Bayburt, cennet vatanımızın en küçük kenti. 85 bin kişilik nüfusu, büyükçe bir ilçenin iki mahallesine ancak yetişiyor. Ama sevdalıları çok. Hele hele hemşehricilik ilişkileri çok güçlü. Bayburtlul...

Bayburt, cennet vatanımızın en küçük kenti. 85 bin kişilik nüfusu, büyükçe bir ilçenin iki mahallesine ancak yetişiyor. Ama sevdalıları çok. Hele hele hemşehricilik ilişkileri çok güçlü. Bayburtlular, Türkiye’nin neresinde olursa olsun, birbirlerini bulmakta pek mahirler… Kenan Yavuz, sıkı bir Bayburtlu. İş hayatında 35 yılı geride bırakan, dev enerji şirketlerini başarıyla yöneten Yavuz; Yönetim Kurulu Başkanı olduğu aile şirketlerini, büyük oğlu İrfan Yavuz’a ve profesyonel yöneticilere emanet etmiş. Sekiz yıla yaklaşık süre Petkim’de birlikte çalışmaktan büyük keyif aldığım Kenan Yavuz, birkaç yıldır mesaisinin önemli bölümünü sosyal sorumluluk projelerine ayırıyor. // GURUR ABİDESİ MÜZE “En büyük hayalimdi” dediği Kenan Yavuz Etnoğrafya Müzesi, memleketi Bayburt’un Demirözü ilçesine bağlı bin 700 rakımlı Beşpınar Köyü’nün gurur abidesi olmuş. 1959 yılında bu köyde doğan ve tutunduğu topraklardan hiç kopmayan Kenan Yavuz; yörenin zengin kültürel birikimini yansıtan müzesinin tescilini de Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan almış. Yörenin mimari dokusuna uygun inşa ettirdiği evinin de yer aldığı müze arazisi, insanı adeta zaman tünelinde bir yolculuğa çıkarıyor. Geçen yüzyılın başında yaşanan savaşları ve cankırımlarını anlatan objeler; yöredeki eski hayatı muhafaza edip, yeni hayatın içinde görünür kılmayı amaçlayan çok sayıda eser bulunuyor müzede… Geçen yıl ziyaret ettiğim müzede aldığım keyfi hiç unutmuyorum. Geleneksel köy evleri, değirmenler, konak, amfi tiyatro, sinema salonu, kütüphane, yöresel mutfak atölyesi, köy kahvesi, kırsal yaşamın izlerini barındıran kapalı ve açık hava müzesi ile adeta bir yöresel kültür kompleksi yaratmış Kenan Yavuz. Hem de tamamen cebindeki parasıyla… Yaz aylarının büyük bölümünü köyünde geçiren Yavuz, müzesinde çok renkli etkinliklere imza atıyor. Bu etkinlikleri sosyal medya hesaplarından yayınlayarak, tüm takipçilerinin Bayburt havasını solumasını sağlıyor. // KEM’İN SİHRİ “Tırpanla Ot Biçme Şenliği”nden sonra “Kem Eğirme” etkinliğini izlerken, Anadolu insanının bilek gücü ile doğayla nasıl boğuştuğunu da anlıyor insan. Tırpanla biçilen otlar, “kem” adı verilen halata dönüştürülüyor. Aynı zamanda hayvan yemi olması nedeniyle çok kıymetli olan bu otlar, biçildikten sonra kem ile sıkı sıkıya bağlanıyor ve ahırlara kaldırılıyor. Kadınların eğirdiği bu iplerin çok sağlam olması ve kopmaması hayati önemde. Şayet ot biçilen tarla eğimli bir yerde ise, kem ile bağ yapılan otlar yamaçtan aşağı yuvarlanıyor. Bağın kopması, otların etrafa saçılması, büyük bir emeğin heba olması demek. Basit gibi görülen bu işin ardındaki emeği, kol gücünü ve titizliği görünce, Anadolu insanının doğa ile boğuşurken yaşadığı zorlukları daha iyi anlıyorsunuz. Makineleşmenin artması ile kem eğirme gibi işler pek fazla kalmasa da, saygı duyulası bir emek var ortada. Kenan Bey, “Bizim kuşağımız çok ilginç ve şanslı bir kuşak. Yüzyıllarca öncesinin araçlarını ve uzay çağını aynı yaşam süresi içinde yaşadık.” diyor. Beş yaşındayken çobanlıkla başlayan ve yaşam biçimi haline getirdiği tutkusu ile ilgili şu çarpıcı örneği veriyor: “Bizim çocukluğumuzda tarlalar saban ile sürülür, sabanı da öküzler çekerdi. Çocukluğumdan 20 yaşıma kadar istisnasız her yaz babamla birlikte bu dönemi yaşadım. Saban tekniği iki yüz yıl öncesinde de aynıymış. Sonra makineleşme geldi. Traktörler ile tarlalar sürülür oldu. Biz onu da yaşadık. Dolayısıyla iki çağ arasındaki farkı en iyi analiz edebilecek noktadayız.” Bunca emek vererek yaratılan kültür kompleksinin bir diğer işlevi de, Anadolu’nun giderek ıssızlaşmasına dikkat çekmek. // KÖYLERDE YAŞAM “Göç” olgusu, hâlâ yakıcı bir toplumsal sorun olmayı sürdürüyor. Müzenin “görünmeyen” kuruluş amaçlarından biri, Anadolu'nun güzelliklerini gençlerin dimağında canlı tutmak, köylerin yaşanabilir olduğunu göstererek göç olgusunun önüne geçmek. Yokluk yıllarının deneyiminden damıttığı analizinde, devletin her türlü altyapı, sağlık ve eğitim yatırımlarını Anadolu'nun her köşesine ulaştırdığına dikkat çekiyor Kenan Yavuz ve şu görüşleri ifade ediyor: “Göç olgusunun devam etmesi artık anlamsız. Herkesin doğduğu topraklarda doyması için gereken altyapı hazır. Bizim kuşağın bu topraklardan ayrıldığı dönemlerde hiçbir şey yoktu. Yol yoktu, hastane yoktu, okul yoktu, elektrik yoktu ancak nüfus yoğunluğu çok olduğundan göç zorunluydu. Sanayileşme ve kentleşme yaşanması gereken bir süreçti. Artık iç göçün sosyoekonomik gerekçeleri ortadan kalkmıştır. Anadolu'nun güzelliklerini gençlerin dimağında canlı tutmaya gayret gösteriyoruz.” Pandemi sürecinde insanlığın yaşadığı problemin, dünyayı yeniden şekillendirmek gerektiğini hatırlattığını kaydeden Yavuz; daha sade, tabiat ile bütünleşik, özgün ve yerel güzelliklerin, yaşanmışlıkların görünür olduğu bir kültür turizminin hayata geçirilmesi gerektiğini de vurguluyor. Kenan beyin emeğine ve tükenmez sevdasına tanık olunca, “Keşke her şehrimizin böyle sevdalı evlatları olsa” demeden geçemiyor insan. Yolu Bayburt’a düşenlerin, Beşpınar köyündeki Kenan Yavuz Etnoğrafya Müzesi’ne de vakit ayırmalarını öneriyorum. Dede Korkut'un, Şair Zihni'nin, Ağlar Baba'nın, Âşık Hicrani’nin, Dede Paşa’nın diyarındaki müze, size keyifli bir zaman yolculuğu sunuyor. Anadolu'nun kaybolmaya yüz yutmuş ve değişmemesi gereken güzelliklerini modern zamanlara teslim etmemek ve ezdirmemek kurulan bu direniş noktası, güçlü bir alkışı hak ediyor.  

BOŞUNA DEMEMİŞ HEM ZEKİ, HEM ÇEVİK HEM AHLÂKLI DİYE…

Yaşı tutanlar hatırlayacaktır. 80’li yıllara kadar spor salonları ve statlarda, Atatürk’ün bir cümlesi herkesin göreceği bir yere, genellikle de skorboardların yanına ya da üzerine yazılırdı: “Ben sporcunun seki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim…” Bir süre sonra memleketteki ahlaki çürüme öyle bir raddeye gelmiş olmalı ki, bu cümle pek çok yerden kaldırıldı. Lafı, Hamza Yerlikaya’ya getireceğim. VakıfBank Yönetim Kurulu’na atanan milli güreşçimiz Hamza Yerlikaya, eş anlı olarak Cumhurbaşkanı Başdanışmanlığı ve Gençlik ve Spor Bakan Yardımcılığı görevlerini de sürdürüyor. // HAMDİ TÜRKMEN’DEN ÖĞRENDİM Yıllarca hepimizi gururlandıran başarılara imza atan Hamza’nın, engin (!) bankacılık tecrübesinden önce, diploma sahteciliğinden de hüküm giydiği bilgisini kaçırmışım. Gazeteci ağabeyimiz Hamdi Türkmen’in köşe yazısında okuyunca, bu ülkede yaşayıp kanıksadığımız ne kadar çok şey olduğunu hatırladım. Efendim, kısaca özet geçelim: Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı, hakkında nitelikli dolandırıcılık suçundan dava açılan ve sekiz yıl ağır hapis cezası istenen sanığa söz veriyor. Sanık ifadesinde, aslında ortaokul mezunu olduğunu, tanımadığı bir şahsın kendisine lise diploması getirdiğini, bunun karşılığında para ödemediğini, 1995-1996 döneminde, bu diploma ile Gazi Üniversitesi Spor Yüksek Okulu’na kayıt yaptırdığını söylüyor. Mahkeme, bu beyanı Gazi Üniversitesi’nden de doğrulatıyor. Sanık, bu ifadesi ile lise diploması olmadığını, çok açık bir şekilde beyan ediyor. Suçunu hafifletmek amacıyla, sahte diplomayı getiren şahsı tanımadığını, karşılığında para ödemediğini söyleyerek, verilecek cezanın düşük olmasını amaçlıyor... Nitelikli dolandırıcılık suçuyla yargılanan ve sahtekârlıkla suçlanan bu kişi; Cumhurbaşkanlığı Baş Danışmanı, Gençlik ve Spor Bakan Yardımcısı, VakıfBank Yönetim Kurulu Üyesi Hamza Yerlikaya… Avukatı ise Türkiye Barolar Birliği’nin eski Başkanlarından Özdemir Özok. Ancak yargılama sürecinde çok iyi bildiğimiz “ört ki ölem” bakışı yeniden nüksediyor ve dava sessiz sedasız kapatılıyor. // İTİRAF EDERSE NE OLUR? “Suçunu kabul ettiği” bu dava sonuçlandığı anda, Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) ve Uluslararası Güreş Federasyonu’nun (FİLA), Hamza’nın tüm madalyalarını ve derecelerini iptal edeceğini herkes biliyor. İşin en acıklı ve pes dedirten yanı ise şu: T.C. Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın resmi internet sayfasında an itibarıyla Hamza’nın Süleyman Demirel Üniversitesi (Isparta) Eğitim Fakültesi Beden Eğitimi ve Spor Bölümü mezunu olduğu yazıyor.(Bknz: https://gsb.gov.tr/Sayfalar/3128/3127/bakan-yardimcisi-hamza-yerlikaya.aspx) Sahte diplomalı bir insanın hem hukuk hem de toplum nezninde “sahtekâr” olduğu biline biline, ortaokul mezunu olduğunu yargılamada bizzat kendisi söyleyen Hamza’nın dürüstçe toplumun önüne çıkıp açıklama yapması gerekiyor. Verdiğim vergilerden hâlâ astronomik maaşlar almaya devam etmesinin, mantıklı bir izahı olabilir mi? Günün sonunda, güreş sporunda hepimizi gururlandıran başarılara imza atsa da, bir ortaokul mezununun Türkiye’nin en büyük bankalarından birisine Yönetim Kurulu Üyesi olarak atanması gibi bir garabet var karşımızda. // İŞ BANKASI VE CHP… Bu kişi iktidar partisinin eski bir milletvekili aynı zamanda… Şimdi… Bu durumda sormak hakkımız değil mi: İş Bankası’ndaki CHP hisselerini, dikkatleri dağıtmanın maymuncuğu gibi belirli aralıklarla gündeme taşıyan iktidarın yaptığına ne demeli? İş Bankası’ndaki Atatürk hisselerini “sadece temsil etmekle görevli olan”, ticaret hukuku nezninde mansup (nasbedilmiş) bulunan, tek kuruş gelir elde etmeyen – Atatürk’ün vasiyetine göre elde etmesi mümkün de olmayan- CHP’ye, “liyakat” eleştirisi getirmek biraz gülünç olmuyor mu? Ha bu arada Hamza Yerlikaya sadece tek bir örnek… Üç kamu bankasının Yönetim Kurullarındaki isimlerin ezici çoğunluğu AKP ile doğrudan bağlantılı kişilerden oluşuyor. Ve bu isimlerin bankacılıkla –emekli maaşı çekmenin dışında- bir ilgisi de bulunmuyor. “Ehliyet”, “liyakat”, “deneyim”, “donanım” gibi kelimelerin anlamını soran okurlarımı üzmek istemem… Türkiye gerçeğinde gazoz şişesine habbe, gelin hamamına kubbe olmaktan gayrı bir anlam taşımıyor…  

YAKIŞTI MI KARŞIYAKA’YA?

Ordinaryüs Profesör Hıfzı Veldet Velidedeoğlu… 23 Nisan 1920’da açılan Birinci TBMM’nin genç kâtip üyesi, Türk hukukçularının kutup yıldızı, Atatürk’ün Büyük Nutku’nu öz Türkçe’ye çevirerek “Söylev” adı altında milyonların okumasını sağlayan bir aydın, Atatürkçü Düşünce Derneği’nin Onursal Genel Başkanı… 1992 yılında aramızdan ayrılan bu muhteşem bir adamın adını taşıyan bir park var Karşıyaka-Bostanlı’da… Parkın bakımsızlıktan dökülmesi bir yana, adını taşıdığı Velidedeoğlu’nun hatırasına da saygı duyulmuyor. Vatandaşımızı sorarsanız zaten duyarsız! 30 senedir her gün gördüğü parka kimin adının verildiğini merak dahi etmiyor… Karşıyaka Belediyemizin çok daha önemli işleri var ki, sprey boya ile boyanan, üzerine pizzacı reklamı yapıştırılan park tabelasını onarmıyor, Velidedeoğlu hocaya yapılan saygısızlığı sineye çekiyor. Yazık gerçekten… İçinde bulunduğu toplumu “muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarma” ülküsü ile 88 yıllık ömrünü tüketen Hıfzı hoca, bu hoyratlığı hak etmiyor. Sadece onlar mı? Hocanın onursal başkanı olduğu ADD’nin Karşıyaka Şubesi’nin de belli ki olaydan haberi yok. Benzer bir durum Avrupa’nın herhangi bir şehrinde olsa, onun gibi düşün adamlarının hatırası muhteşem eserlerle heykellerle anılır. Ne kadar hoyrat bir millet olduğumuzu anlamaktan, bir kez daha büyük üzüntü duyuyorum…  

TÜİK VERİLERİNİ SORANLARA FIKRALI VE TOPLU BİR CEVAP…

Bizler gibi biraz kalem oynatanlara sorulan soruların ilk 5’i: “Kardeşim, dolar nereye kadar çıkar (ya da iner)? “Yengene bir miras payı geldi, parayı nereye yatıralım?” “Açıklanan işsizlik ve enflasyon rakamları gerçeği yansıtmıyor, sebebi nedir?” “Kişi başına milli gelir rakamı doğruysa, benim dört kişilik ailemin her ay 10 bin liranın üzerinde gelirinin olması gerekiyor. Nerede kardeşim bizim paralar?” “Bu yıl erken seçim olur mu?” // GÜVENMEK VE İNANMAK Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), pazardan alışverişini yapan Mehmet amcadan Holding patronu Mehmet beye kadar hepimizin dikkatle izlediği, verilerinin sağlamasını yaptığı bir kurum. Devletin açıkladığı rakamlara elbette güvenmek zorundayız. Peki güvenmek zorunda mıyız? On puanlık sınav sorusu bu galiba… Hâl böyle olunca sorulara toplu yanıt olabilecek bir fıkra ile bahsi kapatalım: // FIKRA İLE CEVAP… Üst katta sevgilisi ile birlikte olan kadın, aşağı kattan gelen sesleri işitince irkilmiş. “Eyvah” demiş sevgilisine, “Kocamın iş seyahatinden erken döneceği tutmuş. Hemen saklan!” Evin misafiri olan sevgili, izlediği filmlerin de etkisi ile “Ulan elbise dolabına saklanayım bari” demiş içinden ve atmış kendisini dolaba… Kocası odaya girmiş ve gördüğü manzarayı görünce şaşırmış… Karısı yarı çıplak, saç baş dağınık vaziyette, komodinde bir viski bardağı ve dumanı hâlâ tüten puro… Sinirlenmiş tabii. Çıkışmış karısına: -“Nedir bu viski?” -Sevgilim, seni çok özledim, hasretine dayanamadım, kendimi içkiye vurdum. -Peki bu puro ne? -Onu da rahatlamak için yaktım. Viski ile puro iyi gider dediler. Dolabın içinde olup bitenlere kulak misafiri olan sevgili, adamın zekâsına şapka çıkarmış (!), biraz rahatlamış… -Tamam. Beni özle ama sağlığına da dikkat et. Şimdi biraz yatacağım, çok yorgunum, sonra konuşalım bunları… Adam ceketini çıkarıp elbise dolabının kapağını açtığı anda, karısının “Ah, eyvah” bağırışı ile dolabın içinde ayakta çıplak duran davetsiz ile karşılaşmış: -Senin ne işin var burada? Ne arıyorsun -Abi, viski ve puro hikâyelerine inandıysan, ben de otobüs bekliyorum…