Yazar Alper Akçam’la iki gün sürecek “Türk romanında Kurtuluş Savaşı” konulu söyleşinin ilk bölümünde Talip Apaydın üzerinden yapılan tartışmalara...

Yazar Alper Akçam’la iki gün sürecek “Türk romanında Kurtuluş Savaşı” konulu söyleşinin ilk bölümünde Talip Apaydın üzerinden yapılan tartışmalara değindik Alper Akçam, roman ve öyküleri kadar araştırmalarıyla da dikkate değer bir kaleme. Geçtiğimiz günlerde elektronik posta ortamında Cumhuriyet gazetesinin kitap ekinde yer alan "Edebiyatta Kurtuluş Savaşı" konulu yazıyı eleştirdi. Apaydın’ın “Toz Duman İçinde”, “Vatan Dediler” ve “Köylüler” adlı üçlemesinin ayrıca önemsenmesi gerektiğini söyleyen Akçam’la söz açılmışken konuyu daha da derinlemesine konuşmaya çalıştık. Akçam, “Apaydın’ın “Toz Duman İçinde”, “Vatan Dediler” ve “Köylüler” adlı üçlemesi Kurtuluş Savaşı konusunda ayrıcalıklı bir yapıt olarak görünür bana” dedi. -Sayın Akçam, ortak iletişim grubunuzda paylaştığınız yazıda Talip Apaydın’ın Toz Duman İçinde, Vatan Dediler, Köylüler üçlemesinin değerlendirmeye alınmamış olmasını eleştiriyorsunuz. Bununla birlikte eksik de olsa bu yazıların edebiyatımızdaki bazı tartışmaları canlandırması adına sevindirici değil midir? Kuşkusuz… Her tartışma, her itiraz, konuya ilişkin farklı bakış açılarını da açığa çıkartacak, ayrıntıların görünür olmasını sağlayacaktır. Bir konu hakkındaki farklı düşünce ve bakış açılarının yan yana, karşı karşıya durması, diyalojik okumalar, gerçeğin daha da aydınlanmasında çok önemli bir işleve sahiptir. Sorun, itiraza konu olan yazı ile yanıt niteliğindeki yazının ulaşılabilirlik ölçülerinde ortaya çıkıyor. Eksik bir anlatım ya da tanımlamaya verilen yanıt, o ilk metin kadar yaygın okunabilecek midir, sorun burada… -Aynı yazıda Tarık Buğra’nın “Küçük Ağa” romanının baskı sayısı ve adedi konusunda çok daha önde olduğunu söylüyorsunuz. Şüphesiz “Küçük Ağa” edebiyatımız açısından başarılı bir romandır; ancak baskı sayısı ve adedini Talip Apaydın gibi yazarlar karşısında bir başarı ölçütü olarak alabilir miyiz? Hiçbir yapıtın başarısı satış sayısı veya okura ulaşılabilirliği ile koşut tutulamaz. Ancak kültürümüzdeki etkisi, ülkemizin geleceğine yönelik düşüncelerin belirlenmesindeki yeri açısından değerlendirildiğinde, yaygın dağıtımı yapılan bir kitabın olumsuz bir etki bırakmış olmasının giderilebilmesi de oldukça zordur. Kitabın başarısı ile etki gücü aynı şeyler demek değil… Bir konuyu dar bir bakış açısıyla anlatan bir yapıtın çokça dağılmış ve okunmuş olması konu hakkındaki genel bakış açısını da sınırlamış olacaktır. Edebi başarının bir ölçüsü yoktur ama yapıtın yaşanan gerçeklikle ilişkisi, sahihliği, olgulara ve insanlara yaklaşımdaki sanatsal tarzı ayrıştırılabilir. Eleştirinin işi de budur. Benim itirazımın nedeni de… -İkinci sorumdan devamla, “Küçük Ağa” 12 Eylül sonrasında TRT tarafından dizi olarak çekiliyor. Devlet bürokrasisi, eleştiri ortamındaki dayanışmalar ve hatta devlet içindeki dengelerin değişmesinin de bazı yazarları öne çıkardığını ya da unutturduğunu söylememiz mümkün mü? “Küçük Ağa”nın en fazla baskıyı 1981’den bugüne yaptığını siz de belirtiyorsunuz… Bu noktada da yönetim erkinin kendi gücünü edebiyatın sahihliğinden, yazınsal gücü ya da gerçeklikle ilişkisinden çok siyasal etkileri bakımından değerlendirdiğini, bu nedenle de Kurtuluş Savaşı konusunda olduğu gibi genel olarak da iktidar ve piyasa ilişkileri aracılığıyla, edebiyatın retorik gücünün kullanımı sonucu kimi istendik toplumsal koşullandırmalara kapı açılmış olduğunu, bunun bilerek ve istenerek yapıldığını söyleyebiliriz. Ne yazık ki, sanat ve edebiyat da çoğu kez hegemonik amaçlarla kullanılır olmuştur. Benim bu konudaki itirazımın ana nedeni, söz konusu yazının yönetim erkine muhalif duruşlu, Cumhuriyet geleneğinden geldiğini söyleyen bir yayın organında yayımlanmış olmasınadır. Kendilerini uyarmak zorunda kaldım. Sevinerek belirteyim ki, hem yazıyı kaleme alan Oğuz Demiralp, hem de Cumhuriyet Kitap Eki yayın sorumlu Turgay Fişekçi, eleştiri ve itirazlarıma haklılık payımı göz önünde tutarak olumlu bir yaklaşım gösterdiler. Oğuz Demiralp, sonrasında gönderdiği e- postalarla farklı konulardaki düşüncelerimi ve önerilerimi de sordu. Mutlu oldum. Turgay Fişekçi de, konuya ilişkin yıllar önce yazdığım “İki Romanda Bir Kurtuluş Savaşı” başlıklı yazımı Sözcükler Dergisi’nde yayımlamak üzere istedi. Yeniden gözden geçirerek kendisine gönderdim. Yazı derginin sanırım Kasım 2020 tarihli sayısında yayımlanacak… -Siz Köy Enstitüleri üzerine önemli araştırmalar yaptınız. Bu okuldan yetişmiş edebiyatçılarımız Kurtuluş Savaşı, Osmanlı Devleti ve Cumhuriyet olgularına genel olarak romanlarında nasıl yaklaşmışlardır ve Kurtuluş Savaşı’nı gündemde tutmak adına neler yapmışlardır? Köy Enstitüsü çıkışlı yazarlarda genel bir tutum vardır. Onlar, gerçekliğe olan saygılarıyla, sanatsal seçkilerini ve çözümlemelerini gerçekliği tahrif etmeden kurguya oturtmalarıyla öne çıkarlar. Ünlü yazar Mihail Bahtin’in deyişiyle, kültürün derin dip akıntılarını görür, kendi anlatıcıları aracılığıyla ahkâm kesmek yerine o dip akıntısının öz karakterlerine, halk kahramanlarına kendi anlatıcı düzlemlerinde adaletle söz hakkı verirler. Araştırmadan, uzaktan bir bakış açısıyla, kimi önyargılarla, Tanrı katında bir anlatıcı ağzıyla yazmazlar. Bu nedenle de Talip Apaydın’ın “Toz Duman İçinde”, “Vatan Dediler” ve “Köylüler” adlı üçlemesi Kurtuluş Savaşı konusunda ayrıcalıklı bir yapıt olarak görünür bana. Halkın içinde yaşamış, halkın nabzını tutmuş bir edebiyat yapıtı olarak okunabilir. Köy Enstitülü yazarlar, içinden geçtikleri eğitim süreci boyunca içselleştirmiş oldukları diyalojiyi yapıtlarına taşımayı da başarmışlardır. Sokratik Diyalog’un ana ilkeleri olan Sinkrizis ve Anakrizis’i metin işleyişlerinde ustaca kullanırlar. Kurtuluş Savaşı’nın edebiyat aracılığıyla gündemde tutulabilmesi, Köy Enstitülü yazarların tümünü birden üçlemesiyle temsil etmeyi başarmış Talip Apaydın yapıtlarının daha yaygın okunabilmesi ve üzerlerinde tartışılabilmesi ile mümkündür. Talip Apaydın şimdi Literatür Yayınevi tarafından basılıyor ve dağıtımı çok daha başarılı oluyor.