Türkiye tarihinin ilk 3 Kasım’ı aslında 1996’da Susurluk’ta yaşandı. Türkiye’nin parçalı siyasi yapısında sol, liberal, sosyalist çizgiye “gladio dağıtılsın” sözünü cesur ve uzun şekilde sürdüren ve a...

Türkiye tarihinin ilk 3 Kasım’ı aslında 1996’da Susurluk’ta yaşandı. Türkiye’nin parçalı siyasi yapısında sol, liberal, sosyalist çizgiye “gladio dağıtılsın” sözünü cesur ve uzun şekilde sürdüren ve açıkçası 1990’lı yıllar Türkiye’sinin devlet fotoğrafını ortaya koyan en vahim olaydı. Bu çarpıcı ve altı çizilesi “3 Kasım’ı” gerilere atan diğer 3 Kasım 2002’de yaşandı. Hayır, benzetme yapmıyorum. Türkiye’de muhalefetin ve özgürlükçü çizginin 2002’ye kadar Susurluk’un üzerine gittiğini ve yıldönümlerinde eylemler yapıldığını hatırlıyorum. 2002 sonrası hiçbir 3 Kasım’da bir kez olsun bir açıklama yapıldığını dahi duymadım. Bu durumun çeşitli nedenleri olmakla beraber, 1983’te ANAP’ın tek başına iktidar başarısından 19 yıl sonra bir parti tek başına iktidar oluyordu ve bu yapının Milli Görüş kökenli olması konunun ayrı bir dipnotuydu. “Muhtar bile seçilemeyeceği” yazılan AK Parti lideri R. Tayyip Erdoğan’ın kişisel tarihiyle iç içe geçen 28 Şubat sürecinin hafızası da durumu daha çarpıcı hale getiriyordu. Ol sebepten ve sebeplerden 3 Kasım 2002, 3 Kasım 1996’nın etkisini kırdı. O nedenle ilkin Susurluk’a uzandım. Demokrasi tarihimizdeki bu seçimi anlatmak için daha önceye gitmek gerek. EKONOMİK KRİZE SÜRÜKLEDİ Şubat 2001’de Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve DSP-MHP-ANAP hükümetiyle yaşadığı “Anayasa kitapçığı” fırlatma olayı, Türkiye’yi tarihinin en sert ekonomik krizi içine sürükledi. Aynı yılın Mayıs ayında Kemal Derviş’in ekonominin başına getirilmesi, maçı kurtarmaya yetecek bir hamle olamadı. 1999’da Abdullah Öcalan’ın Türkiye getirilmesiyle Kürt sorunun farklı bir boyuta ulaşmasıyla yaşanan tartışmalar, 1999 Marmara Depremi’nin yarattığı toplumsal ve ekonomik çöküntü; 2001 krizi öncesinde siyasi iradenin direncini zorlamaya yetecek gelişmelerdi. Uzun bir süredir toplumsal-siyasal çalkantılarla bunalmış olan yoksul-emekçi yığınların akacağı sol bir mecra da ufukta görünmüyordu. Bir yandan krizin bir yandan 28 Şubat’ın yarattığı toplumsal kutuplaşma atmosferi içinde AK Parti Ağustos 2001’de kuruldu. 15 ay sonra iktidara gelecek olan bu partinin hızlı yükselişi 1983’te kurularak aynı yıl içinde tek başına iktidara geçen ANAP’a benziyordu. DSP hızla çöküyordu. Başbakan Bülent Ecevit’in Türkiye’ye getirdiği Kemal Derviş CHP’ye geçerek, Deniz Baykal’ın en güvendiği hamlelerden biri oluyordu. Mayıs 2002’de yurt genelinde mitingler düzenlemeye başlayan Cem Uzan, Devlet Bahçeli’nin tarih vererek seçim çağrısı yapmasının ardından Yeniden Doğuş Partisi’ni feshederek Genç Parti’yi kurdu. DERVİŞ, CHP’YE GEÇTİ Başbakan Ecevit, hastalığına rağmen DSP Genel Başkanlığı’nı bırakmıyordu. Bunun üzerine İsmail Cem önderliğinde Yeni Türkiye Partisi’ni kuruldu. Başta Kemal Derviş’in de içinde yer aldığı parti Derviş’in CHP’ye geçmesi üzerine ağır bir yara aldı. DSP’den 1 Mayıs 2001’de istifa eden Aydın Milletvekili Sema Pişkinsüt ve iki milletvekili arkadaşı önce Toplumcu Demokratik Parti’yi kurdular, ardından Özgürlük ve Dayanışma Partisi’ne (ÖDP) geçerek bu partiden milletvekili adayı oldular. Murat Karayalçın önderliğinde kurulan 2’inci SHP de, ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras’la poz vererek seçimlerde beraber hareket edeceklerini duyurdu. 1999 seçimlerinde barajı aşamayan; ama 37 belediye alarak siyasette kendine alan açan DEHAP, yanına Emek Partisi (EMEP) ve Sosyalist Demokrasi Partisi’ni de (SDP)  alarak barajı aşma iddiasıyla seçime girdi. Tansu Çiller DYP’de, Mesut Yılmaz ANAP’ta genel başkandı. AK PARTİ İKTİDAR OLDU 3 Kasım 2002 Pazar akşamı sonuçlar Türkiye siyaset tarihinin en sıra dışı haritasını ortaya koydu. AK Parti yüzde 34 oyla tek başına iktidar, CHP yüzde 19 oyla tek başına muhalefet oluyordu. Partinin lideri Erdoğan, siyasi literatürümüze “balkon konuşması” olarak geçen seçim zaferi konuşmasında “Yeni bir merkez parti doğmuştur” dedi. Seçim kampanyası esnasında da sık sık Menderes-Demirel-Özal üçlüsünün sağ çizgisinden örnekler veren Erdoğan, seçim akşamı da AK Parti’yi farklı eğilimlere alan açan bir merkezde tutacağının işaretini veriyordu. AK Parti’nin aldığı 363 milletvekili tek başına anayasayı değiştirecek güce çok yakın olmakla beraber, gündem Türkiye’nin ağır ekonomik krizin yarattığı sara nöbetinden çıkmasıydı. AK Parti’de en çok dikkat çeken isimler sağ siyasette önemli görevler almış Cemil Çiçek, Abdülkadir Aksu, Erkan Mumcu gibi isimlerdi. CHP, baraj altından kalan sayısız partinin alamadığı vekillerin kendi hanesine yazılmasından (tıpkı AK Parti gibi) faydalandı ve 178 milletvekiliyle mecliste yerini aldı. CHP’de en çok konuşulan isimler ise Kemal Derviş, Berhan Şimşek ve Ömer Zülfü Livanelioğlu’ydu. HİKAYE BURADA BİTMİYOR DEHAP, ÖDP, TKP gibi partilerin meclise girememeleri alışılan bir durumdu; ancak 1999’da birinci parti olan DSP, ikinci olan MHP ve yine 1999-2002 arasında hükümet ortağı olan ANAP’ın meclis dışında kalması şaşkınlık yaratmıştı. En çok da yüzde 22 oydan yüzde 1’den biraz fazla oy alan DSP…Tansu Çiller’in DYP’si de barajın çok az altında kalarak tarihi bir yenilgi yaşıyordu. 1995’te birinci parti olan Erbakan’ın Refah Partisi’nin ardılı olduğunu söyleyen Saadet Partisi, Recai Kutan’ın genel başkanlığında ancak yüzde 2,5 oy alarak meclis dışında kalıyordu.  Meclise giremeyen yıldızlar geçidi o kadar uzundu ki, gazeteciler iktidara geçen AK Parti’den ve muhalefet olan CHP’den çok bu partilerin kapısını aşındırarak durumu tahlil etmeye çalışıyordu. Hikaye burada bitmiyordu, tabii. Siyasi yasaklı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın yerine Abdullah Gül başbakanlık koltuğuna oturdu. 9 Mart 2003’te Siirt’te yapılan ara seçimle Erdoğan meclise geldi. Başbakan koltuğunu devraldı. Geri kalanı Türkiye’nin 19 yılına egemen olan AK Parti hükümetlerinin kronolojik varidatıdır. 2013’te Gezi Parkı eylemleri sürerken, olaylar ve Arap Baharı arasında benzerlik kurulmasına ve kimi çevrelerce eylemler için “Türk Baharı” denmesine cevaben  o dönem Başbakanlık görevini sürdüren Erdoğan, “Bu ülkede Türk baharı 3 Kasım 2002'de, Ak Parti'nin iktidar olması ile başlamıştır” demişti. Şüphesiz ki, siyasi-toplumsal olaylar coğrafyaya göre şekillenir ve ona göre değerlendirilir; ama 3 Kasım’ın siyasi hayatımızda dönüm noktası olma özelliği artık tarihsel olgudur.