Tiyatro sahnesinden seçim sandığına: Komik Bir Demokrat Konserini bitiren Avni Özbenli’nin söylediği oynak Kastamonu türkülerinin tınısı hâlâ havada asılıyken; Muammer Karaca ve ar...

Tiyatro sahnesinden seçim sandığına: Komik Bir Demokrat Konserini bitiren Avni Özbenli’nin söylediği oynak Kastamonu türkülerinin tınısı hâlâ havada asılıyken; Muammer Karaca ve arkadaşları sahneye çıkar. Tulûat tiyatrosu geleneğini, politik taşlamalarla güncel olana uygulayarak, doğaçlamaya dayalı bir kaba güldürü yapmaktadır topluluk… Bugün her ne kadar karşılığı olmasa da, dönemi içinde seyircinin çok hoşlandığı bir yöntemdir bu. Örneğin, Muammer Karaca’nın ilk oyunu, Adnan Menderes hükümetini hicveden politik bir güldürüdür. Oyunun adı “Ednan Bey Duymasın” (Daha sonra aynı partinin saflarında olacak olması ilginçtir Karaca’nın.) Muammer Karaca’nın jübile gecesinde olması şans değildir. Mümtaz Ener’le uzun bir dostlukları vardır. İkisi de sahne hayatlarına operetle başlamış; ikisi de Darülbedayi’de oyunculuk etmiş ve en sonra ikisi de sinemaya yönelmişlerdir. Aynı yönetmenlerle çalışmış; hatta ‘Kızılırmak Karakoyun’ filminde rol arkadaşlığı bile yapmışlardır. Muammer Karaca ve arkadaşları, Türk tiyatrosu tarihinde vodvil de denen bulvar tiyatrosu türünün ilk uygulayıcıları olarak hatırlanırlar daha çok. 1955 yılında Muammer Karaca, kendi adıyla anılan Muammer Karaca Tiyatrosu’nu kurar. İstanbul, Beyoğlu’nda! Topluluğun ünlü oyunu “Cibali Karakolu”, Türk tiyatrosu tarihinde erişilmesi güç bir rekoru elinde tutar. Aralıksız 16 yıl ve üç bini geçkin gösteri yapar oyun! Oyunu uyarlayanlardan biri de, oyunda Komiser Cafer Sabbah rolüyle seyirciyi gülmekten yerlere seren Muammer Karaca’dır. İstanbul’un Fatih ilçesindeki küçük bir semt karakolundan adını alan Cibali Karakolu adlı oyun, Henri Keroul ve Albert Barre’nin “Nuit de Noces” (Düğün Gecesi) isimli oyunundan uyarlanmış bir vodvildir aslında. 1951’de, Muammer Karaca ve Refik Kordağ tarafından uyarlanıp Cibali Karakolu adıyla sahnelenince bir ‘fenomen’e dönüşür. Hasan Ali Ediz, Mart 1956’da, oyun ve Muammer Karaca için şöyle yazar: “Görevini kötüye kullanan memurlar, nüfus ticaretine kalkışan siyaset dalaverecileri, mahalleyi dolaşacak yerde, kapıcı kadınlarla pişpirik oynayan yahut fırınlarda pinekleyen bekçiler, boynuzlu kocalar, eli sopalı polis amirleri, bir kelime ile halkın sevmediği, beğenmediği her şey onun sahnesinde karikatürize edilmiş bir halde her akşam yeni bir kılığa bürünerek seyircinin karşısında resmi geçit yapar.” İlginç bir şey söyleyeyim mi size; bu denli tanınmış ve senelerce de oynanmış Cibali Karakolu adlı oyunun basılı bir metni yoktur. 13 Kasım 1955 tarihli Milliyet gazetesinde, Halit Kıvanç’ın bir yazısında denir ki: “749 defa temsil edildikten sonra ‘Cibali Karakolu” piyesi şimdi kaleme alınıyor.” Olayın özü şudur: Muammer Karaca oyununun daha profesyonel bir biçimde sahneye konması için Musenidis adlı bir Yunan yönetmenle çalışmak ister. Yönetmenin Karaca’dan ilk isteğiyse Cibali Karakolu’nun metnini okumaktır. Ancak metin yoktur. Muammer Karaca, sekreterler tutup hâfızasındaki oyunu kâğıda aktarmaya başlar. Böylelikle Kıvanç’ın da belirttiği gibi “tulûat tarihinin” büyük bir eseri metin halinde toplanmış olur. (Kaynak; Kadir Has Üniversitesi Öğretim Üyeleri tarafından hazırlanan, 3 aylık Panoroma Khas Dergisi, Şehnaz Şişmanoğlu Şimşek’in “Bir Tiyatro Fenomeni Cibali Karakolu’nda Vatandaş Muamelesi Görürdünüz” adlı yazısı, 2014 / 1) (Meraklısına Not: Polis örgütüne bağlı Cibali Karakolu 2002 yılında kapatılmıştır.) 8 Kasım 1906’da doğan Muammer Karaca aynı Mümtaz Ener gibi ilk kez 1923 yılında sahneye çıkar: ‘Sahir Opereti’nde! 1924’te Darülbedayi’ye katıldığında henüz 18 yaşındadır. Daha çok kıvrak zekâsı ve sağlam oyunculuğuyla dikkat çeker Muammer Karaca. O kadar dikkat çeker ki hem de; Mustafa Kemal’in silah arkadaşlarından ve dönemin İzmir Valisi Kâzım Dirik’in kızı Şükran Hanım’ı etkileyip evlenecek kadar! Dönemin gazetelerine manşet olur bu entrika dolu ilişki… Kâzım Paşa, bu ilişkiye karşıdır. Ancak, aşk sınır tanımaz ve Muammer Karaca, Şükran Hanım’ı kaçırır. Dirik Paşa, bu utanç yüzünden istifa etmeye kalksa da; Atatürk’ün emriyle istifa durdurulur. Evlenir âşıklar. Her türlü entrikaya karşın, çiftin birliktelikleri uzun sürmez. 50’lerin başında ilişkileri biter. Şükran Hanım daha sonra Muammer Karaca’nın tiyatrodan arkadaşı olan Gülriz Sururi’nin babası oyuncu Lütfullah Sururi ile evlenir. Bu hesapla; Muammer Karaca’nın eski eşi Şükran Hanım, Gülriz Sururi’nin üvey annesi olur. Özel hayatı böyle çalkantılarla dolu olan Muammer Karaca’nın, sanat dünyasında yaptıkları da bundan aşağı değildir. ‘Ednan Bey Duymasın’ oyununu izleyen Adnan Menderes’in gülmekten katıldığı, hatta başını sahnenin kenarına çarptığı söylenen oyun sonunda, Muammer Karaca; “Efendim, isterseniz esprileri biraz yumuşatabiliriz” dediğinde, “Hayır, böyle devam edin” diyen Menderes’i gerçekten demokrat bulduğundan mıdır nedir; zaman içinde DP çizgisine doğru ilerlemeye başladığını biliyoruz Muammer Karaca’nın. Oysaki sanat adamı, iktidarla ne zaman işbirliği yapsa sonu hazindir. Sanat bir aynadır, bağımsız olmalıdır, sanatın ruhuna aykırıdır çünkü egemenle anlaşmak! Muammer Karaca’nın anlaştığı Menderes Hükümeti’nin yaptıklarını kısaca hatırlayalım mı? Başa geldiklerinden sadece 32 gün sonra, 16 Haziran 1950’de, 1932’den beri, 18 yıldır Türkçe okunan ezanı yeniden Arapça okutmaya başlar DP. 5 Temmuz’da da radyoda dini program yapma yasağını kaldırır. General Tahsin Yazıcı komutasındaki 4 bin 500 kişilik bir tabur, TBMM kararı olmaksızın Kore Savaşı’na gönderilir. Türk Barışseverler Cemiyeti’nin, Türkiye’nin Kore’ye asker göndermesini protesto amacıyla bildiri dağıtmasına izin vermez Demokratlar. Başkan Behice Boran ve Genel Sekreter Adnan Cemgil tutuklanır. 3 Aralık 1950 günü, Arap harfleriyle eğitim yapmak için gizli ya da aleni dershane açanlar hakkında, 23 Eylül 1931 gün ve 12073 sayılı kararnamedeki yasaklama da kaldırılır ve böylece Kuran kurslarının yolu açılır. 20 Şubat 1951 günü ise Rus yazarların kitaplarının okul kütüphanelerinden çıkarılmasına karar verir DP Hükümeti. 25 Mart 1951 günü, Köy Enstitüleri düşmanı Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri, solcu öğretmenlerin tasfiyesinin sürdüğünü açıklar büyük bir komutan edasıyla. 22 Haziran’da da İstanbul İnönü Stadı’nın adı Mithatpaşa Stadı olarak değiştirilir. Hükümet, 8 Ağustos 1951 günü, Halkevleri’ne el koyar. 4 Kasım 1951 tarihli yeni yasayla, zorunlu din dersi, ilkokulların ders programlarına konur. 15 Ocak 1952’de; Kore’de 34 subay, 46 astsubay ve 1252 askerimizin ölümünden sonra, Amerika’nın ‘lütfuyla’ NATO’ya girer Türkiye. 18 Ocak 1954’de, TBMM’de Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu kabul edilir. Aynı meclis, 27 Ocak 1954 tarihinde, 6234 sayılı yasayla Köy Enstitüleri’ni kapatır. 14 Haziran 1954 günü, seçimlerde CHP’ye oy veren Malatya şehri, ceza amacıyla bölünerek Adıyaman adıyla yeni bir şehir kurulur. İstanbul Ekspress Gazetesi’nde Atatürk’ün Selanik’deki evine bomba atıldığı haberi yayınlanır 5 Eylül 1955 günü. Ardından tarihimize kara bir leke olarak geçen 5-6 Eylül olayları patlar. Zaten paramparça edilmiş gazetelerin, 1956’da ekonomik sıkıntılar nedeniyle sayfa sayıları altıya indirilir. Basının dilini koparır Demokratlar. Ağzını açan gazeteciler hapsi boylar. Daha sonra bu uydurma haberin, DP tarafından hazırlanan bir kumpas olduğu ortaya çıkacaktır. 20 Ekim 1957’de, Menderes, Adana’da yaptığı seçim konuşmasında “ İstanbul’u ikinci bir Mekke, Eyüp Sultan Camiini de ikinci bir Kâbe yapacağız” der büyük bir coşkuyla. 14 Temmuz 1958’de, Irak’ta bir darbe gerçekleşir ve Kral Faysal ve Başbakan Nuri Sait Paşa öldürülür. Benzer bir olayın Türkiye’de de olabileceği konusunda endişe duyan hükümet, 16 Temmuz 1958 günü, Ortadoğu’daki olası karışıklıklara müdahale etmek bahanesiyle, 11 bin ABD askerinin İncirlik Üssü’ne indirilmesine izin verir. 19 Ekim 1958 günü, Başbakan Menderes, Said-i Nursî’nin yaşadığı Emirdağ’da, Nurcular tarafından hilafet ve saltanatı temsil eden iki tuğralı, yeşil bayraklar açılarak karşılanır. 2 Mart 1959’da, Menderes’in Müsteşarı Ahmet Salih Korur, Eyüp Sultan Camisi’nin avlusunda büyük bir iftar yemeği verir. Korur’un imzasıyla davetlilere gönderilen iftar çağrısında ilginç bir ayrıntı vardır: 2 Mart 1959 değil, 2 Ramazan 1378 yazmaktadır davetiyelerde. İsmet İnönü’nün Kurtuluş Savaşı’nda karargâh olarak kullandığı evi ziyaret etme isteği, hükümet emriyle, Uşak Valisi tarafından önlenmek istenince, İnönü’nün Uşak gezisinde olaylar çıkar. Valinin bu yasadışı buyruğunu kabul etmeyen Emniyet Müdürü ve Jandarma Komutanı aynı gün görevden alınırlar. Polis, halkı dağıtmak için göz yaşartıcı bomba kullanır. (30 Nisan 1959) Uşak’tan ayrılmak üzere tren istasyonuna gitmekte olan İnönü’nün arabası önü kesilerek durdurulur. İnönü arabadan inip, yaya olarak istasyona giderken arkasından başına taş atılır, İnönü başından kan akarak trene ulaşıp, İzmir’e gider. Bu kez, İzmir’de CHP’nin yapmak istediği toplantı engellenir. DP’li partizanlar, Demokrat İzmir Gazetesi’ni basıp, matbaa makinelerini parçalarlar. İsmet İnönü’yü karşılamaya gelenleriyse jandarma dağıtmaya kalkar; olaylarda 10 kişi yaralanır. Olaya yayım yasağı konur. Basın tarihimizin utancı olan bu olaydan sonra, muhalif gazeteler yayını yasaklanmış haberlerin yerlerini boş bırakırlar, bu nedenle o tarihli gazetelerin birçoğu bembeyaz sayfalarla çıkar. 28 Nisan 1960 günü, İstanbul Üniversitesi öğrencileri, üniversite merkez binasında hükümete karşı bir gösteri yapar. Güvenlik güçleri, gösterilere müdahale eder. Güvenlik güçlerinin üniversiteden ayrılmasını isteyen rektör Sıddık Sami Onar, tartaklanarak Emniyet Müdürlüğü’ne götürülür. Gözlüğü kırılmış, gözü aldığı darbeden morarmış olarak fotoğrafları yayımlanır bazı gazetelerde. Polis çaresiz kalınca, ordu birlikleri çağrılır. Gösterilerde, 40 kişi yaralandığı gibi Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz polis ateşi sonucu vurularak öldürülür. Üniversiteden çıkıp Sirkeci’ye kadar ilerleyen gençlerin karşı tarafa geçmemesi için köprüler açılarak geçişleri kesilir. Demokratlar, Ankara ve İstanbul’da sıkıyönetim ilan eder. 5 Mayıs 1950 günü, Demokrat Partililer hükümete destek için Ankara Kızılay’da bir gösteri düzenlemeye karar verirler. İktidara karşı gençler de aynı gün, aynı saat, aynı yerde gösteri yaparlar. Gençlerin bu eylemi yapabilmek için “fısıltı gazetesi” denilen yöntemle haberleşmede kullandıkları “555 K”; yani “Beşinci ayın beşinde, saat beşte, Kızılay’da” parolası siyasî tarihimize geçer. 16 Mayıs 1960’da, Milli Eğitim Bakanlığı, 19 Mayıs gösterilerini yasakladığını açıklar. 22 Mayıs 1960 günü, haberleşmeye sansür koyan Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı, beş kişinin bir araya gelerek dolaşmasını yasaklar. Ve; 27 Mayıs 1960 günü Türk Silahlı Kuvvetleri meclisi feshedip, darbe yapar. Dahasını merak edenler için onlarca kaynak var, ötesi kendilerinde artık! Muammer Karaca, tartışmalı bir isimdir vesselam. Örneğin Aziz Nesin, 12 Eylül 1957 tarihli, İstanbul Yeni Gazete adlı basın organının ikinci sayfasında yer alan “Az Gittik, Uz Gittik” adlı köşesinde “Komik Demokrat” başlığıyla yazdığı yazıda Muammer Karaca’yı topa tutar. ‘Bakırköy’ göndermesiyle, Karaca’nın DP saflarında siyasete girmesinin bir çeşit ‘delilik’ olduğunu söylediği yazının tamamı şöyledir: “Demokrat Parti seçimler yaklaştıkça, halkın sevgisini kazanmış kişileri kendine çekmeğe çalışıyor. Cibali Karakolu Komiseri Muammer Karaca da, bu arada DP Yeşilköy Ocak Başkanı olmuş. Kutlu olsun. Cibali Karakolu Komiserinin böylece yücelip, yükselmesi, belki emniyet âmiri olması bile umulur. Yalnız haberde bir yanlışlık var sanırız. Muammer Karaca’nın bir köye ocak başkanı olduğuna inanıyoruz ama bu köy Yeşilköy mü, yoksa ona pek yakın olan Bakırköy mü? Arada pek büyük bir şey yok. Ünlü komiğin, siyasete dalınca Bakırköy Ocak Başkanı olması daha doğru değil miydi? Anlaşılan DP seçimler yaklaştıkça, halkın yüzünü güldürebilmek için komiklerden yardım istiyor. Oysa, hele seçim nutukları başlasın, Muammer Karaca’ya taş çıkartacak ne hatipler görüp dinleyeceğiz... Ünlü komik, onların yanında uşak rolüne çıkmış figüran bile olamaz. Şimdi Demokrat Partililer, zamansız öldükleri için Hâzım’la, Naşit’e ne kadar kızıyorlardır. Biraz daha dayanıp yaşasalardı da seçim zamanı, Naşit ‘‘Hülleci’’yi, Hâzım “Lüküs Hayat”ı, Muammer de -sağ olsun- Cibali Karakolu ‘nu oynasalardı, halk da o kahkahaların sersemliği ile tiyatrolardan çıkıp doğrudan doğruya seçim sandıkların ın başına gitselerdi kötü mü olurdu? Atatürk “Hepiniz meb’us olabilirsiniz... Vekil olabilirsiniz... Hattâ Cumhurreisi olabilirsiniz... Fakat sanatkâr olamazsınız” demiş ama “Komik olabilirsiniz. Fakat politikacı olamazsınız” dememiş. Her politikacı komik olamaz, ama her komik isterse politikacı olur. İşte Muammer Karaca ortada. Ona gelene kadar başkaları da var ya... biz, zavallı komiğimizin başına, önünde sonunda böyle bir iş geleceğini sezinliyorduk. O geçen yıl, köpeği kaybolunca “Köpeğimi bulana bin lira vereceğim” diye vâad edip de, köpeğini bulan adamı polise teslim edince, biz onun daha o zaman vâadini tutmayarak, demokratlaşmaya başladığını anlamıştık. Zavallı komik, demokratlaşa demokratlaşa en sonunda ocak başkanı bile oldu. Geçmiş olsun. Tanrıdan şifalar dileriz. Ciddî demokrasimizin komik demokratını saygı ile selâmlarız. Ocak başkanı olduğuna göre, bir karta ihtiyacımız olunca cömert davranıp bize de vereceğini umarız.” … Sert sözler ha! 28 Nisan 1978 günü ölen Muammer Karaca’yla ilgili tartışmalar bitmez, biz gecemize dönelim. Zıt Kardeşler’in yaptığı kısa bir şovla sürer gece. Sonra koro, şarkılar, türküler söylemek için dizilir sahneye. Bir an boş kalmamaktadır sahne. Korodan sonra “Baha Gelenbevi Projeksiyonu” diye ilân edilen bir gösteriyi izlemeye başlar katılımcılar. Projeksiyon dedikleri ne ola ki? Bu soruya yanıt vermek için önce sanat adına birçok dalda hizmeti olan Baha Gelenbevi’yi tanımalıyız bence: Asıl uzmanlık eğitimi olan ziraat mühendisliği dışında neredeyse her işi yapan Gelenbevi için: Yönetmen, fotoğrafçı, ressam, heykel sanatçısı, şarkı sözü yazarı, dergici ve Türk Sinema Sanatçıları Derneği’nin kurucusu olduğunu yazar kaynaklar. Bu yaptığı ‘projeksiyon’ da; Mümtaz Ener’in filmlerinden parçalar göstermek olmalı! En azından ben öyle düşünüyorum. 1907 yılında doğan Gelenbevi ile Mümtaz Ener’in yolları, 1944 yılında çekilen “Deniz Kızı” filmiyle kesişir önce. Filmin yönetmeni ve senaryo yazarı Baha Gelenbevi, oyuncularından biriyse Mümtaz Ener’dir. Diğer oyuncular; Müfit Kiper, Talat Artemel ve Nezihe Becerikli’dir. Bir yıl sonra, dönemin en etkili filmlerinden biri kabul edilen “Köroğlu”nda da birlikte çalışmıştır iki arkadaş. Mümtaz Ener Ruşen Ali adıyla oyuncu, Gelenbevi görüntü yönetmenidir filmde. Aynı filmde oynayan bir oyuncu daha jübile gecesinin kulisinde sırasını beklemektedir: Hulûsi Kentmen! Artık jübile gecesinin sonuna geliriz yavaş yavaş. Gecenin son etkinliği yine bir oyundur. Kalabalık bir kadroyla ve ‘modern orta oyunu’ diye anons edilen “Naylon Nigâr” sahneye çıkmak üzeredir. Devamı Var