Türk şiirinin önemli seslerinden Enver Gökçe’nin 40’ıncı ölüm yıldönümünde (19 Kasım) şairi adeta arkeolog titizliği...

Türk şiirinin önemli seslerinden Enver Gökçe’nin 40’ıncı ölüm yıldönümünde (19 Kasım) şairi adeta arkeolog titizliğiyle inceleyen şair-yazar Ali Ekber Ataş’la konuştuk. Şairinin 100’üncü yaşında (2020) bir anı-armağan kitabı hazırlayan Ataş, yeni kitabında da edebiyat dünyasında gizli kalmış bazı yazışmaları, belgeleri de açığa çıkarıyor. Ataş’a, kitabını, Enver Gökçe’yi ve şairin mezarını bulma serüvenini sorduk. Ataş, “Enver Gökçe bana, şiir yolculuğumun yönünü gösteren pusulam oldu” dedi. Enver Gökçe sizin için ne ifade ediyor? Türk edebiyatı araştırmalarında Göçkçe’yi önceye almanızın nedeni nedir? Enver Gökçe adına, onun yazdığı tarihine “kim, neyi, nasıl yapıyor, bilinmeyen hangi özelliğini, yanına doğru ama noksansız demiyorum, yanlışa ama tekrara düşmeden yapıyorsa”, her türlü övgüyü hak ediyor demektir. En azından benim için bu böyle. Farklı ortamlarda konuşup yazdım. Enver Gökçe adı bende belirginleşmeye başladığında, henüz 16 yaşındaydım. Kitaplarıyla karşılaştım ilkin. Abimin kitaplığındaydılar, alıp okudum. O gün bugün, hayallerine tutunmuş ve ardı sıra, kimi zaman sabırla bekleyerek düşündüğünü yapan, “Donkişot” misali bu hayalle yatıp kalktım hep. Bu uğurda yeldeğirmenleriyle giriştiğim kaç savaştan yara almadan çıktım, bir ben bilirim (!). Enver Gökçe benim için yarım bırakılmış ve çözüme kavuşturulması mutlak zorunlu, çok denklemli bir matematik problemiydi. Ya da tamamının ortaya çıkarılması için yeni arkeologlarını bekleyen antik bir kentti. Gidilmesi zor, bulunması zahmetli, açığa çıkarılması, nasıl ki hayati bir önem taşıyorsa, aynı değer katında da büyük sorumluluk isteyen, zor bir kazı alanıydı. Daha önce de Enver Gökçe’nin 100’üncü yaşı olan 2020’de şairle ilgili bir çalışmanız çıktı. Röportaj öncesinde de "Bilgiden Bilince Yerelden Evrensele- Enver Gökçe” adlı bir kitap hazırlığı aşamasında olduğunu söylediniz. Bu çalışmadan söz eder misiniz? Enver Gökçe, hayatın olağan akışı içinde hepimizden alacaklı gittiğine inandığım bir güzel ışık insanıdır. Enver Gökçe’ye dair bizler için bir ilki yaşatacak bilgileri okuyacağız bu kitapta. Hiç olmazsa aramızdan ayrılışının 40. yılında payımıza düşen borcumuzun bir bölümünü daha ödemiş olacağız. Ucundan kıyısından da olsa ilk kez, hayatının bilinmeyen yanlarına dokunan bir kitap oldu Enver Gökçe Bilgiden Bilince Yerelden Evrensele... Bir de Enver Gökçe’yi anlatanların görüntülerine ulaşmıştınız.... Evet, bu kitap elbirliği ile toplumsal ve kollektif hayat bilincinin bir sonucudur. Uzun süredir üstünde araştırmasını yaptığım Enver Gökçe Biyografisi çalışmama yeniden döndüm. Kitaplaştırmayı düşündüğüm ama bazı nedenlerden ötürü ertelemek zorunda kaldığım bu çalışmam sırasında, Enver Gökçe ile ilgili yeni bir bilgi geldi bana. Uzun yıllar önce yapılmış. Kimi nedenlerden ötürü bir türlü gerçekleştirilememiş. Belgesel ekibinden, Ali Naki Gündoğdu’ya 23 Nisan’da ulaştım. İçtenlikle karşılandığım bir telefon görüşmemizin ardından bana gönderdiği belgeselin ham görüntüleri 1 Haziran 2020 tarihinde elime geçti. Ham görüntülerden oluşturulan kısa bir tanıtım filminin de yer aldığı ve Esenyurt Belediye’si Rıfat Ilgaz Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen, aralarında Esenyurt Belediyesi eski Gürbüz Çapan, Enver Gökçe’nin dava arkadaşlarıdan Sevim-Mihri Belli ile Arif Damar’ın katıldığı bir de tanıtım etkinliği yapılmış. Dostlarımızdan; tarihsel anlamda bu değerli görüntüleri çekerek Enver Gökçe tarihine büyük ve çok değerli yeni bilgiler ekleyen, şu anda İsviçre’de yaşayan Hakan Barış İldan’a, yaşamlarını Türkiye’de sürdüren Ali Naki Gündoğdu ile kameraman Ali İhtiyar’a sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. TÜRKÜLERİ DİNLER GİBİYDİM’ Siz de Erzincanlısınız. Hemşeriniz olan Enver Gökçe sizin için neyi ifade ediyor? Şiirlerini okumaya başladığımda Fırat’ı anlatıyordu mesela. İlkyazın coşturduğu Karasu’yu, üçgen burnu dikdörtgen gövdesiyle yara yara giden kayığın içinde buldum kendimi. Keban’ı, Kemah’ı, Erzincan’ıyla iç içe anlar yaşatıyordu bana. Hatta Aydın’ı, Manisa’yı, İzmir’i. Yani gezip gördüğüm, yaşayıp büyüdüğüm, bildiğim yerleri çok özgün bir ses, farklı bir şiir yordamı, ses tonlamasıyla anlatıyordu. Türküleri dinler gibiydim örneğin. Erzincan uzun havaları dilime düşerdi mesela. Zirvelerinde karları erimeyen, dumanlı dağlarını anlatıyor, yaylalarından söz ediyor, yârine sitem dolu âşıkların dilinden sesleniyor, kervanlardan, gurbetten, Eğin’in türkülerinden, sıla hasretinden, seyyah olup dolaşan divane âşıklardan, Munzur’dan, Keşiş’ten Sarıçiçek yayalasından, ateş böceklerinden … Enver Gökçe bana, şiir yolculuğumun yönünü gösteren pusulam oldu. Yazdığı yazılarında kolektif hayat bilinciyle buluşturdu beni. Derinden derine duyumsadım, yaşadım. Şiirlerinde bağırmayan ama öfkeli seslenişini duydum. Kimseyi incitmeyen Yunusvari erliğini, olgunluğunu, yeri geldiğinde sözünü söyleyeceklere, öfke kusmadan derviş edasıyla düşüncelerini seslediğini okudum. Bu yanını çok sevdim. Peşine takıldım. İzlerine basarak yürüdüm zamanın. Her durduğu yerde bıraktığı izlerini okudum. Bin yıllardır toprak altında geçmiş zaman yaşantılarını bulup ortaya çıkaran arkeolog titizliğiyle eğildim. Enver Gökçe’nin mezar taşında yazan “Köylülerime” şiirinin yeniden yazılması için dostlarınızla mezarda bir çalışma yaptığınızı okuyorum. Bize bundan söz eder misiniz? Gökçe’nin mezarı nerededir? Ziyaret ediliyor mu? İlgilenen ailesi, akrabaları var mı? Bu soru benim için çok kıymetli . Bunu paylaşmazsam kendimi hep suçlu hissedecektim. Bundan on beş yirmi gün önce, mezarı ile ilgili öğrendiğim ve burada da anlatmaktan kıvanç duyacağım bilgiyi paylaşmak isterim. Bu bilgiyi paylaşmadan önce, önceki gelişmelerden söz etmek isterim. Enver Gökçe’nin mezarı Ankara’da Karşıyaka Mezarlığı “M. 41, P. 292’de bulunuyor. Ben ilk kez 9 Ekim’de mezarına gittim. Tüm yazılar silinmişti. Bakımsız, üzerindi çiçekler ve otlar susuzluktan kurumuş, rüzgâr, yağmur tozla birlikte harflerin içi taşlaşmış tozla doluydu. İbram Erdem, Zeynal Gül ve ben gittik. Kırtasiyeden fırça boyada aldık. Her şeyi temizleyip yazıları yazıp bitirdim. Anlamlı bir iş yaptık. 39 yıl uğranılmayan mezarına gidip, yazısını yazan bir hemşerisi olarak ve bu sevincime ortaklık, tanıklık eden İbram Erdem ile Zeynal Gül Ağabeylerimle de ne kadar onur duysam azdır. Dışardan bakan birisi için olayın kahramanları biz görünüyoruz. Bir yere kadar bu doğru. Ama asıl gerçek bambaşka ve 100 yılda bir gelen rastlantıyla hem de. Ben buradan kalkıp ta Erzincan’a Çit köyüne gidip ayakkabılarını aldığım Enver Gökçe’nin mezarına gitmeyi hiç, ama hiç akıl edemedim. Ne garip bir durum bu benim için. 22 yıl önce köyüne gitmiştim. Köyü ile Dutluca beldesi yürüyerek bir, bir buçuk saat gibi bir mesafede. Araba yok, yürüyerek geldim. Hava karardı. Terör bölgesi. Sarp dağların olduğu bir bölge. Gelen arabalar durmuyor. Ocak köyünün altında, Arapgir Eğin karayolu üzerinde karayollarının binasında insanları gördüm. İçeri girip selam verdim. Yemek yiyorlardı. Beni de davet ettiler. Yemek yerken arada bir sorular soruyorum Eğin’e nasıl gideceğime dair. Nereleri olduğumu sordu içlerinden biri. Erzincanlı olduğumu ve Keleriç köyünde doğduğumu söyledim. Buraya niye geldiğimi de anlattım. Soruyu soran, “Ben de Keleriçliyim” demez mi! “Kul sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş” sözü, bu durumlar için söylenmiş sanırım. Beni o gün, yoldan geçen özel bir arabayı durdurup bindirerek Eğin’e gönderdiler. 9 Ekim 2020’de gidip silinen yazılarını yeniden yazıp, çevresini ve üstünü tertemiz ettiğimiz Enver Gökçe’nin 39 yıl gidilmeyen mezarını aslında bizden önce, Çankırı Üniversitesi’nden bir bilgisayar işletmeni Erzincanlı bir genç, Gökçe’nin mezarının da, babasının da bulunduğu Karşıyaka’da olduğunu öğrenince peşine düşüyor. Aralık 1919’da aramaya başladığını ve sonunda 2021’in 26 Ocak’ında Enver Gökçe’nin mezarının yerini öğrenip fotoğraflarını çekiyor. Manisalı şair dostum Şerif Temurtaş’ı tanıdığından fotoğrafları ona gönderiyor. Şerif Temurtaş da, Enver Gökçe Dostlar Grubu’ndan Yalçın Duman’ı bilgilendiriyor. Ama, Şerif Temurtaş’a anlatılan bu öyküyü ben daha yeni, on, on beş gün önce öğreniyorum. Beni şaşırtan ikinci olay da şu: 22 yıl önce Dutluca’da karşılaşıp, Karayolları binasında tanıştığım kişi doğduğum köyden hemşerimdi. Bu tanışmadan 22 yıl sonra, 26 Ocak 2021’de, Enver Gökçe’nin mezarının yerini bulup belgeleyen kişi, Niyazi Mete Gürgan da, doğduğum köy Keleriç’ten hemşerim çıktı. Çifte kavrulmuş sevinç yaşamak buna dense gerek…