“Ulusal tiyatromuz, halkın bir araya gelebileceği tek yerdir. Kederlerimizi ve dertlerimizi anadilimizle açıklayabileceğimiz bir yer olduğundan ulusal kimliğimizin oluşması adına çok önemlidir......

“Ulusal tiyatromuz, halkın bir araya gelebileceği tek yerdir. Kederlerimizi ve dertlerimizi anadilimizle açıklayabileceğimiz bir yer olduğundan ulusal kimliğimizin oluşması adına çok önemlidir... Bütün yaşamımızı, bu yaşamın bilgeliğini ve umutlarını ancak ulusal tiyatromuzda ifade edebiliriz. Bunu da, bir tek dürüstçe kucaklayacağımız anadilimiz sayesinde başarabiliriz. Çünkü dil, halkın aklının ve yüreğinin ifadesidir.”
  1. yüzyılın ikinci diliminde, Gürcistan’da kuvvetli bir özbenliğe dönüş rüzgârı esmeye başlar. Bunu eğitimli, -özellikle de Rusya’da eğitim almış- aydın Gürcü gençleri başlatır. İlia Çavçavadze ve Akaki Tsereteli’nin başını çektiği bu devrimci hareket; Niko Nikoladze, İakob Gogebaşvili, Kirill Lortkipanidze, Sergey Meşki, Vakhtang Tulaşvili, Samson Abaşidze, Petre Nakaşidze gibi yazarlardan da destek görünce, Gürcü tarihi değişmeye başlar. Hem siyasi hem de edebiyat nehirlerinde kabarmalar, dalgalanmalar görülür. “Tergaglete” adındaki bu görüş, Gürcistan’da soyluların ideolojisine karşı savaş açan toplumsal ve sanatsal bir harekettir. Bu fırtınanın başladığı noktada duran kişi, bugün “aziz” ilan edilmiş bir yazardır: İlia Çavçavadze. (Meraklısına Not; Çavçavadze, 1987’de Gürcistan Ortodoks Kilisesi tarafından aziz ilan edilmiştir.)
1861'de ‘Tsiskar’ (Şafak) dergisinin 4. sayısında İlia Çavçavadze'nin bir yazısı yayınlanır: "Revaz Shalva'nın oğlu Eristavi'nin Kozlov tarafından durdurulması”... Bu makale, Gürcü toplumunda ateşli bir tartışmaya neden olur. Toplum ikiye bölünür. Gençler, bağımsızlık daveti içeren bu sıkı yazının yazarından yana olurken, gelenekçi Gürcüler yeni bir savaşı başlatacak olan bu çıkıştan endişe duyarlar. (Gürcü tarihinde bu anlaşmazlığa, sonraları "Atalar ve Çocuklar Savaşı" denecektir.) Bu yazının ardından, bağımsızlık savaşı vermeye yeminli bu gençler, Gürcü tarihine unutulmaz izler bırakır. “Tergaglete” diyen anılan bu kuşağın gençleri, eğitimli bir kuşaktır ve bin senelerdir sömürge olan ülkeleri için son derece iyi düşünülmüş bir özgürleşme planıyla halkın önüne çıkmışlardır. Tergaglete adlı bu anlayış, Çavçavadze’nin de yazdığı "Moambe”, "Süre", "Koleksiyon" gibi dönem gazetelerindeki yazılarla kendini duyurur. Bir toplum hareketi olarak, düşüncelerini bu gazetelerde örgütlerler. Peki nedir bu yeni anlayışın özü? Tergaglete anlayışı özünde ‘yenilikçi’ anlamına gelmekle birlikte, düşüncelerinin temelindeki ortak hedef, işgali altında oldukları Rus İmparatorluğu içinde önce özerklik kazanmak ve daha sonra bağımsız bir devlet oluşturmaktır. Amacı Gürcü toplumunu değiştirmek ve özgürleşmesini sağlamaktır. Bunun için yaptıkları tekliflerse aşağı yukarı şöyle sıralanabilir. Dünya, gelecek hayalini bilim ve teknolojinin gücüyle birleştirmekte ve böylece ilerlemektedir. Biz de, bilim ve tekniği öğrenmek için evrensel eğitimin donanımlarına erişmeliyiz. Bu, özgürlükleşmek için en önemli çıkış yoludur. Eğitimin kurtuluş için temel alındığı bu anlayış, sadece teorik olarak değil, aynı zamanda pratikte de uygulanmalıdır. Örneğin, toplumsal eğitimin ve okumanın yaygınlaşması sağlanmalıdır. Bunun için her yere okullar açılmalı, bilim herkese ulaştırılmalı, eğitim herkese açık hale getirilmelidir. Bunun için sanat göreve çağrılmalı; ancak sanatsal ve bilimsel seslenişin, insanların doğal ve günlük konuşmasına yakın olması sağlanmalıdır. Sanatın önüne hiçbir duvar dikilmemelidir. Bilim ve sanat, yapay olarak yaratılmış, olağandışı, zor algılanan bir dil kullanmamalıdır. Tergaglete düşüncesinin Gürcü edebiyatına kazandırdığı en büyük katkı, bilimsel ve sanatsal dilde insanlara sıcak ve anlaşılabilir ürünler sunmasıdır. Dilin önemi üzerinde ısrarla duran yazar, bunu şöyle dillendirir: “Anadil olmazsa, okul aklı geliştirmek için bir araç değil, daha çok bilinci baskı altına almak ve karartmak, onu ayaklar altına almak ve yok etmeye çalışan bir yere dönüşür. Kim ister ki bunu? Şurası çok açıktır ki anadil, okulun, işlevini yerine getirebilmesi için en iyi ve en gerekli araç değil, çocuğun öğrenmek zorunda olduğu ilk konudur. Okul halka bu hizmeti vermelidir.” Tergaglete rüzgârı, sanat ve edebiyatı bir toplum görevlisi olarak algılamaktadır. Ülkenin yoksul, cehalet ve türlü korkularla uyuşturulmuş insanları, sanatın, edebiyatın önemsenmesi gereken teması olmalıdır onlara göre. Bu görüş İlia Çavçavadze, Akaki Tsereteli başta olmak üzere, Niko Nikoladze ve diğerlerinin eserlerinde açıkça görülür. Hepsi de hayatlarının sonuna kadar bu görüşe sadık kalmışlardır. Döneme baktığımızda, Tergaglete anlayışının genç savaşçılarının işinin nasıl da zor olduğunu hemen görürüz. Onlar, bir kültürün örgütlenmesindeki en güçlü iletişim aracının sanat olduğuna inanarak kültür kavgasına tutunmuş insanlardır. Çünkü Gürcistan, yüzyıllardır sömürge bir ülkedir. Ekonomik açıdan yoksul ve ilerleyen dünyanın yanında, feodal düzende yaşamaktadır. Artık bu esaret bitmelidir onlara göre. Bin senelerin Gürcü kültürü, iki kente - Tiflis ve Kutaisi- ve Sokhumi, Batum ve Zakatala adındaki üç mahalleye sıkıştırılmıştır. Hiçbir Gürcü bu duruma katlanamazdı onlara göre, katlanmamalıydı. Yeni dünya hep birlikte yaratılabilirdi. Herhangi bir nedenden dolayı insanlar arasında köprüler yıkılmışsa, bu köprüler sanatın yardımıyla onarılabilirdi. Her insanın hakkı olan özgürlük için mücadele, temel ve haklı gerekçelere dayanmalıydı. Esaretten kurtulmak, korkusuzca yaşamaktan daha büyük bir gerekçe var mı harekete geçmek için? Tergaglete örgütlenmesinin, işgalci Rusya İmparatorluğu’nun çıkarlarıyla çatıştığını anlamak için bilgin olmaya gerek yok bence. Ruslar, hemen yasaklama yoluna giderler bu genç kalemleri. Hatta o kadar ileri giderler ki; "Gürcistan" sözünün bile yazılarda anılmasının yasaklandığını yazar kaynaklar. Gürcü basın sadece Tiflis ve Kutaisi bölgelerinde çalışabilmektedir. İlia Çavçavadze ve diğer devrimci Gürcü sanatçıları, bu zor koşullarda bile ulusal dava için mücadele etmeye devam ederler. Tiflis ve Kutaisi bölgesel hükümetleri, ulusal bankalar kurarak, Gürcistan'daki okul ve tiyatrolar için kaynak sağlarlar. Bir toplumsal uyanışın ortağı olurlar. Ardından, 1876'da, Dimitri Kipiani başkanlığında "Gürcü Halkının Eğitim ve Öğretiminin Yaygınlaştırılması Derneği" oluşturulur. Devlet okulları açılır, tüm ülke okumaya davet edilir ve bu uğurda yüzlerce kitap yayınlanır. Eski el yazmaları ve folklor materyalleri toplanır. Gürcüler kendi tarihleriyle ilgilenmeye başlarlar yeniden. Bunu, ideolojik liderleri İlia Çavçavadze olan Tergaglete anlayışındaki bir avuç genç sanat adamı başarır. Bugün Gürcistan özgürse, en sağlam kökleri bu dönemki girişimlerde aranmalıdır. İlia Çavçavadze, 19. yüzyıl Gürcü edebiyat ve siyasal yaşamının önde gelen adlarından biridir. Ne yazık ki, -bildiğim kadarıyla- sadece minicik bir kitabı dilimize çevrilmiş olan yazarı, başka dillerden okumak büyük zaman kaybı ve eksikliktir bence. (Meraklısına Not; Yazarın dilimize çevrilen tek kitabı, Türkolog Asmat Caparidze tarafından, 2007 yılında Tiflis’te yayınlanan 'Bir Yolcunun Notları' ya da ‘Yolcunun Yazıları’ adlı kitabıdır. (Mgzavris Tzerilebi/ Yazıt Yayınları) Yolcunun Yazıları, Çavçavadze’nin, 1861 yılında henüz daha 23 yaşındayken, ülkesi Gürcistan’a geri dönerken kaleme aldığı bir eserdir. Yazar dört yıl Rusya’da kalmış, Gürcistan’a geri dönerken düşündüklerini, gördüklerini, duyduğu memleket özlemini, kafasındaki soruları, cevapları not etmiştir.) İlia Çavçavadze, 27 Ekim 1837’de Kvareli’de (Kakseti) doğar. On yaşına kadar ailesinin yanında eğitim görür, daha sonra Tiflis’de özel bir yatılı okula gönderilir; iki yıl sonra liseye başlar. 1857’de liseyi bitirdikten sonra yükseköğrenime devam etmek üzere Petersburg’a gider. Orada bilimsel disiplinlere ilgi duyduğundan, felsefe, toplumbilim, ekonomi politik ve estetik okur. Üniversite gençliğinin devrimci eğilimlerinden kaygılanan hükümet 1861’de Petersburg Üniversitesi’nde baskı uygulamaya başlar. Öğrenciler bu eylemi protesto için boykota giderler ve hükümet aleyhinde gösteriler düzenlerler. Çavçavadze, üniversitedeki bu karışıklıklardan sonra yükseköğrenimini yarıda bırakıp Gürcistan’a dönmek zorunda kalır. Bundan sonraki tüm yaşamını ülkesinin kurtuluşuna adar. Gürcü kültür yaşamının farklı alanlarında çok derin izler bırakan yazar; yıllarca, “Gürcü Halkının Eğitim ve Öğretiminin Yaygınlaştırılması Derneği”nin başkanlığını yürütür. 1879’da Gürcü ulusal tiyatrosunun yeniden faaliyete geçme olasılığı ortaya çıkınca Gürcistan Tiyatro Sanatı Derneği’nin başkanı seçilir. Tiyatronun yönetimini üstlenir ve gelişmesi için kaynaklar sağlar. Çavçavadze tiyatroya özel bir önem verir. Çünkü ona göre tiyatro; “kederlerimizi ve dertlerimizi anadilimizle açıklayabileceğimiz bir yer olduğundan” ulusal kimliğin oluşması adına çok önemlidir. Bu girişimlerin örgütlenmesi adına, 1877’den başlayarak, “İveria” dergisini, daha sonra da aynı adla bir gazete çıkarır Çavçavadze. Çarlık rejimine şiddetle karşı çıktığından ve Gürcistan ulusal kurutuluş hareketinin en önde gelen temsilcisi olduğundan sık sık polis tarafından gözaltına alınır, kitapları yasaklanır yazarın. 1907 yılının Eylül ayında da Rus gizli servisinin bir ajanı tarafından, hâlâ aydınlatılmamış bir suikastla öldürülür. “Sanatın özünü tanımlamak, sanatın, ülkenin toplumsal ve siyasal yaşamındaki yerini göstermek, okuru etkileyebilecek nitelikteki sanatsal yapıtın özelliklerini belirlemek... Yazar tüm yaşamı süresince işte bu sorunlarla ilgilenmiştir...(Kimse) sanatsal anlatımın, ülkenin toplumsal yaşamının gelişmesi için ne kadar önemli olduğunu onun kadar etkili biçimde sergilememiştir” der onunla ilgili yazan Gürcü yazar K. Salia... Onun yazdığı makaleyi Fransızca’dan dilimize çevirmesek, hangi kaynağa bakacaktık, bilmem? (Meraklısına Not; Bu yazı, ilkin Gürcü edebiyat dergisi “Bedi Kartlisa”da yer bulmuş; oradan Fransızca’ya, Fransızca’dan da İsmail Yerguz tarafından dilimize kazandırılarak, ‘Mamuli’ dergisinde yayınlanmıştır. Mamuli dergisi, Gürcistan ve Kafkasya’ya ait yazılar ve makalelerin yer aldığı, İstanbul’da Ocak 1997- Mayıs 1998 yıllarında Türkçe olarak beş sayısı yayınlanmış bir Gürcü kültürü dergisidir.) Çavçavadze, sanatın, toplumsal olarak karşılaştığımız sorunları aşmada ya da toplumun eğitilmesindeki güçlü biçimlerinden biri olduğunu kabul eder. Bu nedenle, edebiyat ve sanatın yaşamla ilişkisi sorununda, sanatın ve edebiyatın pratik yaşama bağlı olarak yaratılması tezini savunur. Örneğin, “şiirin gerçekliğin ve yaşamın cisimleşmesi” olduğunu söyler bir yazısında. Ona göre sanat yaşamın bir parçasıdır. Yaşamla sıkı bağlar kurmayı, yaşamı incelemeyi, sanatsal yaratım sürecinin temeli gibi görür ve şöyle der: “Sürekli yaşamı inceleyen bilimin ve sanatın amacı, yaşamdaki değişiklikleri bilinçli bir şekilde yorumlamak ve yaşamın çiçeklerini toplamak, bu çiçeklerin ne olduklarını öğrenmektir; farklı yollara gidiyor gibi görünen bilim ve sanatın amaçları aynıdır aslında; her oluşumu, gelişmesi içinde anlama, açıklamak ve onu titiz bir biçimde geliştirilmiş bir sistemin içine oturtmak sanatın temel görevidir.” Çavçavadze’ye göre; “Bilim ve sanat arasındaki ayrım, özde değil, bu özün işlenme yöntemlerindedir. Bilim adamı kıyas yoluyla, şair yaratısındaki düşsel görüntüler ve resimlerle düşünür, ama sonuç olarak her ikisi de aynı şeyi açıklarlar: İnsan, doğa, gökyüzü, dünya, evren, bütün bunlar gizemli bir dille yazılmış büyük bir kitap oluşturur. Bilim bunu kendi diliyle, gerçekçi ve resimsiz ifade eder, buna karşılık şiir, düşsel ve resimlerden oluşmuş bir dille yorumlar. Yaşam kök, bilim ve sanat da kökten doğmuş saplardır. Tıpkı topraktan çıkmış bitkilerin meyveye durması ve tohumlarını da, yeni saplar verecek olan yeni köklerin üremesi için toprağa geri vermesi gibi; tıpkı, yaşamın içinde doğan bilimin ve sanatın yaşam meyveleri vermesi ve yeni bir yaşamın doğuşu için tohumlarını yaşama vermesi gibi. Bilgi ve yaşam, yaşam ve bilgi arasındaki ilişkiler bunlardır işte.” Çavçavadze yazarlık mesleğine, Gürcistan’da feodal sistem sürerken, tarihsel açıdan gelişen kapitalizmin feodal sistemin sonunu hazırladığı sırada başlar. Dikkatli bir gözlemci olarak, feodal sömürü sisteminin çöküş sürecini çarpıcı bir biçimde dile getirir. “Hayal” (Açrdili), “Birkaç Resim” (Ramdenime Surati), “Bir Dilencinin Hikâyesi” (Glahis Naambobi), “Çiftçi” (Gutnis Deda) ve başka birçok yapıtı, halkın yaşamına etki eden bu feodal kölelik düzeninin kötülükleri üzerine kuruludur. “Hayal” adlı şiirinde, yapıtın temel fikrini derinlemesine vermek amacıyla sembolik bir biçim kullanmıştır yazar. Çavçavadze, “Hayal”de, bakışını geriye, ülkesinin geçmişine doğru çevirir; Gürcülerin unutulmuş bu vatana olan bağlılıklarını, fedakarlık anlayışlarını dile getirir. Çağdaş toplumsal yapıları ayrıntılı biçimde çözümler ve bu yapılarla birlikte, sosyal adaletsizliği ve egemenlerin keyfi davranışlarını acımasızca mahkûm eder. “Boyunduruk altındaki mutsuz insanlar” şaire çok acı verir. Ama umutsuzluğa bırakmaz kendini, çünkü geleceğin halkın olacağına, Gürcistan’ın yeniden can bulacağına kesinlikle inanmaktadır. Yazar “hayalet”in ağzından çağdaşlarını, güçlerini birleştirmeye, ulusal bağımsızlık ve sosyal adalet için birlikte mücadele etmeye davet eder. Şairin toplumsal görüşleri, halk için kaygılanma, ona hizmet etme aşkıyla dalgalanır. Çavçavadze’nin tüm yapıtlarını ısıtan ‘insanı ve hayatı yüceltme yönelişi’, bir vasiyet gibi kalır daha sonraki dönemin Gürcü edebiyatına. Çavçavadze’nin yazılarının ana konusu Gürcistan’ın kaderidir. Vatanına duyduğu coşku dolu sevgiyi dile getirdiği en önemli yapıtları, ülkesinin yeniden doğuşuna, “ilkbahar”ın gelişine adanmıştır. “Orman hoş, tatlı renklerle süsleniyor / Kırlangıçlar cıvıldıyor gökyüzünde. / Bağ çubuklarının gücü / İlkbaharın gözyaşlarıyla fışkırıyor / Dağlar gitgide güzelleşiyor; alacalı çimen bir hoş olmuş. / Ya sen, sevgili vatanım / Sen ne zaman açacaksın?” Geçmişe yönelik “romantik yakınmalar”ın ülkenin yeniden doğuşunu sağlayamayacağını çok iyi bilen yazar, düşüncelerini geleceğe, gelecek zamana yöneltir; ülkesi güçlerini seferber edecek, boyunduruğu kıracak, “azgın bir çiçeklenmeyle patlayacak”, “ışıklı bir gülümsemeyle aydınlanacaktır”. Özgürlük tutkusu, “Basaleti Gölü” (Basaletis Tba) adlı şiirinde, ülkesinin bu aydınlık geleceği, bir gölün dibindeki altın beşikte uyumuş, “beşiği dalgaların üstüne kaldıracak” bir atlıyı bekleyen bir çocuk biçiminde görünür gözüne. Şiirleri içinde “Münzevi” (Gandegili) özel bir yer tutar şairin. Derin felsefi anlamı olan bir şiirdir bu. Şair burada yaşam üstüne görüşlerini sergiler ve insanın gerçek kaderini tanımlar. Bu şiirin kişileri, bir münzevi ve bir çoban kızdır. Şiirde bir insanın, dünyadan el etek çekerek, çok yükseklerde bulunan, sonsuz karlarla kaplı kayaların üstündeki bir mağaraya sığınması anlatılır. Münzevi kafasındaki bütün din dışı düşünceleri, eğilim ve istekleri atarak gece gündüz dua eder. Günün birinde bir fırtına çıkar ve yardım bekleyen bir insan sesi çalınır kulağına. Mağaradan aşağıya bir zincir sarkıtır ve bir süre sonra önünde bir kız belirir. Kız dağlarda sürüsünü otlatırken, doğanın aniden patlayan öfkesi, fırtına ve kasırga, çoban kızı, kendisine bir sığınak aramak zorunda bırakır. Münzevi endişelenir: Kader onu bir kadının çekiciliğine boyun eğmek zorunda mı bırakacaktır? Ocağı yakar ve mağarayı aydınlatan ateş kızın, ender güzellikteki yüzünü ortaya çıkarır. Çoban kızı, yaşamın zenginliğinin simgeleşmesidir sanki. Münzevinin sönmüş duygularını yeniden canlandırmaktadır. Müthiş karmaşık duygular içinde bakışlarını Meryem’in ikonasına çevirir, ama çoban kızın yüz çizgileri geçer Meryem’in yüz çizgilerinin yerine. Genç kız münzevinin huzurunu kaçırır, düşüncelerine saldırır. Çoban kızla münzevi arasında, insan yaşamı konusunda bir konuşma başlar: “Senin dünyada hiç kimsenin olmaması, ne kardeşlerin, ne anne babanın olmaması mümkün müdür?” diye sorar çoban kız. “Vardı, ama ben kendimi Tanrı’ya adamak için ayrıldım onlardan” diye karşılık verir münzevi. Genç kız çarpılır bu cevap karşısında: “Tanrı hoş yaşamın verdiği tesellilerle avunmaz mı / Kendisinin yaratmış olduğu tesellilerle? / Niçin dünyayı suların parıltısıyla / Yıldızların pırıltısıyla süslemiştir? / İçindeki insan bunları reddetsin  / Ve yüreğine hapsetsin diye mi?” “Ruhun kurtuluşu için her şeyi reddedip, yalnızlığa mı sığınmak gerekir?” diye sorar genç kız. “Kurtuluş her yerde mümkündür, ama ben garibin kaderi budur” diye karşılık verir münzevi. Ve garip sözcüğü ağzından çıkar çıkmaz da korkuya kapılır. Kendisinden memnun değil midir? Tanrı’dan yakınmakta mıdır? Hemen dua etmeye başlar, ama kendine gelemez bir türlü. Bakışları tekrar, bedeninin tüm güzelliğiyle insanı kışkırtan uyuyan güzele kayar. Kendini kaybeder ansızın, ama sonra toparlanır ve her zaman dua ettiği hücresine kaçar; bir güneş ışığı arar, dua kitabını güneş ışığına tutar, ama kitap düşer, ışık tutamamaktadır artık kitabı, münzevi korkudan ağlamaya başlar, olduğu yere çöker ve ruhunu teslim eder. Duası yeteri kadar içten ve etkili olamamıştır. Şair, toplumsal ve siyasal etkinlikleri içinde Gürcü halkının onur ve soyluluğunun, dilinin ve kültürünün yürekli bir savunucusu, halkın tüm ulusal ve toplumsal umutlarının sözcüsü olmuştur. Türkiye'de pek tanınmayan Çavçavadze'nin 150. doğum yıldönümü, uluslararası bir jübileyle, Ekim 1987'de, Tişis'te kutlandı. Jübileye Türkiye'den, Tahsin Saraç, Fakir Baykurt, Aziz Çalışlar, Hayati Asılyazıcı gibi tanınmış kişiler katıldılar. Çavçavadze, Tiflis’te, Mtatsminda’daki panteonda yatmaktadır.