“Hangi suya dalıp çıktın ki, böyle güzelsin Kulun kölen olurum kapında istersen...” Cavidan Tınaz, hiç kuşku yok ki, şairin tüm karanlığına karşın onun ruhuna ‘hayat...

Hangi suya dalıp çıktın ki, böyle güzelsin Kulun kölen olurum kapında istersen...” Cavidan Tınaz, hiç kuşku yok ki, şairin tüm karanlığına karşın onun ruhuna ‘hayat üfleyen’ bir sihirli nefestir. Onu başka bir yazıda uzuuun uzun anlatmak gerek. Biz şimdi Cavidan Hanım’a saygılı bir selam verelim ve ondan önceki dizelere konu olmuş ‘sevgili’ insanlara dönelim. ‘Beşiktaşlım’ diye hafızalarımıza kazınan ilk sevgiliyle ilgili en kuvvetli kayıt Vedat Günyol’un anlattıklarına dayanır. Vedat Günyol hoca, Cahit Sıtkı’nın ölümünden sonra, bir Cahit Sıtkı anması için Diyarbakır’a davet edilir. O davet sırasında, çevresindekilere bir hikâye anlatır. Herkesi şaşırtan bir hikâye... Cahit Sıtkı’nın ‘Beşiktaşlı’sının Vedat Günyol’un kız kardeşi Mihrimah Hanım olduğuna dairdir bu hikâye... Bir gün, Paris’te birlikte oldukları bir gün, konu evrilir devrilir, Cahit Sıtkı’nın ‘Karasevda’ şiirine gelir. Hüznün gelip baş köşeye oturduğu bir sıra, herkeste kaybettiği ‘an’ların kederi iştahla yüreklerini yerken hepsinin, büyük bir sessizlik olur. Sonra Vedat Günyol, gözlerini Paris sokaklarında kaybetmiş Cahit Sıtkı’nın omuzuna koyar elini. Cahit Sıtkı, ömrünce beklediği bu sıcak dokunuştan etkilenir ve anlatmaya başlar. “ O kız, abi, o Beşiktaşlı dediğim kız senin kız kardeşin Mihrimah Hanım’dır. Açılamadım işte, nasıl açılırdım ki? Ya bana hayır derse...Bir kalp ağrısı derdine, seni kaybetmek de vardı işin ucunda. Sonra, sonra abi, sen de bilirsin ki; arkadaşının kız kardeşine yan gözle bakmak ayıptır bizim oralarda. Senle taaa memleketten bir dostluğumuz var. Bu işin olmazını düşünüp, dilimi yemek düştü bana. Göze alamadım, açılamadım işte. Yaptığım şiirlerimde ağlamak oldu sade.”... Bu kez Vedat Günyol’un gözleri kaybolur ucu bucağı olmayan Paris sokaklarında...Havada tatlı bir rüzgar vardır. Yüreklerde Diyarbakırlı bir keder... İki yazar da yere bakmaktadır şimdi. Bir zaman sonra, dalı kırılmış bir ağaç hüznüyle gözgöze gelir iki arkadaş. “ Ah be oğlum, söyleseydin ya, kesinlikle seninle evlenmesini isterdim kız kardeşimin. Ama artık çok geç, o şimdi anne tarafından akrabamız olan Doktor Cemil Cemiloğlu’nun eşidir.”Bir kerre sevdaya tutulmaya gör Ateşlere yandığının resmidir Âşık dediğin mecnun misali kör Ne bilsin âlemde ne mevsimidir Dünya bir yana, o hayal bir yana Bir meşaledir pervaneyim ona Altında bir ömür döne dolana Ağladığım yer penceresi midir? Bir köşeye mahzun çekilen için Yemekten içmekten kesilen için Sensiz uykuyu haram bilen için Ayrılık ölümün diğer ismidir” (Meraklısına Not; Vedat Günyol, Arnavut asıllı bir baba ve Diyarbakırlı bir annenin çocuğu olarak, 1912 yılında İstanbul’da doğmuş, 9 Temmuz 2004 yılında aynı şehirde ölmüştür. Cahit Sıtkı’yla Paris’te yollarının kesişmesi, Vedat Günyol’un 1938 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra, Paris’te ‘ Devletler Hukuku’ doktorasını yaptığı günlerde kesişir. (1938 – 1940) Türkiye’deyken, Siyasal Bilgiler Fakültesi ikinci sınıftan ayrılan ve yarım kalan üniversite yüksek öğrenimini tamamlaması için, Cumhuriyet Gazetesi sahipleri Nadir Nadi ile Doğan Nadi'nin desteğiyle Paris'e gönderilen Cahit Sıtkı, 1938-1940 yılları arasında Paris’te Sciences Politiques'e devam eder. Aynı dönemde Cahit Sıtkı Paris’te hem öğrenci, hem de Paris Radyosu Türkçe Servisi’nde spikerlik yapmaktadır. 1940 yılında Naziler Paris’i bombalamaya başlayınca bu okulu da tamamlayamaz Cahit Sıtkı ve bisikletle Paris’ten kaçar, Önce Alp Dağları’nı aşarak İsviçre’ye, oradan da Türkiye’ye gelir.) Vedat Günyol’un anlattıklarını orada bırakıp diğer kayda göz atalım şimdi. 1993 yılında bir kitap yayınlar Cahit Sıtkı’nın teyzesinin oğlu. Kitabın adı; ‘Reşid İskenderoğlu’nun Hatıralarında Cahit Sıtkı Tarancı’, yazarı da, Cahit Sıtkı’nın çocukluğunu ve ilk gençliğini birlikte geçirdiği teyzesinin oğlu, avukat Reşid İskenderoğlu’dur. Bu kitap; “Şefkat, sevgi ve hatırşinaslığıyle temayüz etmiş bulunan rahmetli teyzem; Hacı Arife Tarancı’nın aziz hatırasına ithaf ettim. R.İ.” göndermesiyle, Cahit Sıtkı’nın annesi Arife Tarancı’ya ithaf edilmiştir yazarı tarafından... Kitapta, Cahit Sıtkı’nın şairliğinin ilk günleri hakkında bilgiler ediniyoruz. Örneğin, Peyami Safa’nın, 1932 yılında Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan “Bugünkü Türk Şiiri” ve“Yeni Bir Şair I”, “Yeni Bir Şair II” başlıklı yazılarıyla Cahit Sıtkı’yı edebiyat âlemine tanıttığını ve onu “İstikbâlin Abdülhâk Hamid’i” olarak nitelediğini bu kitaptan öğreniyoruz. Bu yazılar sonucunda Cahit Sıtkı Tarancı ile Peyami Safa arasında sıkı bir dostluk kurulduğunu ve Cahit Sıtkı’nın ilk kitabı olan Ömrümde Sükût’u “Büyük Dostum Peyami Safa’ya” ithafıyla yayınladığını... Ayrıca 1940 yılında Cahit Sıtkı’nın -bir çok kaynakta gösterilmeyen- bir de ‘Peyami Safa ve Sanatı’ adlı bir inceleme yazdığını hatırlıyorum şimdi. (Meraklısına Not; Yaklaşık on beş yıl süren Cahit Sıtkı ve Peyami Safa dostluğu, Cahit Sıtkı Tarancı’nın ‘Memleket İsterim’ adlı şiirinin sosyalist bir iklim taşıması ve Nâzım Hikmet için yazdığı ‘Bir Şey’ adlı şiirin yayınlanmasından sonra bozulmuştur.) Bu yazı özelinde bizi ilgilendiren şeyse, kitabın 37. ve 38. sayfalarında gözümüze ilişen ‘Beşiktaşlım’ imgesine dair olan bilgilendirmelerdir. Reşid İskenderoğlu, Vedat Günyol’u yalancı çıkarırcasına ‘Beşiktaşlım’ın başka, bambaşka biri olduğundan söz eder ama isim vermez. Gerçi az sonra incelediğimizde bir takım çelişkiler içerdiğini siz de göreceksiniz ya, aktardığı bilgiler arasında tutarsızlıklar var bana kalırsa. Diyor ki İskenderoğlu kitabının 37.sayfasında; “...Abbas şiirinde geçen meşhur Beşiktaşlı sevgili (...) Balkanlardan göçen bir ailenin kızı (ve)... aslında Cahit Sıtkı Tarancı’dan fizikî olarak hoşlanmamaktadır ama şairle ilişkisini onun şiiri inkisara uğramasın diye devam ettirmiştir.” Hatıralarının bu kısmında İskenderoğlu, bu bilgiye nasıl ulaştığını da anlatmaktadır. “[Şairin]Beşiktaşlı sevgilisi o dönemin ve o çevrenin en güzel kızlarından biri olup, Balkanlardan gelme bir ailenin kızı olduğunu, bir eski komşuları ve aile dostu olan emekli Orman Müdürlerinden Muzaffer Üretener’den dinlemiştim. Ve bu arada Cahit Sıtkı’nın bu kıza yazdığı Akrostiş (adlama) bir şiiri de bana okumuştu. O hanım kızdan aldığını da ifade etmişti. O şiiri kendisinden almadığıma şimdi esef ediyorum. Bir gün iki komşu arkadaş söyleşide bulunurlarken Üretener, kendisine sormuş sana âşık olan bu gençle evlenmeyi düşünüyor musun? Aldığı cevapta: - Fizik yapısı itibarile tipim değil. Onunla mutlu olamam. Bu nedenle evlenmeyi düşünmüyorum. Ancak görüyorum ki geleceği büyük bir şairdir. Bu sebeple inkisara uğramasın diye şimdilik ilişkimi sürdürüyorum demiştir.” Yazar, kitabının 38.sayfasında da, sözü edilen bu hanımefendiye ulaşmaya çabaladığını ve hatta ulaştığını ama yüzyüze bir görüşmenin gerçekleşmediğinden söz eder. “... Adı Cahit Sıtkı’nın Uçtu Uçtu şiirinde de geçen bu Beşiktaşlı Hanım,“Cahit Sıtkı’nın bana âşık olduğunu ve benim için şiirler yazdığını biliyorum. Ancak bu konu çok geride kaldı. Bu nedenle görüşmeye gerek görmüyorum” diyerek yazarın bu isteğini reddettiğini yazar. Ancak ilginç bir ayrıntı takılır gözümüze. Reşid İskenderoğlu bir hile yapar ve sözü edilen ‘Beşiktaşlı’ sevgilinin Cahit Sıtkı’nın bir şiirinde geçtiğini kıstırıverir sözünün arasına... “Adı Uçtu Uçtu şiirinde de geçen... “... Cahit Sıtkı’nın ‘Uçtu Uçtu’ isimli bir şiiri yoktur. Yazar, “Uçtu uçtu leylek uçtu / Uçtu uçtu masa uçtu / Uçtu uçtu Semahat uçtu / Uçtu uçtu? / Ne uçtu sanırsınız çocuklar / Uçtu uçtu gençliğim uçtu” dizeleriyle bildiğimiz ‘Oyun’ adlı şiirinden bahsediyor olmalı... Ve kuvvetle muhtemelen, ‘Beşiktaşlım’ın, dizeler arasına sıkışmış olan, ‘Semahat’ isimli bir kız olduğundan... Bildiğim kadarıyla, Cahit Sıtkı’nın başka hiç bir kaydında bu isimli bir arkadaştan ya da bir imgeden söz edilmez. Bu kadarını söyleyen birinin neden tam olarak bu ‘Beşiktaşlım’ı şiir okurları ve Cahit Sıtkı sevenlerinden esirgediğini anlamak güç. Belki de bunun sır olması gerek kendince ama ‘o zaman ‘Semahat’ ismini neden işaret ediyor ki o zaman’ diye düşünmeden edemiyorum? Sonra bir de bu kıza ait bir ‘Akrostiş’ yazdığından söz eder İskenderoğlu. Belki bu da bir ipucudur diyerekten buradan yürüyünce de karşıma bu kez de bambaşka bir isim çıkar. Cahit Sıtkı’nın ‘Akrostiş’ isimli şiiri şöyledir: Var olan bir sen, bir ben, bir de bu bahar. Elden ne gelir ki? Güzelsin, gençliğin var. Dünyada aşkımız ölüm gibi mukadder. İnan ki bir daha geri gelmez bu günler. Âlemde bir andır bize dost esen rüzgâr. Hayırlısı olsun, şiirin ilk harflerini yan yana okuyunca bir de ‘VEDİÂ’ çıktı karşımıza... Elbette ki, şairin hoşlandığı tüm kadınları, bu kadınların şiirinde hangi biçimlerde işlendiğini bilemeyiz. Ancak ‘kesin’ bir saptamayla ilan olunan bilgilerin de birbirini tutmadığını görüyoruz. Peki ne demeye böyle bir yazı yolculuğuna çıktık ki o zaman? Niye biliyor musunuz? Aslında çok basit. Dışarıda tüm insancıl değerlerin üç otuz paralık sistemler ve ona karşı çıkmayan işbirlikçi hain ortaklarınca hacamat edildiği bir zamanda, ‘temiz’ bir aşktan korkanlara bir göz dağı vermek için... Böylesi magazin gibi görünen bir yazı, hiç olmazsa büyük aşk ve hayat şairi Cahit Sıtkı’ya dikkat çekebildiyse, yanında gelen tartışma saçımıza bir tokadır, hepsi bu... Cahit Sıtkı, ‘35 Yaş’ şiirini; nasıl beşer dizeden, yedi kıta (5x7= 35) olarak yazmışsa ve tüm şiir 35 dizeyse; ve Dante'nin İlahi Komedya’sının Birinci Kantosu’ndaki "Yaşam yolumuzun ortasında" mısrasından etkilenerek yazılmışsa bu efsane dize ve Dante bunu söylediğinde kendisi de 35 yaşındaysa...şairlerin sihirli bir yanı olmalı... Cahit Sıtkı, belki de çektiği büyük yalnızlığa karşı tek kurtuluş olarak işaretlediği ‘aşk’ı da dizelerinin arasına gizlemiştir, kim bilir? Okumadan nasıl biliriz ki? Bu yazıyı Cahit Sıtkı’nın henüz 21 yaşındayken yazdığı bir şiirle bitirmek en doğrusu galiba! Onunla ilgili ileri geri konuşanlara, önyargılılara sesimizin ulaşmayacağını biliyoruz ya, yine de umut işte! “Geniş, siyah gölgesi hayatımı kaplayan Tepemde kanat germiş bir kartaldır yalnızlık Kalp çarpıntılarıyla günleri hesaplayan Bir benim, benim olan bir masaldır yalnızlık. Gördüm yapraklarımın bir bir döküldüğünü Baharda yaşamanın, bilemedim nedir tadı Gemi yüzü görmeyen bir limanın hüznünü Kimsesiz gönlüm kadar hiçbir gönül duymadı Bir ayna parçasından başka beni kim anlar Bir mum gibi erirken bu bitmeyen düğünde Bir kardeş tesellisi verir bana aynalar Aynalar da olmasa işim ne yeryüzünde? (…) Annem mi, kardeşim mi, sevgilim mi? Bilemedim Fakat bir kadındı o, ben yalnız onu sevdim.” (Şairin “Yalnızlık ve Mazim” adlı şiiri, Serveti Fünun, 3 Aralık 1931, Sayı: 1842-157) Bitti