Varlıklı bir adamın iki elemanı varmış. Birine ayda iki altın veriyormuş, diğerine yirmi. Bu farkı öğrenenler demişler ki: “Doğru mu yaptığın, adalete sığar mı, hak mı?” “Sığar” demiş. “Benim yaptı...

Varlıklı bir adamın iki elemanı varmış. Birine ayda iki altın veriyormuş, diğerine yirmi. Bu farkı öğrenenler demişler ki: “Doğru mu yaptığın, adalete sığar mı, hak mı?” “Sığar” demiş. “Benim yaptığım aslında adaletin ta kendisi.” “Nasıl” demişler. “Uzun uzun anlatmayım, bir deney yapalım” demiş adam. Uzaktan bir kervanın yaklaştığını fark etmiş. İki altın verdiği elemanına demiş ki, “Git bak bakalım, şu kervan nereden geliyor?” Güçlü kuvvetli ancak bir o kadar da kafasını fazla yormayan elemanı fırlamış, birkaç dakikada varmış kervana. Omuzlar kalkık, göğüsler kabarık, kollar açık, kervandan birine demiş ki; “Birader, nereden geliyor bu kervan?” “Hicaz” cevabını almış. “Tamam” demiş, koşa koşa tepede bekleyen patronun yanına dönmüş. Kafa çalışmıyor ama vücut fişek gibi... Patron sormuş, “Nereden geliyormuş kervan?” “Hicaz’dan geliyormuş efendim” “Hicaz’dan demek, tamam geç böyle ” Sonra yirmi altın verdiği elemanını çağırmış. Elemanın olaydan haberi yok tabii. Demiş ki, “Şu karşıdaki kervan nereden geliyor, öğrenir misin?” Çıkmış yola elemanı, varmış kervana. “Bu kervanın sahibi kim?” demiş. Öndeki beyazlıyı göstermişler… Ağır ağır yaklaşmış kervan sahibine… “Selamün aleyküm, aleyküm selam…” “Hemşehrim nereden geliyorsun sen?” “Hicaz’dan” “Nereye gidiyorsun?” “Şam’a” “Yükün ne?” “Buğday, hurma, çömlek.” “Kimden aldın malları?” “Ali’den, Veli’den, Hasan’dan, Hüseyin’den.” “Kime götürüyorsun?” “Ahmet’e, Mehmet’e, Hami’ye, Sami’ye.” “Kaç paradan aldın?” “Şu kadar paradan…” “Kaç paraya satacaksın?” “Bu kadar paraya…” Bunun gibi birkaç soru daha sorup cevaplarını almış. Dönmüş, tepede bekleyen patronun yanına. Patron sormuş, “Nereden geliyormuş kervan?” Başlamış anlatmaya… “Hicaz’dan geliyormuş efendim. Buğday, hurma ve çömlek yüklü kervan. Ali’den, Veli’den, Hasan’dan, Hüseyin’den almış malları. Ahmet’e, Mehmet’e, Hami’ye, Sami’ye satacakmış. Şu kadar paradan almış, bu kadar paraya satacakmış. Yükü Şam’a bırakacakmış. Kervan sahibinin adı İsmail. Şam’da 3 gün konaklayacakmış. Beklerken, Bursa’dan sipariş ettiği ipeği alacakmış. İpeğin şu kadar kısmını Hicaz’da satıp, bu kadar kısmını yakında evlenecek kızına düğün hediyesi olarak verecekmiş…” Anlatmış da anlatmış… Sonra patron dönmüş, hani o elemanları arasında ayrım yaptığı için kendisini eleştirenlere demiş ki; “Şimdi ben şu karşıdaki kervanla ilgili her şeyi biliyorum, ama her şeyi… Anladınız mı beni?” Rahmetli babamın anlattığı hikayelerden biridir bu… Bilgi güçtür… Ancak kazanılmış, kazanıldıktan sonra üzerine konmamış bilgi değil. Dört-beş yıl okulu okunmuş, tozlu bilgi hiç değil… Sürekli ve yenilenen bilgi…