Bir yılı daha devirdik, farkında mısınız? Geçen zamanları gözümde canlandırırken ‘Eyvah!’ diyorum, ki ne eyvah... Ne demiş Abdülhak Hamit Tarhan; Eyvâh! .. Ne yer, ne yâr kaldı, Gönlüm...

  Bir yılı daha devirdik, farkında mısınız? Geçen zamanları gözümde canlandırırken ‘Eyvah!’ diyorum, ki ne eyvah... Ne demiş Abdülhak Hamit Tarhan; Eyvâh! .. Ne yer, ne yâr kaldı, Gönlüm dolu âh ü zâr kaldı. Şimdi buradaydı gitti elden, Gitti ebede gelip ezelden. Ben gittim o hâksâr kaldı, Bir kûşede târumâr kaldı. Bâkî o, enîs–i dilden eyvâh! Beyrût’ta bir mezâr kaldı. Cahit Sıtkı Tarancı’ya ‘Ölüm şairi’ derler ancak ben ne zaman Abdülhak Hamit Tarhan’ı okusam ölümü düşlerim... Daha doğrusu ölümü değil, ona giden yolu... Doğuyorsun, herkes ziyaretine geliyor... Mutluluk, neşe dolup taşıyor... Büyüyorsun; başarıların, yeni yaşların, düğünlerin, doğumların; hep aynı neşe. Tabii arada hüzünleniyorsun yitip gidenlerin ardından ancak özümsemiyorsun yaşananları... Öyle bir an geliyor ki gerçekliğinin üzerini örten o sisli gölge kalkıyor. Hayatla tanışıyorsun... İlk önce yakınlarının büyüklerini ‘sonsuzluğa’ uğurluyorsun... Tanışıyorsun en acı gerçekle ama dedim ya henüz tam olarak özümsemiyorsun... Sonra ailen aklına geliyor; ne kadar acı olsa da birer birer gönderiyorsun onları da... Toprağın her havalanışında toz zerreleri üzerine yapışıyor; sanki seni de yutmak istermiş gibi... Sanki bebeğini kundağa sarma arzusuyla yanıp tutuşan bir ana gibi... Yaşamadan bilemediğin gibi, ölmeden de bilemiyorsun bazı şeyleri... Granit, bazalt, diyabaz... Bir yerden sonra tüm büyüklerinin başına birer birer dikildiğinde acıyacak bir canın da kalmıyor geriye... İşte, o zaman senin için saatin yelkovan ve akrebi sağdan sola başlıyor dönüşe! Ama dedim ya artık acıyacak bir canın kalmıyor geriye... Büyüklerin bittiğinde tek tek dostlarını gönderiyorsun; hayret, hepsi sıraya girmiş gibi! Ne kadar canın kalmasa da acıyor tenin, gözlerin, ruhun... Ayrılıkla kavuşmanın arasında o ince çizgide sıkışıp kalıyorsun... Biliyorsun ki zaman senin için ağır ağır işliyor; üzerindeki toz zerrecikleri gözle görülebilecek kadar ağırlaşıyor... Ve zamanı geldiğinde ölümü eski bir dost olarak selamlayıp memnuniyet içinde ellerinden tutuyorsun... Umuyorum ki o an ne acı kalıyor geriye ne de hayatın telaşı... Sanmayın yer katında bir bodurum Açmışım gökyüzünde bir uçurum Ki derununda ben varım ancak Bugün olsam da bir cihan dide Karlar altında nevbaharım ben Yıldırım yağdırır ateş böceğim Haniya bende böyle şeyhuhet? Gazebim geçti, sakinim şimdi yok canım bir latife ettimdi Mest idim önce, şimdi bihuşum... Ve düşlerimde süslediğim gibi tüm yitirdiklerinle yeniden kavuşuyorsun büyük bir balo salonunda... Perde, işte tam da o zaman sonuna kadar açılıyor... Ah! Ulu gerçeklik...