Dünyamız insan nüfusu arttıkça sadece kaynakların tükenmesiyle karşı karşıya kalmamakta; aynı zamanda artan nüfusla beraber söz konusu kaynakların kalitesi niteliği ve dolayısıyla sağlıklılığı da deği...

Dünyamız insan nüfusu arttıkça sadece kaynakların tükenmesiyle karşı karşıya kalmamakta; aynı zamanda artan nüfusla beraber söz konusu kaynakların kalitesi niteliği ve dolayısıyla sağlıklılığı da değişmektedir. Bu değişiklik hayati içeceğimiz olan su, soluduğumuz hava ve en nihayetinde tükettiğimiz gıdalara kadar geniş bir etki alanı göstermektedir. Bu nedenle yaşamımızı sürdürebilmemiz için tükettiğimiz tüm ürünler endüstrinin mecburi olarak gelişmesi ve daha fazla kitleye ulaşabilmesine olanak sağlayacak şekilde otomize olmuştur; bu da işlenmek üzere gerekli birimlere transfer edilen ham maddelerin ‘sağlıklı’ olma halini koruyamayışıyla sonuçlanmıştır. Sürekli olarak insan eliyle kirlenmeye, kirletilmeye devam eden doğanın tüm parçaları denizi, havası, toprağı üzerinde yaşayan canlıları ve yetişen ürünleri sağlıksızlaştırması bir yana bunların seri üretimle yine yaşamımızın devamı için olumsuz şartlarda üretilmesi durumu daha vahim bir hale getirmiştir. Bu koşullarda yetişip; zamansız toplanan ve içine dayanıklılığını arttırmak amacıyla çeşitli maddeler konulan tüm ürünler ve bunların da yetersizliği nedeniyle genetiğiyle oynanmış ürün üretimi sonucu bunları tüketmekle mükellef olan bizlerin çokta doğal beslendiğimiz ve dolayısıyla sağlıklı bireyler olduğumuzu söylemek mümkün değildir. Toplum olarak sürekli yanılgıya düştüğümüz en önemli konulardan biri obezite, kalp damar hastalıkları, şeker, tansiyon gibi pek çok kronik rahatsızlığın yediklerimizin miktarıyla ilgili olduğudur. Oysa miktardan daha önemli olan; gerçekte ne yediğimizdir. Ne var ki; bu rahatsızlıklarımıza çare aramak için çıktığımız yolda kimse bize gerçeklerden bahsetmez. Bir tane limonun sadece C vitamini olmadığından; aynı zamanda doğal kan sulandırıcı olduğundan, karaciğer gibi hayati bir organın bazı enzimlerini ne denli iyi çalıştırdığından, havuç suyunun yağ ile karıştırılıp tüketilmesi halinde maksimum fayda sağladığından, sirkenin doğal detox olduğundan, maydanozun böbrekleri çalıştırdığından bahsetmez. Yiyip, içip tükettiklerimizden yeterli miktarlarda vitamin ve mineral alamadığımız için ekstra gıda takviyesi kullanmamız gerektiğinden de bahsetmezler. Doğal koşullarda üretilmek ve tüketilmek kaydıyla şüphesiz tüm gıdalar insan sağlığına faydalıdır. Ancak kirlenen doğada bunun ne denli mümkün olduğu ortadadır. Bu makus kaderimizi yine kendi gayretimizle değiştirmek adına bozulan sağlığımızı standart tıbbın bize sunduğu hizmetlerle düzeltemeyip; beraberinde geleneksel tıp uygulamalarına da yer vermek hasıl olmuştur. Gün geçtikçe artan bu uygulamalar ne yazık ki; kendi bozduklarımızı yine kendimizin düzeltme çabasından öte değildir. Hava kirliliği, metabolik stres, hormonlu gıdalar vb.. çokça sebeple oksijenden yoksun kalmış damarlarımıza ozon tedavisi uygulamak, yediğimiz hiç bir narenciyeyle gideremediğimiz c vitamini takviyesi almak, bozulan ve hızla yaşlanan hücrelerimizi alfa lipoloik asitle yeniden canlandırma çabaları, kirlenen kanı atmak ve dolaşım bozukluklarımıza şifa bulmak maksadıyla sülük ve hacamat yaptırmak , bozduğumuz doğanın faydalı bitkilerinden bozulmamış olduklarını varsayarak fitoterapiye başvurmak ve daha pek çok tamamlayıcı tıp uygulamasını almaya bir yerde mecbur kalmış durumdayız. Öyle ki; çevremizi ve doğayı katletmeyi, kirletmeyi bırakmadıkça ve kendi kendimizi hasta etmekten vazgeçmedikçe, yakında ne modern tıp nede geleneksel tıpla şifa bulamayacağız. Unutmamalıyız ki; sağlık ancak sağlıklı bir çevre ve bunu mümkün kılacak temiz bir doğayla olur.