Bir başkadır benim memleketim; havasıyla suyuyla, toprağıyla rüzgarıyla, karıncasıyla flamingosuyla cidden bir başkadır benim memleketim… Adına şiirler yazılan, türlü resimlere konu olan, filozofları...

Bir başkadır benim memleketim; havasıyla suyuyla, toprağıyla rüzgarıyla, karıncasıyla flamingosuyla cidden bir başkadır benim memleketim… Adına şiirler yazılan, türlü resimlere konu olan, filozofları bile kendine hayran bırakan bu güzel şehri sen İzmirli, ne kadar iyi tanıyorsun? Tören meydanlarında hep o ses duyulur: 8 bin 500 yıllık tarihiyle güzel İzmir! Biliyoruz güzel olduğunu ama neden? Sadece Saat Kulesi mi güzel olan yoksa Çankaya’nın kalbini mesken tutmuş adım adım yükselen Agora mı? Smyrna Meydanı mı yoksa karşının bıçkın delikanlısı Kordelya mı? Söylesene, Kordon’da kaç anı biriktirdin? Gözyaşların katlı merdiven aralarına kaç kere hapsoldu? Evinde nefes alamıyor gibi olup da kaç kere ayakların sırtına vura vura açtın kollarını maviye? İlk kurşunu attın, ilk başı sen kaldırdın… Atalarından güzelim bir şehrin yanında, bağımsızlığı ve hürriyeti de miras aldın. Peki yine soruyorum sana, bu şehri sen ne yaptın? Son günlerde İzmir bana dar gelir oldu… Sokaklarında sallana sallana yürüdüğüm, Kordon’da çimlere sere serpe uzandığım, mis kokusuyla ciğerlerimi saran şehrim artık hüzün salar oldu… Bir kere önce mahalle kültürü yok oldu. İzmir denildiğinde hala bazıları der ya ‘Her gelene kucak açar, anında İzmirli yapar’ diye; artık işler pek de öyle değil… Bu ara arkadaşlarımızla en çok bu konuyu konuşuyoruz; doğup büyüdüğümüz, doğduğumuz kente ne kadar yabancı olduk… Bir küçük İstanbul misali, biz de kendi içimizde asimile olduk. Artık sokaklarında şen şakrak gezen çok az insan var. Ellerini kollarını sallayarak gezen gençleri yadırgayan o kadar çok insan var ki… Tahammül sınırları artık çok kesin, aşana bağır bağır sesler yükseliyor. Oysa biz sokakta oynarken karnı acıkınca komşunun zilini çalıp salça ekmek isteyen çocuklardık. Sokakta oynarken iki dakikada bir balkonun altına geçer ‘Anneeee’ diye bağırırdık. Ve kimse sokakta oynamamıza kızardı ne de annemiz bizim için bu kadar korkardı. Hep duyardık, ‘Şu memleket artık kurt kapanına dönmüş, gideni ham diye yutuyormuş’ diye. Söylesene, farkımız kaldı mı? Mutlu insanlar göçüp gittiğinden beri şehirleri adeta mutsuz insanlar istila etti. Ellerinde koca koca evrak çantaları, parlak pabuçları, kalem etekleri ve jölelenmiş saçlarıyla insanlar sardı dört bir yanımızı. İşin içine tırnak içinde ciddiyet de girince mutsuzluk tüm masum yüreklerde baş verdi… Çocuklar da büyükler de ekranlara kilitlendi. Mutsuzluk ekranlardan başladı, şehrin sokaklarına doğru ilerledi. Şimdi köşe başı muhabbetler sadece hatıralarda, imbatın kokusuna genzimiz hasret… Bir kahkaha arıyorum bu şehirde içten atılmış şen bir kahkaha; bulamıyorum… Nerede kaldı o şiirlerdeki memleket? 8 bin 500 yıllık tarihiyle güzel İzmirim… Hala güzelsin ama içinde artık daha fazla mutsuzluklar var… Ümit lazım bize yeni bir ışık, güzellik, renk… Belki o zaman biz de güzelleşiriz tekrar seninle…