Toprak konuştu…

Toprak konuştu… Ateş konuştu… Su konuştu… Duyun, dinleyin, tedbir alın diye… Ya şimdi kim konuşacak? Toprak kaç defa konuştu; Değirmendere’de, Erzincan’da, Van’da, Dinar’da, İran’da, Varto’da, Gölcük’te, Elazığ’da, Bingöl’de, Bayraklı’da… Herkes duydu, dinledi, ağladı ama anlamadı. İhmalkarlık’ lakırdısı yaptı… Sonra ateş konuştu… Manavgat’ta konuştu. California’da, Oregon’da, Marmaris’te, Milas’ta, Köyceğiz’de, Adana’da, Kahramanmaraş’ta, Avustralya’da, Yunanistan’da… Herkes duydu, dinledi, ağladı ama anlamadı. İlkokul zekası düzeyinde, ‘ihmalkarlık’ lakırdısı yine… Yine aynı terane… Sonra su konuştu… Rize’de, Artvin’de, Kastamonu’da, Bartın’da, Sinop’ta… Neler dedi neler? Ben bu yatağı oluşturmak için binlerce yılımı verdim, siz üç günlük varlıklar benim alanıma saldırdınız” dedi. Herkes duydu, dinledi, ağladı ama anlamadı. Astım korosu gibi ‘ihmalkarlık’ senfonisi yine… Efendim, ‘Binaları yapan da, izinleri veren de suçlu” imiş. Teşekkür ederim bu muhteşem tespit için; beni bir yerden bir yere taşıdı (!) ne yalan söyleyeyim. Aman Allah’ım, bu ne vizyon, bu ne çap… Tek ilaç ve tek reçete var; o da tedbir. Tedbir almadık, sadece saklandık ne yazık ki… Yağmur başladığında saçak altına sığınan serçeler gibi… Hani üst katmanlardaydı insanoğlunun bilinç düzeyi. Yağmurdan saklanmak yerine barınaklar yapan, suyu yönetip depo eden bilinç nerede? Meteorolojiden uyarılara rağmen metrekareye şu kadar bu kadar yağış düştü” demek basiretsizliğin itirafıdır bana göre. Bir devletin büyüklüğü, felaket yaşanmadan kurtardığın can, mal ve moral ile ölçülür. Hadi iyimser olayım; felaketi en az hasarla atlatmak devletin büyüklüğü ile eşdeğerdir. Nasıl ki devlet, canlı bombayı eyleme geçmeden etkisiz kale getiriyor ve biz de bunu alkışlıyorsak, yine aynısı olmalıydı. Felaket olup bittikten sonra “Bütün birimlerimizle afet bölgesindeyiz”, “Yaralarımızı birlikte saracağız” falan… Felaket gırtlağa yapıştıktan sonra herkes olay yerine koşuyor zaten. Sanatçısı, gönüllüsü, doğaseveri, köylüsü… Tabii yaralarımızı birlikte saracağız da senin vergi toplama yetkin var, silahın var, otoriten var, gücün var. Ben senin beline silah koyuyorum beni koruyasın diye, alın terimi veriyorum. Canımı, malımı sana emanet ediyorum. O zaman sen bütün senaryolara hazırlıklı olmalısın. Olasılıkları düşünmek ve tedbir almak senin işin. Benim sorumluluğum mu ne? Ah ah! Ben Allah’a emanetim. Ben yine bildiğimi okuyacağım. Ben yine balçık zemine bina yapacağım, yine ormana cam şişe atacağım, yine dere içine ev yapacağım… Benim gelişimimi artıracak bütün unsurlar şu an hizmette sınır tanımıyor. Benim bilinç düzeyim gelişsin diye kitap yazan yazana… Film çeken çekene… Bilim insanları canhıraş keşif, icat peşinde… Ahlak filozofları gece-gündüz fikir üretme derdinde. Eğitmenler, ustalar, bilirkişiler, herkes… Biz ona kısaca ‘eğitim’ desek de çok bilinmeyenli bir denklemin orta yerindeyim ben. Toprak konuştu… Ateş konuştu… Su konuştu… Şimdi ne mi olacak… Bence şimdi tekrar ‘toprak ana’ konuşacak…