“Balıkların çoğu yaşlandıkları zaman ömürlerini boşu boşuna geçirdiklerinden yakınırlar. Sürekli sızlanır, lanet okur, her şeyden şikayet ederler. Ben bilmek istiyorum; gerçekten de yaşamak dediğimiz...

“Balıkların çoğu yaşlandıkları zaman ömürlerini boşu boşuna geçirdiklerinden yakınırlar. Sürekli sızlanır, lanet okur, her şeyden şikayet ederler. Ben bilmek istiyorum; gerçekten de yaşamak dediğimiz şey şu bir avuç yerde yaşlanıncaya kadar dolaşıp durmaktan mı ibaret, yoksa dünyada başka şekilde yaşamak da mümkün mü?” Ah şu kitaplar yok mu şu kitaplar; okumak, incelemek, araştırmak; yankısı derin bir dağın önünde şarkı söylemek gibi geliyor bana... Hiç kuşkum yok ki; iyi kitaplar, içimizde hayatımız boyunca uğuldayan yankılar bırakırlar. Sanki kulağımıza usulca bir şeyler fısıldar kitaplar; “Oku! Tanığı ol yaşadığın hayatın ve onun için, değişen değerler karşısında değişmeyen erdemleri gerek koruyarak ve gerekse yaratarak, onu yücelt...” Ancak gelgelelim, ülkemizdeki baskın ve operasyonların ardından yakalananlarla birlikte ele geçirilen tabanca, patlayıcı ve mermilerin beraberinde çeşitli kitap ve dergilerin de bir suç aleti olarak sergilendiğini görüyoruz, ne dramatik! Bunu gören kaç aile çocuğunu kitaplarla arkadaş eder ki? Çocuklar için bile okunması yasak kitapların olduğu bir ülkede yaşıyoruz. 12 Eylül’ün hemen ardından içinde pekçok yazarın kitapları bulunan sakıncalı çocuk kitapları listesi yayınlandı. Bu listelerle birlikte okullardaki sınıf kitaplıklarından kitaplar toplandı ve imha edildi. Pedagojinin çocuğa görelik ilkesi, daha çocuğu en savunmasız olduğu yaşlarında apolitize etmenin, popüler ve geçici olanla yetinmesini sağlayıp, gelişmekte olan çocuğun sindirilmesinin bir aracı ve bahanesi haline getirildi, ne yazık! Bunları ne zaman düşünsem aklıma Samed Behrengi gelir... Sanırım 2008’deydi, bir sergi hatırlıyorum. İstanbul Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ndeki “Yasak Kitaplar Sergisi”... “Bir Şeftali Bin Şeftali” adlı kitabıyla Samed Behrengi de oradaydı. Niye ki? Hadi biraz Behrengi’den konuşalım bugün... Haziran 1939'da İran’ın, Tebriz şehrinde dünyaya gelen Behrengi, devrimci bir sınıf öğretmenidir. Behrengi, çocuk hikâyeleri ve halk masalları yazarı, derleyicisi, araştırmacısı ve çevirmenidir. Kısacık hayatı boyunca, Şahlık rejimine ve onun kukla Amerikancı eğitim sistemine karşı mücadele etmiş ve 29 yaşında öldürülmüştür. Ölüsü Aras nehrinde bulunmuştur. Her ne kadar Şahlık rejimi onun Rusya’ya gitmek veya intihar etmek için Aras nehrinden geçmeye çalışırken boğularak öldüğünü açıklasa da, bu sav kimse tarafından inandırıcı bulunmamış; İran gizli servisi Savak tarafından öldürüldüğüne kesin gözüyle bakılmıştır. (Meraklısına not; Samed Behrengi’nin cesedini Aras’tan çıkaran ağabeyi Esed Behrengi’yle yaptığım görüşmede, Esed Behrenhgi, Samed Behrengi’nin yüzme bilmediğini söylemişti bana.) Koyu bir sansürün, kültürel ve ahlaki yozlaşmanın ve toplumsal kirlenmenin hızlandırıldığı Şahlık rejiminde, Behrengi yalnızca rejimi eleştirmez, rejimi ayakta tutan kültür adamlarını da makalelerinde sıklıkla ve çok ağır bir şekilde eleştirir. Behrengi’ye göre bu “batılılaştırılmış” kültür adamlarını eğitiminden geçen lise ve üniversite öğrencileri de aynı kirlenmeyle karşı karşıyadırlar. Ve buralardan mezun olacak nesiller de aynı şekilde toplumun tümünü kirletecektir. Behrengi’ye göre modern burjuvaziyi oluşturan bu burjuva bireylerin tek yaşam amaçları kendilerinin ve ailelerinin gereksinimlerini sağlamak ve hiçbir toplumsal dönüşüm eylemine karışmamakla sınırlıdır. Bu burjuva kültürüne hapsolmuş bireyin çevresi şöyle biçimlenmektedir: ”Dünya görüşleri, evin dört duvarı, eş ve varsa çocuklarıyla; yolları da idare, işyeri ve evleriyle sınırlıdır.Güçleri midelerini doldurma ve buna ilişkin çabalara harcanmakta ve bütün bunların sonucunda yüzeysel ve tutucu insanlara dönüşmektedirler.” ( Prof. Dr. Brad Hunsen’in “ Samed Behrengi, Al-i Ahmed, ve Ali Şeraiti’nin Bakış Açısıyla İran’da Batıcılık” adlı İncelemesi, Ekin Yayınları, 1998, s.261) Behrengi’nin yazdığı dünyanın en güzel çocuk kitaplarından biri olan Küçük Kara Balık kitabına bir göz atarsak, Behrengi’yi daha rahat anlarız sanırım. Küçük Kara Balık, herkesin özgür olduğuna inandığı büyük denize ulaşmak için çıktığı uzun yolculuğunun henüz ilk durağında kurbağa yavrularıyla karşılaşır ve onlara suyun dışında olanlardan, bu birikintinin dışına çıkmaktan bahseder. Konuşmalara uzaktan şahit olan kurbağaların annesi şunları söyler: “Çok bilmişlik taslama bana soysuz yaratık! Çocukları karşına almış kocaman kocaman laflar ediyorsun. Bu yaşımdan sonra bana mı öğreteceksin, dünya demek işte şu birikinti demektir. Hadi bas git yavrularımı ayartma…” Behrengi yazdığı öyküleriyle çocukların, sistem tarafından uyuşturulmuş yaralı ve hastalıklı bilincini namuslu her öğretmen gibi uyarmaya, onlara “başka türlü de olabilir” düşüncesini öğretmeye çalışmıştır. Ancak toplumların kurtulması için bilinç yeterli olmayacak, bir de bunların pratiğe dökülmesi gerekecektir Behrengi’ye göre... İşte tam da buna inandığı için masallar yazar Behrengi... “Artık, çocuk edebiyatını kuru, donuk, öğüt ve telkinlerle sınırlamamızın vakti geçmiştir. Çocuklar; onları bencillik batağına çeken, mucizevi kurtuluşlara inandıran, boş ve gevşek temellere dayalı hayallere yönlendiren beklentilerinden uzaklaştırılmalı ve o ilk ümidin yerine, toplumsal gerçeklerle,bunlara karşı direnmeyi öğrenme temeline dayalı, başka türlü bir ümit aşılanmalıdır.” Behrengi biliyor ve inanıyordu ki; çocuklar, eğer doğru eğitilirlerse, yaşları oranında ilgi alanları genişletilerek her şeyi net olarak kavrar hale getirilebilirler. İşte bu nedenle Behrengi, çocukların yazdığı masalları sadece hoşlanmak ve iyi vakit geçirmek için okumalarını istemez. Çünkü okumak, bireyin öncelikle kendi benliğini keşfetme sürecidir. Beraberinde toplumsal değişimin de önünü açacak olan bu süreç, Behrengi için her şeyden çok daha önemli ve önceliklidir. Bakın ilk kitabı “Ulduz ve Kargalar”da nasıl konuşturur kargasını: Yavrularını beslemek için sabun ve balık çalan kargaya Ulduz, “Hırsızlık günah değil mi” diye sorar? Karga şu cevabı verir: “Günah da ne demek? Benim ve yavrularımın açlıktan kırıldığı bir zamanda hırsızlık yapıp, onları beslemem mi günah? Ben ve yavrularım aç kalırsak, açlıktan ölürsek, işte asıl günah o zaman olur. Yani aç bırakılmaktır asıl günah olan. Asıl günah, bir yerde gıda savurganlığı varken gıdasızlıktan ölmektir senin anlayacağın!” Behrengi; kaldırımlarda aç dolaşan, yoksul, evsiz barksız çocukları adam yerine koymayan, okula dadılarıyla ve özel arabalarıyla giden, çalışan çocukları küçümseyen, arabasına kurulup camdan dışarıya alaylı bakan varlıklı ailelerin çocuklarının yazdığı masalları okumasını istemediğini söyler bir yazısında... Ancak yaramaz ve kendini beğenmiş çocukların, bu kötü huylarından vazgeçerlerse, bu masalları okuyabileceğinden de söz eder. “Büyükler de okuyamaz benim masallarımı” der tersinleme yaparak, “Çünkü onlar öylesine dağıtmışlardır ki kendilerini para kazanacağım derdine, bu öyküleri anlayamazlar.” Behrengi de en az kendisi kadar inançlı, en az kendisi kadar devrimci Küçük Kara Balık gibi kendini toplumundaki eğrilikleri düzeltme uğruna feda etmiştir. Behrengi’nin masalları, sahte kahramanlara, toplum hainlerine, işbirlikçilere inanmayı değil, kendi yaşadıkları gerçek hayatı ve toplumu daha güzel günler için değiştirecek tek kuvvet olarak gördüğü çocuklara ulaşmış, onlara “değiştirme kuvvetinin kendilerinde olduğunu anımsatmasıyla” sonsuzluğun kapılarını açmıştır. “Evet çocuklarımız her şeyi anlarlar. Dünyayı, dünyadaki her şeyi, her şeyin devinimini, anlamsızlığı,kendi için olmayı, toplumu için olmayı, Tanrı için olmayı bile... Kendileri özgür olmadıkları için özgür ve özgün eserler ortaya koyamayanların en büyük iktidarı, kendi korkularıdır. Dünyanın ekolojik, siyasal, coğrafi ve ekonomik bir felakete her geçen gün daha çok gömüldüğü bu yüzyılda, artık gerçeği konuşmak, yazmak ve yaşamaktan başka çıkış yolumuz yok. Bunun için de önce çocuklarımızı kandırmaktan ve onları uyutan emzikli kitaplardan vazgeçmeliyiz. Çünkü çocuklar, içimizdeki direnme azminin en derin kökleridir.”