Eminim pek çoğunuz her ay ödediğiniz cep telefonu faturanızın detayına bakmamışsınızdır… 17 Ağustos 1999 depreminden sonra hayatımıza giren, önce “geçici” olduğu söylenen ve 24 yıldır her türlü ile...

Eminim pek çoğunuz her ay ödediğiniz cep telefonu faturanızın detayına bakmamışsınızdır… 17 Ağustos 1999 depreminden sonra hayatımıza giren, önce “geçici” olduğu söylenen ve 24 yıldır her türlü iletişim ödemesinden “sorma ver” şeklinde tahsil edilen Özel İletişim Vergisi’ni ödemeye devam ediyoruz. Şu rakamlara bakar mısınız? 2023 yılı bütçesinde yüzde 122 oranında yeniden değerleme oranına göre artırılan bu vergi kaleminde hedeflenen tahsilat tutarı ise 7 milyar 160 milyon 544 bin TL olarak kayıtlara geçmiş. Özel İletişim Vergisi kaleminden 1999 yılı Eylül ayından 2022 Temmuz ayına kadar tahsil edilen vergi tutarı ise 83 milyar 622 milyon TL. 24 YILDA 38,2 MİLYAR DOLAR Türkiye’nin alanında uzman iktisatçıları, Merkez Bankası’nın yıllık ortalama ABD Doları Efektif Alış Kuru karşılığına, tahsil edilen vergiyi oranladıklarında tamı tamına 38 milyar 197 milyon dolarlık bir karşılığa ulaşıyorlar… Geçen günlerde milletin parasının kamu kurumları aracılığıyla yine millete bağışlandığı komedi akşamında toplanan para ne kadardı sizce? Yaklaşık 116 milyar TL… Yani? Bugünkü kur seviyesi ile 6 milyar dolar. Bu bağış tutarının milletin parasıyla millete caka satma durumları düşünüldüğünde ortaya çıkan rakam kabaca 1,5 milyar dolar. Şimdi geliyoruz Özel İletişim Vergisi’nin hal-i pür melâline… Şayet bu vergi kaleminde, 24 yıl içinde toplanan 38 milyar 197 milyon dolarlık kaynağı döviz kuruna endeksli olarak nemalandırmış olsaydık ve deprem güvenli konut projeleri için harcanmış olsaydık, tam 800 bin konutun üretimi mümkün olacaktı. HESABIMIZI SORALIM 6 Şubat’ta meydana gelen ve on ilde yıkıma yol açan depremlerde tam 50 bin binanın yıkıldığı ya da ağır hasar gördüğü anımsandığında, yaklaşık 500 bin ilâ 600 bin konutun üretilmesi gerektiği anlaşılıyor. Ve bizler… Vergisini veren, askerliğini yapan, her türlü vatandaşlık görevini bihakkın yerine getiren bireyler olarak sormak zorundayız… Kime? 24 yıllık geçmişi olan bu vergi kalemini 21 yıldır tahsil eden AKP iktidarına! Nerede bizim vergilerimiz? BAKANLARIN CEVAPLARI Ciddi devlet, kadim devlet, muhafazakâr vatandaşların dilinden düşürmediği şekli ile söyleyelim “ebed müddet” devlet, kendisine emanet edilen her kuruşun hesabını vermekle MÜKELLEFTİR. Kaçamaz, saklanamaz, lafı eğip bükemez… Her büyük deprem felaketi sonrasında adeta ölü taklidi yapan bakanlara aynı soruyu sormaktan bıktık usandık. 23 Ekim 2011’de Van’da yaşadığımız ve 644 kişinin hayatını kaybettiği deprem sonrasında Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’e sormuştuk bu soruyu… Şimşek, canlı yayında paraların “eğitim, duble yollar, sağlık harcamalarında kullanıldığını” açıklamıştı. “Sonuçta bunlar 74 milyonun servetidir. Deprem vergisi adı altındaki vergiden çok sürekli hale gelmiş ÖTV vs var. Bu vergiler bizim sağlığımıza gidiyor. Diyorsunuz ki ‘Bu çerçevede 44 milyar liralık vergi topladınız, nereye gitti?’ Sadece bir yıllık vatandaşın sağlığı için yaptığımız harcama 44 milyar lira. Bu, duble yollara gidiyor, demiryollarına, havayollarına, çiftçimize, eğitime gidiyor.” demişti. YANDI BİTTİ, KÜL OLDU Ve 30 Ekim 2020 günü yaşadığımız Sisam merkezli deprem… İzmir’de 17 binanın yıkılmasına 117 vatandaşın ölümüne neden olan depremden sonra aynı soru bu kez Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan’a soruldu. Özel İletişim Vergisi’nin (ÖİV) ‘Hazine birliği’ kapsamında kullanıldığını, herhangi bir gidere harcanmış olabileceğini belirtmişti Elvan. Olanca ciddiyetsizliği ile… Aynı soru CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu tarafından soru önergesi ile tekrar sorulmuştu Lütfi Elvan’a. Devletin kayıtlarına geçen resmi cevapta, “Belirli gelirler karşılığı olarak belirli harcama kalemleri veya projeler için ödenek tahsis edilmemekte, Hazine birliği kapsamında tüm gelirler halkımıza hizmet için yapılan tüm giderlerin karşılanması amacıyla kullanılmaktadır.” denmişti. İnek neredeydi? Dağa kaçmıştı. Dağ neredeydi? Yanmış bitmiş kül olmuştu… +++++++++  SİZ DE GEÇMİŞE ÖZLEM DUYANLARDAN MISINIZ? Deprem felaketlerinin yaşattıkları ülkenin üzerine adeta karabasan gibi çöktü. Vicdan sahibi olan herkes; iki lokmasını helalinden yutmaya, mutlu olmaya, huzurlu olmaya, gözlerini kapayıp uyumaya utanır oldu handiyse… Birkaç gün önce Avrupa’ya yaptığı bir iş seyahatinden dönen dostumun aklıma mıh gibi çakılı kalan sözleri: “Birbirine gülen gözlerle bakan, selam veren, ‘Günaydın’ diyen insanları görünce; hayata ne kadar küstüğümüzü, adeta gülmeyi bile unuttuğumuzu anladım.” Bizler… Yaşı 50’ye yaklaşanlar ve üzerindekiler… Ne çok arar oldular çocukluk günlerini. GÜLMEYİ UNUTTUK Kiminle konuşsam, hangi dostumla dertleşsem, konu aynı yere geliyor istemsizce. “Yahu ne oldu bize böyle” diyoruz. Depremler, felaketler, yangınlar, çocuk tecavüzleri, ekonomik ve siyasi krizler, kavgalar, korkutucu hızla artan şiddet, terör, mutsuz ve geleceğinden umutsuz insanlar, adeta yangın yerine dönmüş pazar tezgahları, cehaletin adeta kutsandığı; bilginin, emeğin, çalışmanın kıymet görmediği;  ilkokul mezunu bile olmayan yarım akıllı cemaat liderlerinin ağzından çıkan sözlere itibar edildiği, melanet yuvaları karanlık tarikat yurtlarında körpecik yavrularımıza musallat olunduğu, ipsiz sapsız milyonlarca mültecinin başımıza bela olduğu bir ucube memleket… Bize tertemiz bir vatan armağan eden kurucu babalarımıza beddua okuyan imam kılıklı satılmışlar, beton denizine dönen şehirler ve o şehirlerde tek yeşil alan mezarlıklar kaldığı için temiz hava alma hakkını ancak ölünce kazanan bizler… 80’LER Mİ? HEMEN DÖNELİM! Hani birilerinin diline pelesenk ettiği gibi, 80’li ve 90’lı yıllarda, o “felaket yıllarında”, ne kadar huzurlu ne kadar mutlu olduğumuzu anımsatıyoruz birbirimize. Alın başınıza çalın teknolojinizi, telefonlarınızı, internetinizi, televizyonlarınızı, camlı süslü plazalarınızı, hamaset dolu palavralarınızı… Bize geçmişimizi, huzurumuzu, ağız tadımızı, sevincimizi, bolluğumuzu  verin diyoruz. Hesap sorduğumuz, hesap verdiğimiz, sorguladığımız, itiraz ettiğimiz, soru sorduğumuz, bilginin  günlerimizin özlemini duyuyoruz. O günlere yeniden kavuşmanın hayalini kuruyoruz. Bu bir rüya olsa ve artık uyansak diyoruz… +++++++++ AYDIN BİR DİN ADAMI OLAN  PROF. DR NİYAZİ KAHVECİ, DİN SİMSARLARINA NE DİYOR? Adnan Kahveci, 80’li ve 90’lı yıllarda ANAP hükümetlerinde Maliye Bakanlığı yapmıştı. Her siyasi görüşten insanın saygısını kazanmış, dürüst, namuslu, sözünü dudaktan sakınmayan, tüyü bitmemiş yetimin hakkını gözeten bir devlet adamı idi. 1993 yılında kuşkulu bir trafik kazasında hayatını kaybetti. Adnan Kahveci’nin aydın bir din adamı olan kardeşi Prof. Dr. Niyazi Kahveci, tıpkı ağabeyi gibi din simsarlarına karşı hepimizin dikkat kesilmesi gereken uyarılarda bulunuyor. Bakın ne diyor Prof. Kahveci:  “Bu ülkede en çok satılan, en çok satın alınan fakat hiç kullanılmayan tek şey dindir. Bunu satın alan halk problemlidir. Halkın zihin yapısı problemlidir. Bu problemlerin faturasını millet olarak birlikte ödüyoruz.. Bu kafa birini büyütüyor, sonra da gidip kendini ona öldürtüyor. Bu kafa, hastalıklı bir kafadır! Bu kafa, anakronik (çağ dışı) bir kafadır! Bu kafa, şizofrenik bir kafadır! On bin yıl öncesinin anlayışıyla bugünü yaşamaya çalışan bir kafadır! Kiralık kapitalle kapitalizm, kiralık felsefeyle bağımsızlık olmaz. En zor iş, çağdışı insan malzemesiyle çağdaş işler yapmaya kalkışmaktır. Otuz yıl sonra ya teknolojik insan olacaksınız, ya da gereksiz insan. Mesele bu kadar basit. -Batı'daki dinî mezhepler teolojiktir ve zihinseldir. Bizdekiler ise siyasaldır. Meşrulaştırmak için teolojisi arkadan gelir. Sünnilikte düşünmenin “d”si yoktur! Adı üstünde teamülcü! Allah'tan, uygulamacı olan elin oğlu, bize teknoloji satıyor da, onu alıp kullanıyoruz. Satmasa ne yapacağız? 150 milyar dolar ihracatımız var ama, 300 milyar dolara yakın da ithalatımız var!.. Bunun anlamı şudur!. Bir liralık mal satıp, iki lirayla geçineceksiniz. Yeraltı kaynaklarımızı sattık! Yer üstündekileri de sattık! Şimdi havayı betonla doldurup onunla geçinmeye çalışıyoruz. Gelin görün ki, bunu dert edinen kimse yok. Şeyhlik, şıhlık kavramı, 5000 yıl önceki totemizm kavramının insana dönüşmüş halidir. Bu toplumda şeyh, şıh çok, fakat tek filozofumuz yok! O nedenle olguyu okuyamıyoruz. Biyolojik yönden aklı bozuk insanların evliyadır diye peşlerinden koşup, “Benim hâlim ne olacak?” diye soranlarımız var! Batılıları sömürgeci diye eleştiriyoruz! Fakat onlar kendi insanlarını sömürmüyorlar. Biz ise dışarda değil, içerde sömürgeciyiz. Kendi insanımızı sömürüyoruz. Buna “ekonomik ensest ilişki” deniyor. Bana göre en büyük vatan hainliği budur. Adam ilâhiyat profesörü olmuş, yaptığı iş; VİP cenaze namazı kıldırmak, VİP umre ziyareti düzenlemek. Anlayış olarak hâlâ Farabi'yi aşamamış. 4000 yıl önce yaşayan Sümerler'in kafasına sahip. Bilimin, tarihin ve sosyal bilimlerin bir felsefesi vardır! O nedenledir ki, ülkemizde bir felsefe üniversitesi açılması şarttır. Buna teoloji felsefesi de dâhildir. Kur'an üzerinde bütünsel bir çalışma yapmadığımız, daha açık bir ifadeyle, Kur'an'ın hedefi nedir, karakteri nedir sorularına cevap bulmadığımız sürece, 1500 yıl öncesine takılır kalırız. Aklımızın çapını genişletmeden, mevcudun dışına çıkamayız. Biz de, (Türkçe) akıl nedir ve nasıl çalışır diye bir kitap yok!.. Oysa Batı'da binlerce var! Şunu kafamıza iyice yerleştirelim. 21. yüzyılda dinsel düşünme diye bir şey yoktur, olamaz. Çağımız akılcı ve bilimsel düşünme çağıdır. Bu çağda olduğu gibi, bundan sonraki çağlarda da dindar olunabilir. Fakat dindar olmanın yolu, akılcılıktan ve bilimsel düşünmekten geçmelidir. Atatürk İslâm'ı, ruhunu ve felsefesini çok iyi anlamıştır. Tıpkı Hazreti Peygamber'in anladığı gibi...” +++++++++ HAFTANIN SÖZÜ Bir gün atomun enerjisini serbest bırakacağız, gezegenler arası yolculuklar gerçekleştireceğiz, ömrü uzatıp, kanseri ve tüberkülozu tedavi edeceğiz ama en düşük seviyeli kişiler tarafından yönetilmiş olmanın sırrını asla çözemeyeceğiz. Jean Rostand +++++++++ E-posta: [email protected]