelin sizi Orhan Beşikçi’ye götüreyim, çınar altında çay içelim. Bakalım anlatacakları karşısında ne diyeceksiniz? Cuma şu “Adnan Menderes Müzesi” konusuna fena gireceğim bilesiniz!