Garip bir ülkeyiz vesselam… İncir çekirdeğini doldurmayan konuları sakız gibi uzatırken, davul tozu minare gölgesi yorumları fasulye gibi nimetten sayıyoruz. Buna karşılık ülke gündemini adeta sarsm...

Garip bir ülkeyiz vesselam… İncir çekirdeğini doldurmayan konuları sakız gibi uzatırken, davul tozu minare gölgesi yorumları fasulye gibi nimetten sayıyoruz. Buna karşılık ülke gündemini adeta sarsması gereken kararlara, gazete sayfalarında yer bile bulamıyoruz. İşte size somut bir örnek… Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) 1 Temmuz 2021 günü, bana göre tarihinin en kritik ve en doğru kararlarından birini verdi. İntibak planını yeterli görmediği tasarruf finansman şirketlerini bir anda tasfiye eden BDDK, bu şirketlerden 21’inin TMSF yönetiminde, 8’inin ise kendi yöneteceği süreçle tasfiye edilmesine karar verdi. Ve faaliyetlerini durdurdu… BU NASIL BİR PALAVRA! Bazı okurlarımın, “Nedir bu tasarruf finansman şirketi?” sorusunu sorduklarını duyar gibiyim. “Faizsiz ev” vaadi ile son yıllarda pıtrak gibi çoğalan, her köşe başında ofis açan, tanınmış şarkıcı ve komedyenlere reklam filmi çektirerek “Haram olan faizi ödemeden de ev sahibi olabilirsin” palavrasını sıkanlara BDDK ‘Dur’ dedi. Yani devlet aklının 1980’lerdeki Banker Krizi rezaletinden, 2001 bankacılık krizi deneyimlerinden gerekli dersleri çıkardığı anlaşıldı. Dikkatli okurlar anımsayacaktır… Bu sütunlarda “faizsiz ev” vaadi ile vatandaştan para toplayan şirketlerin durumuna defalarca dikkat çekmiş, “Yeni bir Banker Faciası Yaşanmasın” uyarısında bulunmuştuk. Bu şirketler, Türkiye’de vatandaştan yüz milyonlarca lira para toplayıp, “faizsiz kura yöntemi ile ev sahibi yapma” vaadinde bulunuyor. Sayıları son yıllarda korkutucu bir hızda artarak 35’i bulmuş durumda. “İSLAM’DA FAİZ YOK” İşin içine “İslâm’da faiz yok” metaforu da katılıyor ve bu yönde hassasiyeti olan vatandaşlara göz kırpılıyor. Bugün “Ev alacağım, bana ev kredisi verin” diyen vatandaşın önüne “asgari yıllık” yüzde 25 faizi koyan bankalarımızın uluslararası deneyim sahibi yöneticileri hiiiiç bu işlerden anlamazken (!)… Nereden çıktığı, kimden destek aldığı, hangi iktisat teorisine uygun çalıştığı anlaşılmayan insanlar, adında “EVİM” olan firmaları kuruyor, vatandaşın üç kuruşluk tasarrufuna göz dikiyor. Giderek büyüyen ve denetimden çıkma ihtimali güçlenen bu şirketlere, Nasrettin Hoca’nın fıkrasında olduğu gibi testi kırılmadan önlem alınmaya başlanmış, 2020 yılı Kasım ayında her birine 100’er milyon TL sermaye şartı getirildi. Gülünç bir rakam olan bu sermaye seviyesini bile karşılayamayan şirketlerin olduğu basına yansımıştı. Bitmemişti… OCAKLAR SÖNEBİLİR Faizsiz konut şirketleri, siyasetçiler üzerinde baskı kurarak yurt dışındaki gurbetçilerin paralarını toplamak için Meclis’ten yasal yetki istemişlerdi. AKP Grup Başkan Vekili Mustafa Elitaş’ın ise bu talepleri “Bizim başımızı belaya sokmayın” diyerek geri çevirdiği haberlere yansımıştı. Bu işlere girmeye heveslenen okurlara akıl vermek haddimiz değil. Ancak iyi niyetli önerim şu: Turgut Özal, 12 Eylül darbesinin kurduğu Bülent Ulusu Hükümeti’nde iki sene süre ile Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısıydı. O dönemde patlayan ve ekonomi tarihine “Banker Krizi” olarak geçen süreçte, on binlerce insanımızın canı yandı. 25-30 sene çalışmanın ürünü olan tasarruflar, banker kılıklı ne idüğü belirsiz dolandırıcıların elinde battı. Faizsiz bir ekonomik sistemin, “hangi sektörde olursa olsun” yaşaması ve varlığını sürdürülebilir kılması mümkün değil. Bu durum “Kâr payı adı altında faizsiz bankacılık yapıyoruz” iddiasında olan katılım bankaları için de geçerli. Vatandaşımızın kutsiyet atfettiği değerlere vurgu yaparak, işe biraz da din sosu ekleyerek yapılan rezillikleri, binlerce vatandaşımızın ocağının nasıl söndüğünü pek çok kez gördük. Aynı hataları yapa yapa farklı sonuç bekleme hastalığından lütfen kurtulalım.  

“50 SORUDA KANAL İSTANBUL” KİTABI, PROJEYİ İSTEMEYENLERİN EN ÖNEMLİ KOZU OLDU…

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, Türkiye gündemini ilgilendiren bazı konu başlıklarında yayınlar hazırlayarak vatandaşlara ücretsiz dağıtıyor. Kurumun web sayfasından da yayınlanan bu kitaplar arasında, “50 Soruda Kanal İstanbul” bulunuyor. Bilim insanları bir yana, sokaktaki vatandaşın bile aklına takılan sorulara yanıt veremeyen bu kitabın, projeyi istemeyen toplum kesimlerinin elinde önemli bir koza döndüğü anlaşılıyor. Türk devletinin en üst makamı adına hazırlanan bu tür yayınlarda “bilimsel atıf” ilkesine hemen hiç riayet edilmediği de görülüyor. 1 METRE BİLE KISALTMIYOR An itibarıyla ne işe yarayacağı bilinmeyen, projeyi savunan kişilerin bile “hangi bilimsel veriye göre bu kanala ihtiyacımız var” sorusunu yanıtlayamadığı bir süreç yaşıyoruz. Dünyanın en bilinen kanalları, uzun deniz yolculuklarını kısaltmakla kalmıyor; gemiler ve taşımacılık şirketleri için çok ciddi bir yakıt, zaman ve maliyet tasarrufu sağlıyor. Bu kanalların en bilineni olan ve 1859 yılında açılan Süveyş Kanalı, Avrupa’dan Uzak Doğu’ya seyahat eden bir geminin güzergâhını tam 13 bin 200 km kısaltırken, 29 gün tasarruf sağlıyor. Dünyanın bir diğer ünlü kanalı olan Panama Kanalı ise gemi güzergâhlarını yaklaşık 11 bin km kısaltırken, 24 gün tasarruf sağlıyor. Peki ya Kanal İstanbul? Karadeniz’e ya da Marmara üzerinden Akdeniz’e seyreden gemilerin güzergâhlarında 1 metre bile kısaltma sağlamayan bu proje, aynı gemilere 1 saat bile zaman tasarrufu sağlamıyor. İletişim Başkanlığı’nın hazırladığı yayında bu yönde tek satır inandırıcı bilgi yok… Uluslararası hukuk gereğince ticari gemileri, bedava kullandıkları İstanbul Boğazı yerine Kanal İstanbul’u kullanmaya zorlama ihtimalimiz yok. Ki meselenin bu can alıcı noktasına ilişkin tek satır bilgiye rastlamak olası değil. GEMİ SAYISI AZALIYOR Başta Sayın Cumhurbaşkanı olmak üzere iktidarın tüm ileri gelenleri, İstanbul Boğazı’ndan geçecek gemi sayısının 2050’de 78 bini bulacağını, 2070 yılında ise 86 bine ulaşacağını öne sürüyor. Bu rakamlar hangi bilimsel çalışmaya göre ifade ediliyor, belli değil. Oysa aynı devletin bir kurumu olan Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü verilerine göre 2007 yılında İstanbul Boğazı’ndan geçen gemi sayısı 56 bin 606 iken son 14 yılda düzenli şekilde azalarak 2020 yılında 38 bin 404’e gerilemiş durumda. Gemi kapasitelerinin büyümesi, gemi sayısının azalması, Rusya’dan Türkiye’ye ve Avrupa’ya ham petrol taşıyan Mavi Akım, Kuzey Akımı, Türk Akımı gibi boru hatlarının devreye alınması ile boğazdan geçen tanker sayısında da dikkat çeken düşüşler var. “Ticari gemilerin Boğaz girişlerinde haftalarca bekledikleri, bu nedenle maliyet avantajı yakalamak için Kanal İstanbul’u kullanacakları” savı ise tam bir gülünçlükler silsilesi… Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü, 2020 yılında İstanbul Boğazı’ndan bir günde geçen ortalama gemi sayısı 105 olarak belirtiyor. “Haftalarca bekliyorlar” iddianın doğru olduğu düşünüldüğünde, Boğaz’ın her iki girişinde bin 500 civarında geminin geçiş için sıra bekliyor olması gerekiyor. Var mı böyle bir durum? Elbette hayır. Gemi beklemelerinin en temel sebepleri arasında olumsuz hava koşulları ve sis bulunuyor. Yağ ve yakıt transferi yapmak,  kumanya almak, onarımları tamamlamak ya da personel değişimlerini gerçekleştirmek gibi gerekçeler yüzünden yapılan beklemeler birkaç günü geçmiyor. KAZA SAYISI AZALIYOR Yine Sayın Cumhurbaşkanı ve AKP ileri gelenlerinin öne sürdükleri bir başka iddia, “İstanbul Boğazı’nda yaşanan gemi kazalarına Kanal İstanbul’un engel olacağı” yönünde… Örnek olarak da taa 1979’da yaşanan Independenta faciası gösteriliyor. Bugün gerek gemi sayısının azalması gerekse devreye alınan yüksek teknolojili emniyet sistemleri ve ekipmanları ile İstanbul ve Çanakkale boğazlarından yapılan gemi geçişleri bütünüyle kontrol altına alınmış durumda. Nitekim son tehlikeli gemi kazasının 1994’te olduğu İstanbul Boğazı için “kaza riski sıfıra indirildi” demek mümkün olmasa da dünyanın en güvenli su yollarından biri olduğunu söylemek rahatlıkla mümkün… Yaşanan kazaların ise büyük bölümü gemilerin teknik donanımı ile ilgili olan dümen, makine arızası sonucunda meydana geliyor. İstanbul Boğazı genişlik ve derinlik açısından gayet yeterli olduğu için bu tür kazalara ve olası yangınlara denizden müdahale etme ve gemileri yerleşim birimlerinden uzaklaştırma imkânı bulunuyor. Kanal İstanbul’u kullanan bir geminin arıza yapmayacağı ya da -Allah korusun- patlama riski taşımayacağını söylemek ise mantık dışı geliyor. BAŞLANGIÇTA %70 SAPMA! Kanal İstanbul projesinin maliyetinin ne olacağı ve finansmanının nasıl karşılanacağı ise tam bir muamma. Sayın Cumhurbaşkanı henüz birkaç gün önce maliyetin 15 milyar dolar (yaklaşık 130 milyar TL) olacağını ifade ederken, kendisinin emrindeki İletişim Başkanlığı’nın hazırladığı kitapçıkta maliyet 75 milyar TL olarak ifade ediliyor. Daha projeye kazma vurmadan maliyetteki sapma oranı yüzde 70! Uzmanlar, sadece Kanal İstanbul üzerinde yapılması planlanan 7 köprünün inşaat maliyetinin 5 milyar doları geçeceği görüşünde. Ne işe yarayacağı, kimin kullanacağı,  ülkeye ne fayda sağlayacağı, ülke güvenliği için yaratacağı tehditlerin nasıl bertaraf edileceği gibi onlarca soru askıda kalmayı sürdürüyor.  

GAYRİMENKUL SEKTÖRÜNDE EZBERLER KÖKTEN DEĞİŞİYOR

Bir buçuk yılı geride bırakan pandemi, sadece hayatımızın akışını değiştirmekle kalmadı. Pek çok sektörde kuralların değişmesine, hatta yeniden yazılmasına neden oldu. O sektörlerden biri de gayrimenkul… “Hibrit çalışma” olarak adlandırılan “Ofise gelmen gerekiyorsa gel” tarzı çalışma düzenin yaygınlaşması ile küçük ölçekli ofislere talep dikkat çekici oranda yükseliyor. Bu ofislerin kiraları bir yılda yüzde 24.4 yükselirken esnek ofislere olan talep ise yüzde 45 arttı. Türkiye’de gayrimenkul sektörüne ilişkin analizler yapan Endeksa CEO’su Görkem Öğüt, evden çalışmanın artması ve hatta kalıcı olması nedeniyle kurumsal şirketlerin dev binalar yerine daha az kişinin çalıştığı farklı lokasyonlarda küçük bina arayışına başladığını belirtiyor. ESNEK OFİS PAZARINDA BÜYÜME Sektör profesyonelleri, 2025 yılına kadar esnek ofis pazarının her sene ortalama yüzde 45 büyümesini beklediklerini, 2025 yılında Türkiye’de esnek ofis pazarının toplam ofis pazarı içerisindeki payının yüzde 15’e ulaşmasını öngördüklerini vurguluyor. Yapılan son araştırmalara göre küresel ortak çalışma alanı pazar büyüklüğü geçen yıl 7.9 milyar dolarken bu rakamın 2021 yılı sonuna kadar 8.1 milyar dolara ulaşması, 2025 yılında ise 13 milyar doları bulması bekleniyor. Öte yandan son 5 yılda esnek çalışma alanı sayısı yüzde 205 artış gösterirken önümüzdeki yıllarda esnek ofis pazarının toplam ofis pazarının yüzde 30’una denk geleceği öngörülüyor. HAFTANIN SÖZÜ Devlet ne kadar bozulmuşsa, kanunların sayısı da o kadar çoktur. Tacitus