“Bölgesel Asgari Ücret” konusu, 2000’li yılların başında iş dünyasındaki tartışmaların odağındaki konular arasındaydı. AKP Hükümeti’nin ilk yıllarında, Sanayi Bakanı Ali Coşkun’un ısrarı ile ilk aşam...

“Bölgesel Asgari Ücret” konusu, 2000’li yılların başında iş dünyasındaki tartışmaların odağındaki konular arasındaydı. AKP Hükümeti’nin ilk yıllarında, Sanayi Bakanı Ali Coşkun’un ısrarı ile ilk aşamada 36 şehirde uygulanan “İl Bazlı Teşvik” uygulaması tam bir fiyasko ile sonuçlanmıştı. Başarısız olduğu biline biline ısrar edilen bu uygulama ile birbirine düşmanlaşan iller yaratılmış, yetmemiş, teşvik verilen il sayısı 49’a yükseltilmişti. O yıllarda da “Bölgesel Asgari Ücret” uygulamasının, pek çok teşvikten daha etkili olabileceği iş dünyası tarafından dile getiriliyordu. HEMEN KARŞI ÇIKMAYIN Bazılarının ilk duyduğunda tüylerini diken diken eden bu önerinin, elbette mantıksal bir çerçevesi vardı. Türkiye’nin tümünde geçerli olan asgari ücretin, yaşamın daha zor olduğu gelişmiş illerde daha yüksek, kalkınmakta geç kalmış ve yaşamın görece daha ucuz olduğu illerde ise daha düşük olması öneriliyordu. Sözgelimi bugün itibarıyla 4 bin 250 TL olan, toplam maliyeti 6 bin TL’yi bulan, diğer giydirilmiş maliyetleri ile 7 bin TL’ye ulaşan bir asgari ücret düşünelim. Bu maliyeti sanayisi gelişmiş kentlerdeki işverenler ve esnaf karşılamakta zorlanmazken, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yatırım bekleyen kentlerdeki işverenler için astronomik seviyeye karşılık geliyor. İZMİR İLE MUŞ AYNI MI? Ayrıca  enflasyon oranına göre belirlenen asgari ücretin alım gücü, bölgelere göre ciddi farklılıklar gösteriyor. İstanbul’da hiçbir anlam ifade etmeyen asgari ücret, Muş’un Bulanık ilçesinde yaşayan bir vatandaş için oldukça iyi bir gelir seviyesi anlamına geliyor. İzmir’de 4 kişilik bir ailenin aylık 4 bin 250 TL gelir ile yaşaması açlık sınırına karşılık gelirken kırsal bölgelerde bu ücretle yaşamak pekâlâ mümkün olabiliyor… Çünkü kentlerde ölçülen enflasyon oranları da birbirine göre ciddi farklılıklar gösteriyor. Ve elbette kayıt dışı ekonomi… Çalışanlarına, asgari ücretin altında maaş veren, sigortasını yapmayan, insani olmayan çalışma koşullarına zorlayan çok sayıda küçük işletme olduğu da biliniyor. Kazanamadığı bir parayı işçisine veremeyen işletme sahibinin, çıkar yolu ya firmasını kapatmak ya da kayıt dışına yönelmek oluyor. ÇALIŞANLARIN YÜZDE 47’Sİ İşin bir de asgari ücret alan çalışan sayısındaki dikkat çekici artış boyutu var. AKP’nin iktidar olduğu 2002 yılında Türkiye’deki çalışanların yüzde 13,3’ü asgari ücret alırken, ilerleyen yıllarda bu oran yüzde 9,3’e kadar düşmüştü. Ya bugün? 2022 Türkiyesi’nde çalışanların yüzde 47’si asgari ücret alıyor. Asgari ücret ve onun yüzde 10 daha fazlasını alan çalışanların oranı ise yüzde 84’e ulaşıyor. Sözün özü, Türkiye’de çalışanların ezici çoğunluğu 4 bin 250 TL ile 4 bin 700 TL arasında gelire sahip. Ayrıca 2021 yılında yapılan araştırma, asgari ücret ile çalışıyor görünen çalışanların yüzde 13’ünün bu seviyenin de altında ücret aldığını gösteriyor. Bu yüzde 13’lük oranın, 2022 yılı ile birlikte yüzde 53 zamlanan asgari ücret seviyesi ile artmış olacağını söylemek güç değil. MANTIKSIZ BİR ÖNERİ DEĞİL Bu noktada bölgesel asgari ücret, ülkemizin yatırım bekleyen illerine ve kırsal bölgelerine yatırımcı çekilmesi için kaldıraç işlevi görebilir. Başta işçi sendikaları olmak üzere, tam olarak anlamadan dinlemeden kategorik olarak karşı çıkılan bu uygulama, bana göre yeniden gündeme gelmeli. Asgari ücretin her ilde ya da her ilçede aynı olmaması, bölgesel olarak farklı katsayılarla değerlendirilmesi mantığa aykırı bir öneri değil. Türkiye’nin pek çok geri kalmış bölgesinin göç ve yoksulluktan, kayıt dışı istihdamdan kurtulmasının yollarından biri bana göre bölgesel asgari ücretten geçiyor. Özellikle de kayıt dışı istihdamın alabildiğine yaygın olduğu tarım sektöründe kayıtlı istihdamın artması, insanımızın geleceğini ipotek altına almaması için bu önerinin ciddiyetle ele alınması gerekiyor.

UCUZ VE SAĞLIKSIZ GIDALARLA ÇOCUKLARIMIZIN GELECEĞİNİ ATEŞE ATIYORUZ!

Ekmekte, yağda, deterjanda, süt ve et ürünlerinde, bakliyatta bugün ödediğiniz fiyat seviyesi, ancak birkaç gün korunabiliyor. Yaşadığımız enflasyon tsunamisi ile korkutucu hızla ve derinlemesine büyüyen bir yoksullaşma yaşanıyor. Hal böyle olunca, gözümüzün bebeği olan evlatlarımız ucuz ve kalitesiz gıda ürünleri ile beslenmek durumunda kalıyor. İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in ifadesi ile İstanbul’daki devlet okullarında eğitim gören yoksul öğrenciler, yeterli protein alamadıkları için bodurluk riski ile karşı karşıya kalıyor. ALTI AYLIK BEBEYE MAKARNA Bir anne, altı aylık bebeğine makarna yedirmeye başlıyor. Alkollü içeceklerde etil alkol yerine “tersiyer butil alkol” kullanılıyor. Bu madde böbrek ve karaciğere büyük zarar veriyor. Bal ürünleri üzerinde yapılan incelemede, baldan çok şekere rast geliniyor. Tereyağına ve yoğurda bitkisel yağ katıldığı, tulum peynirinden nişasta çıktığı görülüyor. Fazla para verip keçi sütü alanlar yine inek sütü içiyor. Baharat ve bitki çaylarında leş gibi gıda boyası bulunuyor. Çikolata ve kakao ürünlerinde bir tür etken madde olan sildenafil nitrat tespit ediliyor. Zeytinyağından trans yağ ve düşük kaliteli tohumların yağı çıkıyor. Kırmızı ette kanatlı hayvan eti tespit ediliyor. PAKDEMİRLİ NEDEN GÖNDERİLDİ? Milli yemeğimiz olan dönerde, hepsi insan sağlığına zararlı olan soya bitkisi, domuz, at, eşek gibi tek tırnaklı hayvanların eti kullanılıyor. Aşırı fermente olmuş ve elde kalmış peynirler eritilerek tulum peynirine dönüştürülüyor. İstenilen aromayı kazanması için de hileli bu ürün, koyun tulum peyniri ile karıştırılarak piyasaya sürülebiliyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da alışveriş yaptığı ve ucuz bulduğu Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri’nin koyun tulum peynirinde bile inek sütü bulunuyor. Hatta müstafi Tarım Bakanı Bekir Bakdemirli’nin “görevden af” istemesinde (siz gönderilme olarak anlayın) bunun ayyuka çıkmasının etkili olduğu konuşuluyor. Sağlıklı beslenemeyen vatandaş, karnını doyurmanın derdine düşüyor. Bu durum beraberinde beslenme sorununu getiriyor. PUTİN’İN İKİ DUDAĞINDA Uzmanlara göre bebek ve çocukların bu yaşlarda yetersiz ve dengesiz beslenme durumunda, fiziksel gelişimin yanış ıra zekâ gelişimi ve öğrenme yetenekleri de olumsuz yönde etkileniyor. Ezcümle… Her geçen gün daha da yoksullaşan vatandaş ucuz ürünlere yöneliyor. Ancak bu ürünlerin içinde insan sağlığını tehdit eden birçok madde var. Raflar, ucuz ama sağlıksız ve tehlikeli gıdalarla dolu. Çocuklarımızın sağlığını ve gelecek nesillerin bilişsel gelişimini riske atan bir kumar oynuyoruz. Türkiye’nin acil olarak bir tarım devrimini hayata geçirmesi, bu cennet vatan topraklarında ekilmemiş tak karış tarla bırakmamış olması gerekiyor. Aksi halde, “Rusya lideri Putin insafa geldi, ayçiçek yağı yüklü Türk gemilerinin limandan çıkışına izin verdi” haberini müjde (!) olarak kabul etme durumundan sıyrılmamız mümkün görünmüyor.  

“PARTİ DEVLETİ” ALGISI BU KADAR MI GÖZE SOKULUR

İzmir’in Buca ilçesinde bulunan cezaevinin kaldırılması, kent gündeminde en azından 20 yıldır yer alan bir meseleydi. İlçenin göbeğinde, apartmanların arasında kalan cezaevi yerleşkesi bugüne kadar on binlerce tutuklu ve hükümlüye ev sahipliği yaptı, Yeşilçam filmlerinde bile kullanıldı. Geciken yıkım kararı 2021 yılında nihayet uygulamaya konuldu ve arazisinin rant projelerine kurban edilmeyeceği en yetkili ağızlar tarafından açıklandı. Buraya kadar her şey güzeldi. İŞ NASIL CIVIDI? Ancak iş, cezaevi binalarına ilk kazma vurulmaya başlanırken cıvımaya başladı. Siyasetin o tanıdık tavrı, böylesine güzel bir projenin içine dalış yapmakta yine duraksamadı. Yıkım işlemini yapan iş makinesinin kabinine geçen AKP Buca İlçe Başkanı Hakan Kalfaoğlu, şakır şakır çekilen fotoğraflar eşliğinde “Bucalı hemşehrilerimizin yıllardan beri beklediği projeyi gerçekleştirmenin mutluluğunu yaşıyoruz” diyerek hafriyatı başlatıyordu. Cezaevinin sahibi Adalet Bakanlığı’ydı. Yıkım kararını tüm partilerin oy birliği ile veren Buca Belediyesi idi. Yıkım kararını uygulayan ve hafriyat ihalesini yapan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı idi. Bu kurumların hepsi ciddiyetini korur ve işi siyasi malzeme yapmaktan özenle kaçınırken, AKP’nin Buca İlçe Başkanı’nın dozer tepelerine çıkarak poz vermesi yakışık almadı. DOZERCİ BAŞKAN TRAJEDİSİ Dozerci ilçe başkanının mesleğinin avukat olması, işi daha da trajik hale getirdi. Demem o ki: “Parti devleti nasıl olunur?” sınav sorusunun cevabını arayanların uzağa gitmesine gerek kalmadı. Herkesin gözüne batırılarak yaşatılan bu görüntü, bugünkü tuhaf yönetim sisteminde kimin nerede duracağını bilmediğinin en bariz kanıtı oldu.  

ATTİLÂ İLHAN’IN ADINI KÜTÜPHANEDE YAŞATALIM

Adı İzmir ile özdeşleşen şair ve yazarlar arasında Attilâ İlhan gelir. Menemen’de dünyaya gelen, çocukluk ve gençlik yıllarını Karşıyaka’da geçiren, yine bu kentte gazetecilik yapan İlhan, bugüne kadar İzmir’de yeteri kadar değer göremedi. Birkaç heykel ve sokak adıyla yetinildi. Onun hatırası, muhteşem kaleminden çıkan dizeleri, genç kuşaklara yeteri kadar anlatılmadı. Ve Attilâ İlhan’ın memleketlisi edebiyatçılar, fazlasıyla geciken kadirşinaslığı göstermek için harekete geçti. Geçen yıl Bornova’da açılan Edebiyat Müzesi Kütüphanesi’ne Attilâ İlhan’ın adının verilmesi için imza kampanyası başlattılar. YÜREKTEN DESTEKLİYORUM İçinde Attilâ İlhan’ın daktilosu, şapkası, şiirleri ve diğer eşyalarının sergilendiği kütüphanenin adının değiştirilmesi için kısa sürede yüzlerce imza toplandı. İzmirli edebiyatçılar adına açıklamalarda bulunan şair yazar Hidayet Karakuş, Kültür Bakanlığı’na önemli bir çağrıda da bulundu. Bakanlığın Diyarbakır’da Ahmed Arif, İstanbul’da Ahmet Hamdi Tanpınar, Ankara’da Mehmet Akif Ersoy, Kütahya’da Evliya Çelebi, Trabzon’da Muhibbi, Erzurum’da Erzurumlu Emrah adına edebiyat müzesi kütüphaneleri açmasını önemli bir kültür tasarısı olarak gördüklerini ifade eden Karakuş, “Eylül 2021’de Bornova’da açılan Edebiyat Müzesi Kütüphanesi ise adı İzmir’le özdeşleşen bir şair ya da yazar adıyla açılmalı.” diyor. Gerçekten de alkışlanası bir girişim bu. İzmir’in Bornova’sında hizmete giren Edebiyat Müzesi Kütüphanesi’ne Attilâ İlhan adının verilmesini yürekten destekliyor, Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Mehmet Nuri Ersoy’dan güzel haberler bekliyoruz… HAFTANIN SÖZÜ Toprağın altında altın bulacağım diye, toprağın üstünde her yıl tane tane yenilenen altınları feda etmek... Mustafa Balbay