Hukuk, kötülük işlendikten sonra, ahlâk ise işlenmeden önce hesap sorar. Sorar da neye yarar? Hele bir de kişi ahlaksız, hukuk da yetersizse… Dün, Dünya Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’ydü. N...

Hukuk, kötülük işlendikten sonra, ahlâk ise işlenmeden önce hesap sorar. Sorar da neye yarar? Hele bir de kişi ahlaksız, hukuk da yetersizse… Dün, Dünya Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’ydü. Ne güzel bir cümle değil mi? Uzun uzun, ağdalı ağdalı… Acaba içi dolu mu? Meselenin temelinde bir isyan ruhu var. Kadının özgürleşme arzusu erkek egemen kültüre karşı bir isyandır aslında… İşte bu isyanı bastırabilmek için sonu şiddete varan erkeğin kuyruğunu dik tutma mücadelesidir özetle… Gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklemek gibi aslında… Yanlışı baştan yaparsak asla doğruyu bulamayız. Araştırmalar, şiddetin genetik olmadığını ortaya koyuyor. Şiddet geni yok yani. Ne mi var? Öğrenme var… Nedeni çok… Psikolojik olabilir, narsist kişilik bozukluğu olabilir ancak şu bir gerçek ki; şiddet öğreniliyor… Annesine uygulanan şiddeti normalleştirip kendi maruz kaldığı zaman ses çıkarmayan kadının tavrı bir öğrenmedir. ‘Sırtından sıpayı, karnından sopayı eksik etmeyeceksin’, ‘Kızını dövmeyen dizini döver’ gibi atasözleri ve deyimler aracılığı ile olağanlaştırılmış şiddet kadını ötekileştirdiği gibi aslında bir öğrenmedir… Örneğin; Anadolu’da büyümüş bir erkek. Yemek, temizlik gibi işler evde annesine emanet. Babasına hizmet eden anne, onun kafasındaki kadın modeli… Geliyor Anadolu’dan şehre okumaya ya da çalışmaya. Bir kızla tanışıyor. Ama kız öyle değil. Şu çelişkiyi taşıyor: Neden bu kız annem gibi değil! Annemin babama verdiği hizmeti bu kız bana vermeyecek. Bu çıkarım ne yazık ki öfkeye dönüşebiliyor… Aile, çevresel faktörler tamam da öğrenmenin bir de medya boyutu var. Günde ortalama üç buçuk saat televizyon, 3 bin tane reklam mesajı izliyoruz. Fiziksel güzellik unsuru olarak kadın, cinsel aksiyon içerisindeki kadın, tüketimle birlikte sunulan kadın, maskülen kadın, aptallaştırılmış kadın bedeni gibi reklamlarda 22 çeşit kadın bedeni bize sunuluyor. Benzer modeller dizilerde de var. Asistanlık, hemşirelik, öğretmenlik gibi klişeler ya da dedikodu ve entrikanın sadece kadına atfedildiği modeller… Bunlar bir bakıma ayrımcılığı da körükleyen unsurlar. Bu kadar çok mesaj arasında zihnimizin oluşturduğu anlamlar sonucunda ne yazık ki şöyle bir tablo ortaya çıkabiliyor: O çok iyi hatırladığımız ‘Şule Çet’ davasında olduğu gibi sanığın babası, Şule Çet’in babasına dönüp “Sen de kızına sahip çıksaydın!” diyebiliyor. Ya da şunu rahatlıkla söyleyebiliyor; “Ne işi vardı kızının gecenin o saatinde dışarıda?” Bu yapay serzenişler başta vurguladığım kadının özgürleşme isyanına tepkinin dışavurumu aslında… Tavsiyem anne ve babalara… Öfkesini kontrol edemeyen evlat sahibi olmak istemiyorsanız lütfen onları her istediği yerine getirilen, anında elde edebilme beklentisi ile büyüyen çocuklar olarak yetiştirmeyin. Yanlış ebeveynler yanlış çocuklar yetiştirir. Bu da nesilden nesile geçer…