Sonunda itiraf etti biri. Şöyle dedi; “Bunlar doğru olmayabilir ama çok tatlı be dostum.” Yanlış olabilir ama çok t...

  Sonunda itiraf etti biri. Şöyle dedi; “Bunlar doğru olmayabilir ama çok tatlı be dostum.” Yanlış olabilir ama çok tatlıymış! Neden mi böyle söyledi? ‘Entelektüel şirk’ dediğim kapitalizm, hurafe dediğim için nazar boncuğu ve budizmden geçme dediğim tespih için... Konuştuk, tartıştık, önce bir olmazlandı ama sonunda itiraf etti. Ki, ağzı laf yapan, eli de kalem tutan biri bunu söyledi. Güce tapan ve okumayan çoğu vatandaş için durum çok daha vahim. İnandığımız doğruları terk edip gerçekle yüzleşmek zor geliyor bize. Doğu bildiğimizi sandığımız o kadar çok şey var ki. Tıpkı, ‘Lozan Antlaşması 2023 yılında sona erecek!’ şehir efsanesi gibi. Gizli maddeler varmış, kapanan petrol yatakları varmış. Hikaye! TBMM Meclis Başkanı açıkladı, ‘Öyle bir şey yok” dedi. Ama ne mümkün inandırmak! Tıpkı her yıl 21 Aralık’ta Türkler arasında kutlandığı ileri sürülen Nardugan Bayramı gibi… Tarihçiler, Noel’in kaynağı olduğu ve Nardugan Bayramı’nın uydurma olduğu görüşünde. Prof. Dr. Ahmet Taşağıl, “İslam öncesi dönemde Türklerin Nardugan diye bir bayramı yoktur. Hıristiyanlığa girmiş ya da kültürel olarak etkilenmiş Türk kökenli topluluklar tarafından kutlanmaktadır.” Doç. Dr. Mustafa Aksoy, “Konar göçer Türklerde ‘Nardugan’ diye bir kutlama hiçbir zaman olmadı. Nardugan uydurma, safsata.” Bir örnek daha... Çanakkale’de savaşan Türk askerlerinin günlük yemek menüleriye ilgili bilgi kirliliği. ''Sabah hoşaf, öğle bir parça ekmek, akşam boş!'' Acıklı, bir o kadar kulağa hoş geliyor olsa da, boş! Devlet, oraya yığmıştır neyi varsa. Her askere günlük 900 gram ekmek veriliyordu. Pirinç çorbası, etli nohut, etli pilav, etli fasulye, kuru bakla ve komposto, günlük şekilde bol bol veriliyordu. O dönem çıkan kanuna göre bir erin günlük en az 250 gramlık et ihtiyacı karşılanmıştır. Behçet Sabit Bey günlüğünde şöyle yazar: ''Öğleye yakın bir Müslüman lokantasına girdik. Döner çevriliyordu ve o gün için pek iştah açıcıydı. Kuzu etinin, sütün, yoğurdun bol olduğu zamanda olduğumuzdan gayet lezzetli yiyecekler pek ucuza alınabiliyordu.'' Yedek subay Münim Mustafa, İstanbul'dan gelen siparişlerin yarattığı mutluluğu şu sözlerle tarif ediyor: ''...biraz sonra zeminlikteki yatağımın üzeri muhtelif renkte kutular içindeki çikolatalar, şekerlemeler, pasta ve bisküvilerle süslendiğini gördüğüm vakit adeta kendimi babamın yanında oynadığım zamanlara dönmüş zannediyordum.'' Üç örnek de koca bir yalan kısacası! ‘Yahu uydurma olsa ne olur, her milletin böyle efsaneleştirdiği hikayeleri vardır’ diyene, ben de derim ki, ‘İnsanlar gerçeği duymak istemiyor. Bu bir kaçış. Belki bu yüzden film, hikaye, menkıbe seviyoruz, belki bu yüzden alkol alıyoruz. Simülasyon bur mutluluğa kaçıştır belki de yaptığımız.“ Hani şu Matrix filmindeki Cypher ile ajan Smith arasında yaşanan diyalog gibi… Cypher: Biliyor musun? Bu bifteğin var olmadığını biliyorum. Bunu ağzıma attığımda Matrix'in beynime bunun sulu ve lezzetli olduğunu söylediğini biliyorum. Ne farkettiğimi biliyor musun? Cehalet mutluluktur. Soru basit: Gerçek mi, mutluluk mu? Seçim bizim.