“Ben gidersem sazım sen kal dünyada / Gizli sırlarımı aşikâr etme” Türk topraklarının yetiştirdiği en güçlü halk ozanlarından biri olan Âşık Veysel,”Sazıma” adındaki şiirinde sazıyla konuşurken, her...

“Ben gidersem sazım sen kal dünyada / Gizli sırlarımı aşikâr etme” Türk topraklarının yetiştirdiği en güçlü halk ozanlarından biri olan Âşık Veysel,”Sazıma” adındaki şiirinde sazıyla konuşurken, her ne kadar “gizli sırlarımı aşikâr etme” dese de; ben bu gün onun az bilindiğini sandığım bir yanından söz etmek istiyorum yine de... Çünkü hayatım boyunca uğruna emek harcadığım; evrensel kültüre ulaşmanın, öncelikle ulusal değerleri bilmekten geçtiğine beni inandıran insanların başında gelir Âşık Veysel... Kendimi iyi hissetmediğim, umudumun dışarıda akan kapitalist ilişkiler tarafından sömürüldüğü bir çok an yaptığım gibi, Âşık Veysel şiirleri okurken onun pek çoklarınca görüp de düşünmedikleri, neredeyse “meczup denecek kadar sefil” bir fotoğrafına bakakaldım uzun zaman... İlkel zamanların peygamberleri gibi göründüğü bu fotoğrafın nerede ve ne zaman çekildiğini araştırırken, bu fotoğrafın, onun ilk fotoğrafı olduğunu öğrendim. İlk kez, 1931 yılında, Sivas’ta, İl Milli Eğitim Müdürü olan Ahmet Kutsi Tecer’in hazırladığı “Sivas Halk Şairleri Bayramı” adlı kitapçıkta yayınlanan bu fotoğraf, Âşık Veysel’in dehasının ortaya çıkmasında ve örgütlenip halka mâl olmasında çok büyük bir etkiye sahiptir. Ahmet Kutsi Tecer, 1930 yılında, Sivas Lisesi'ne edebiyat öğretmeni olarak atanması üzerine gittiği Sivas şehrinde dört yıl kalır. Bu dört yıl, en bilinenler adına baksak bile, iki halk sanatçısının ortaya çıkmasında çok yararlı bir dört yıldır. Bu sanat adamlarından biri Âşık Veysel, diğeri Türk Halk Müziği derlemeleri ve araştırmalarıyla çok şey borçlu olduğumuz, o dönem Sivas Lisesi müzik dersi öğretmeni olan Muzaffer Sarısözen’dir. Ahmet Kutsi Tecer, bulunduğu bölgede çok yaygın olan halk şairlerini bir araya getirmek ve bunun kayıt altına alınmasını sağlamak için, önce “Halk Şairlerini Koruma Derneği” adında bir dernek kurar ve başkanlığına, dönemin Belediye Başkanı Hikmet (Işık) Bey’i getirir. Derneğin kâtipliğini de neredeyse 10.000 halk türküsünü derleyen büyük halk bilimci Muzaffer Sarısözen üstlenir. (Meraklısına Not; Halk türkülerin resmi olarak değerlendirilmesi Eğitim Bakanı Saffer Arıkan'ın zamanında başlar. Derleme grubu Almanya'dan getirilen "Saca" markalı hem elektrik hem de akü ile çalışan alıcı ve verici ses kaydeden makinelerle çalışır. Konservatuarın folklor arşivindeki 10 bin türkünün derlenmesinde, fişlerin doldurulmasında, Sarısözen’in bitmek tükenmek bilmeyen sabır ve azmi büyük rol oynamıştır.) Halk türkülerinin, hikâyelerinin ve âşıklarının ulusal boyutta bilinmesi için çabalayan Tecer; Sivas’ta derneğin tüzüğünde de yer aldığı gibi derhal bir Âşıklar programı yapmayı düşünür ve Birinci Sivas Halk Şairleri Bayramı adıyla 5-7 Kasım 1931’de bir program gerçekleştirir. Halkın beklenen ilgiyi göstermediği Âşıklar Bayramı’na; Revanî, Meslekî, Suzanî, Karslı Mehmet, Hikâyeci Ağa Dayı, Âşık Müştak, Yarım Ali, Âşık Talibî, Âşık Yusuf, San’atî, Âşık Ali (İcazet), Âşık Veysel gibi âşıklar katılır. Üç gün süren bayram sonrası Tecer, katılım yapan âşıklara Halk Şairi olduklarına dair bir de kâğıttan bir belge verir. Bu belge, gezici âşıklara gittikleri yerlerde çok kolaylıklar sağlayacaktır. Sivas Milli Eğitim Müdürlüğü’nün düzenlediği ‘Halk Şairleri Bayramı’ için Sivas’ın köylerinden 15 saz şairi seçilir öncelikle.( Meraklısına Not; O gün çekilmiş fotoğrafta 12 şair görünmektedir. Âşık Veysel 14 şairden, Ahmet Kutsi Tecer’se o güne ait hazırladığı broşürde 15 şairden söz eder) Bu âşıklar il merkezine çağırılır. Saz şairleri, hem halka açık gösteriler yapar, hem de kendi aralarında bir çeşit meslek içi bir eğitim görürler. Âşık Veysel hayattayken o günleri şöyle anlatır : “(Ahmet Kutsi Tecer), Sivas civarından halk şairi olan 14 kişiyi topladı oraya. Orada üç gün çaldık, çağırdık. Ondan sonra elimize bir kart verdi. Çalgı ruhun gıdasıdır diye, böyle bir serbestlik verdi bize. Ondan sonra çaldık. Birçok yerlerde rağbet gördük.” Sivas’taki bayram sonunda, şairlere ayrıca küçük de olsa bir harcırah verilir. Şimdi isterseniz Ahmet Kutsi Tecer’in hazırladığı ve Âşık Veysel’i Türk edebiyatına ve halk kültürüne katmasında büyük bir değeri olan "Sivas Halk Şairleri Bayramı" adlı kitapçığa bir göz atalım. 20.yüzyılın ilk çeyreği, ülkemizdeki savaşlar ve yıkımlar yüzünden, değerlerimizin darmadağın olduğu bir dönemdir. Doğal olarak binlerce yıllık âşıklık geleneğini de bu yıllarda can çekişmektedir. Ötede, ulus bilinci kaybolmuş; 19.yüzyılın ikinci yarısından itibaren çeşitli nedenlerle halk şairlerimiz, divan şairlerine özenmeye başlamış, halk şiirinin temel niteliklerinden olan duru dil terk edilmiş, halk şiirinde özentili ve başarısız bir Osmanlıca egemenliği görülmeye başlanmıştır. Bunun sonucunda da, Divan şiirinde bulunan nâzım türleri, abartılı ve özentili olarak halk şiirine girmiştir. Başka bir söyleyişle halk şirinin özü bozulmaya yüz tutmuştur. Sözü edilen Âşıklar Bayramı, kaybolma ve bozulma eğilimi gösteren geleneğin özüne dönmesinde büyük katkılar sağlamıştır. Kitapçık; "Halk Şairlerini Koruma Derneği" ( 2 ve 3. sayfalar), "Halk Şairleri Bayramı" ( 4 ve 11. sayfalar arası) ve "Sivas Halayları" (12. sayfadan son sayfa olan 16. sayfaya kadar) olmak üzere üç bölümden oluşur. "Halk Şairleri Koruma Derneği" başlığını taşıyan birinci bölümde, Ahmet Kutsi, halkbilimiyle halk edebiyatı üzerine genel bilgiler verir. Bu bağlamda, Türkiye'deki konuyla ilgili çalışmalara değinen Ahmet Kutsi Tecer, o güne kadar yapılan çalışmaların ana konusunu "mâziye ait" eserlerin oluşturduğunu söyler. Ama hayatın durmadığını belirten Ahmet Kutsi, "halk yaratıcılığı"nın da durağan değil, değişken olduğunu, onun üzerine daima yeni yeni şeylerin eklendiğini söyleyerek, bu noktada konu üzerine yoğunlaşılması gerektiğini vurgular. Örnek olarak dönemin değişimlerini veren Ahmet Kutsi, "halk duyuşları ve halk ruhunun ifadesi olan şiirler"in, "halk ruhunu derin bir ayna gibi" yansıttığını belirtir ve bunun "millet ruhu" olduğunu savunur. (Sayfa 2) Cumhuriyetle birlikte o döneme kadar köylü-kentli; cahil-münevver olarak ikiye ayrılan halk katmanlarını birleştirip, yeni bir ulus yaratmanın halk geleneklerinin, halk edebiyatının, halk dilinin, "münevver adamın medeni bilgilerinin birbirine kaynaştırmaktan” ve bunun sonucunda oluşacak sentezden geçtiğini savunan Ahmet Kutsi, halk şairlerinin birer köy şairi olduğunu belirterek; "Onlar vasıtasıyla, milli hayatımızın mazisine ve bugünkü hayatına ait köşeleri aydınlatabileceğimiz gibi bu günkü milli hayatımızın ideal ve heyecanlarını geniş halk tabakaları içinde yaymağa muvaffak olacağız. Bu suretle aynı heyecanlarla yaşayan tek başlı bir milli varlık kurulmuş olacaktır" der. (Sayfa 3) Âşıkları dinlemek, "eserlerini zaptetmek ve bilmukabele onlara millî ve medenî hayatımızın kuvvetli fikirlerini ve heyecanlarını telkin etmek" amacıyla düzenlendiği belirtilen "Halk Şairleri Bayramı" aynı adı taşıyan ikinci bölümde açıklanır. "Halk Şairleri Bayramı"na; Revanî, Meslekî, Suzanî, Karslı Mehmet, Hikâyeci Ağa Dayı, Âşık Müştak, Yarım Ali, Âşık Talibî, Âşık Yusuf, San’atî, Âşık Ali (İcazet) ve Âşık Veysel’in katıldığını, onları toplu olarak gösteren 3.sayfadaki fotoğraf belgeler. Ahmet Kutsi, fotoğrafta yer alan 12 âşığın dışında 3 âşıktan, “bayrama 15 âşık katıldı” diyerek söz eder. Bayram programının 3 gün sürdüğünü belirten Ahmet Kutsi, İstanbul ve Ankara'dan da birçok kişinin davet edildiğini; bu vesileyle Sivas'ta bayram anısını taşıyan fotoğrafların bulunduğu kartpostalların satıldığını da kaydeder. Bu bölümde, Âşık Ali ve Suzani'nin dönemle ilgili betimlemelerini kapsayan şiirlerinin; Fahri'nin "Yemek Koşması", Talibi’nin "Koşma"sı ve diğer destanımsı şiirlerin yanı sıra Âşık Veysel'den Muzaffer Bey tarafından notaya alınmış bir şiiri de yer alır.(Sayfa 11) H. Muzaffer tarafından kaleme alınan "Sivas Halayları" başlığını taşıyan üçüncü ve son bölümde Sivas oyunları toplu, iki kişilik ve yalnız oynanan oyunlar olmak üzere üçe ayrılır. Halayın bir toplu oyun olduğu belirtildikten sonra, "ağırlama", "yanlama" ve "tek ayak" denilen halay türleri anlatılır. Tüm bu bilgileri; Ahmet Kutsi’nin hazırladığı, Sivas, Kamil Matbaası-1931, 16 Sayfa + (Doğru-Yanlış cetvelinin olduğu) 1 sayfalık düzeltmeden oluşmuş, Sivas Halk Şairleri Bayramı adlı kitapçıktan öğreniyoruz. Halk Şairlerini Koruma Derneği her şey bir yana, halk müziğinin tanınması, okullara ve radyoya girmesinde büyük katkılar sağlamıştır. Aşık Veysel’in ilk şiiri kabul edilen 1933 tarihli “Atatürk’tür Türkiye’nin ihyası” şiiri de bu dernek sayesinde gün yüzüne çıkmıştır. “Atatürk’tür Türkiye’nin ihyası / Kurtardı vatanı düşmanımızdan / Canını bu yolda eyledi feda / Biz dahi geçelim öz canımızdan” Halk Şairleri Bayramı'nda ilk kez okunan bu Atatürk şiirinin ünü Ankara'ya dek ulaşır. Şiiri Atatürk’e okumak için bir arkadaşıyla 3 ay yaya olarak Ankara’ya yürüyen Âşık Veysel şiirini Atatürk’e okumayı başaramaz ama şiir, Hakimiyet-i Milliye Gazetesi'nde üç gün üst üste yayınlanır. Bu kendi minicik ama etkisi büyük şairler buluşmasından sonra Âşık Veysel’i tüm Türkiye tanır. O dönemleri torunu Çiğdem Özer yıllar sonra şöyle anlatır: “Daha sonra dedem yurdun her yerini dolaşmaya başlıyor. Tanındıktan sonra İstanbul'da kendisini bir radyo programına davet ediyorlar. Mesut Cemil, dedemi ve yanındaki Küçük Veysel'i , 'Hadi âşıklar, öyle bir söyleyin ki bütün dünya sizi dinleyecek' sözleriyle aşka getiriyor. Onlar da avazlarının çıktığı kadar bağırmaya başlıyorlar. Bağıra bağıra türkülerini söylüyorlar: “Mecnun’um Leyla’mı gördüm / Bir kerecik baktı geçti” ... Mesut Cemil, yayın süresince müdahale edemiyor. Yayından sonra diyor ki : 'Âşıklar ne yaptınız? Niye ortalığı bu kadar yakıp yıkıyorsunuz?' Bu kez şaşırma sırası dedeme geliyor, 'Mesut Bey, 'Sen demedin mi bütün dünya sizi dinleyecek” diyor. Âşık Veysel'in teknolojiyle tanışması işte böylesine masumdur... (Meraklısına Not; 1940’lı,1950’li yıllarda Ankara ve İstanbul Radyolarından sıkça dinlenen, Âşık Veysel’in ses ve sazıyla sevilen, onun ilk kez Columbia plaklarına 1946’da okuduğu, satış rekorları kıran bu türkü, “Mecnun’um Leyla’mı gördüm / Bir kerecik baktı geçti” mısralarıyla başlar. Bu türkü, TRT’nin, THM repertuvarına, Muzaffer Sarısözen tarafından Âşık Veysel Şatıroğlu’ndan derlenerek 269 numarayla kaydedilmiştir.) Yazımızı duygusal bir anekdotla bitirelim. Ünlü piyano virtüözü Fazıl Say, Sivas Sivrialan Köyü’deki Âşık Veysel’in mezarını ziyaret eder ve mezarın başında mini bir konser verir. “Uzun İnce Bir Yoldayım”ı ve “Kara Toprak”ı yorumlar. Bunu yaparken de "Ben âşığın ayağına giderim" diyerek birilerine açık bir mektup atar... Kuşun kanadıyla gönderilen bu mektubun ilgililere ulaşmasını dilerim.