Yazar Tacim Çiçek, Ceyhan’ın yaşam serüveni ve yazarlığında çok önemli bir yeri olduğunu söyledi ve ekle...

Yazar Tacim Çiçek, Ceyhan’ın yaşam serüveni ve yazarlığında çok önemli bir yeri olduğunu söyledi ve ekledi: Beni ben eden şeyler, o güçlü temelin üzerinde gelişti, gelişiyor...

Semra: Küçük-Esmer-Uzak” romanım yayımlandığından bu yana özellikle Adana-Ceyhanlı yazarlar bana ulaşır oldu. Benim romanda yaptığımı daha önce onlar da yapmıştı ve kendi Ceyhan’ını aktarmışlardı. Tacim Çiçek de “Geçmiş Ceyhan’da Çocukluktu” kitabının yazarı. Şüphesiz bestelenmiş şiirleri, romanları ve öyküleri ile çok daha fazla tanınan bir edebiyat insanı. Onunla bir dönemin Ceyhan’ını ve geçmişi yazmayı konuştuk. Çiçek, Ceyhan’ı büyük bir ev olarak görmek gerektiğini söyledi.

  • Sayın Çiçek, ‘Geçmiş Ceyhan’da Çocukluktu’ kitabınız hacimli bir kitap. Ceyhan’dan 1980’lerde çıkmışsınız. Aradan geçen bunca zamana rağmen bu denli ayrıntıyı nasıl bir araya getirdiniz?

Aslında kitabın girizgâhında uzun uzun anlattım ama kısaca özetlemem gerekirse: Geçmişi kırık dökük anımsayıp yapboz gibi bir araya getirmek kadardır o şehri, o zamanı ve o yaşanmışlıkları bir araya getirip sözcüklerle de olsa bir tür film yapmak. Demem o ki şehirler de insanlar gibi akış hâlindedir. İnsanlarla birlikte yaşamaya devam eder. Yine de bir şehirle ilgili elimizde verilerin tümü olsun o şehri olduğu gibi anlatmak mümkün olmayacaktır. İşte bu gibi düşüncelerle sevgili dostum Mustafa Emre’nin neredeyse bir yıldır ara ara arayıp, sen Ceyhan’ı yazmalısın dediği için ilk başlarda öteledim durdum bunu. Çünkü bir şehirde yaşamak başka şey, o şehri tanıyabildiğin kadar yazmak bambaşka bir şeydi… Ve Ceyhan benim için geçmişti. Geçmiş de çocukluğumdu. Daha başka bir biçimde dillendirmem gerekirse, Ceyhan çocukluğumun kaldığı şehirdi. Ben Ceyhan’da yalnızca ailemle birlikte oturmadım. O şehri yaşadım. Çünkü bir şehirde yaşamakla o şehirde oturmak aynı şey değildi. Girizgâhta da belirttiğim gibi yazmaya başladıkça anı sandığımdaki ayrıntılar art arda sökün etti. Çünkü her dış uyaran kendine benzeyen şeyleri anımsatıyor insana…

  • Kitapta insanlar, mekanlar kadar kitaplar da anlatıya eşlik ediyor. O yıllardan bugüne yanınızda taşıdığınız kitaplar var mı? O kitaplar anlatınızı örmenize yardımcı oldu mu?

Dediğin gibi sevgili Mazlum, insanlar, mekânlar kadar kitaplar da anlatımıma eşlik ettiler. Ve o yıllardan bugüne az da olsa yanımda tutabildiğim ki birçoğu benim isteğimin dışında alındılar benden, kitaplar var. Ayrıca benim mütevazı kitaplığım ‘özel’dir, bir ‘genel/halk’ kütüphanesi gibi değil… Kimine göre yanlış da olsa paylaşmam kimselerle… Çok yardımcı oldular bana, bunu hem beni şahsen tanıyan, hem de söz konusu ettiğimiz kitabımı okuyanlar bunu bilir. Eklemek isterim ki: Ceyhan ile İzmir, Hatıralar Manavkuyu kendi kişisel hayat hikâyem üzerinden oluşturduğum iki kapsamlı kitap. Bunların başına yaşamımdan kotardığım “Kitap Hırsızı”nı da koymak isterim. Tümüyle kendi çocukluğumdur. Geçmiş Ceyhan’da Çocukluktu’ya yardımcı olan kimi kitapları ta çocukluğumdan edinip okuduğumu görür, bu üçlemenin ilk kitabını okuyacak olan…

  • Ceyhan çok ilginç bir yer. Çok kültürlü ama hangi mahallesi ya da köyü olursa olsun bütün insanların birbirine benzediğini görüyorum. Özellikle Türkçe konuşurken... Bu fikre katılıyorsanız bu benzerliği neye bağlıyorsunuz?

Bu görüşe katılmamak olanaksız, çünkü Ceyhan’la ilgili kitabın 258. sayfasından 276. Sayfanın sonuna kadar ki bölümde bu ortakça/kardeşçe yani barış içinde birlikte yaşamanın, senin deyiminle benzerliğin, sebeplerini anlattım. Farklılıklar gerçekten de zenginlikti. Herkesin doğuştan getirdiği her türlü özelliği onları ötekileştirmenin bahanesi/gerekçesi sayılmazdı; çünkü tümel farklılıkları bir arada ve benzer yapan en sahici ve kopmaz bağ; herkesin birbirini insan görmesi ve kabul etmesiydi…

SİNEMADAKİ CEM KARACA

  • Kitapta ‘Kralların Öfkesi’ filmini izlediğinizi söylüyorsunuz. Cem Karaca’nın oynadığı bu film, şu anda arşivlerde ve koleksiyonlarda yok. Bu film hakkında bize neler söylersiniz?

Yönetmen Yücel Uçanoğlu’nun senaryosunu da yazdığı orta metrajlı bir film… 1970’ti sanırım ve ben de 12 yaşındaydım. Okumaya olan tutkum gibiydi yerli/yabancı filmlere olan tutkum da… Film, hırsızlık yapan bir çetenin ganimet paylaşımı yüzünden yaşadıkları çatışmayı konu edinmişti. ‘Yabancı’ adıyla tanınan çete lideri ve adamları yaptıkları son vurgunun ardından ganimeti paylaşır. Yabancı, ganimetin yarısını alırken çetenin geri kalanı diğer yarısını paylaşmak durumunda kalır. Bunun adaletsiz olduğunu düşünen çete üyeleri isyan eder. Yabancı, hissesini kaçmaları için arkadaşı Camgöz ve sevgilisine verir. Bu sırada baskın yapan çete üyeleri Yabancı’yı ve Camgöz’ü esir alarak paranın yerini öğrenmek ister. İşkence sonuç vermeyince Camgöz’ün sevgilisine tecavüz ederler. Parayı alıp giden çete, Yabancı’nın ve Camgöz’ün işkenceden sonra öleceğini düşünerek bırakır. Fakat ikili intikam için harekete geçer. Murat Soydan, Cem Karaca ve Figen Han’ı anımsıyorum. Diğer oyuncuları ise merak edenler Google’dan araştırabilir. O zaman hem film hem de Cem Karaca’nın güneş gözlükleri bana oldukça ilginç gelmişti ve birlikte intikam almaları da… Bu konuda diyeceklerim bu.

  • Yılmaz Güney de kitabın konuklarından. Tabii başka oyuncuları gördüğünüzü de yazıyorsunuz. Ama ben yine de Yılmaz Güney’in Ceyhan’ın hafızasından bugüne taşınmasında ciddi bir yetersizlik görüyorum. Yılmaz Güney’in Ceyhan’da geçen günleri için bugün Ceyhan’da ne yapılabilir?

Sadece Ceyhan’da değil bence Adana merkezli olmak üzere birçok şehirde çok şey yapılabilir. Onun adı caddelere, parklara, okullara verilebilir. Yılmaz Güney adına kültür merkezleri açılabilir. Filmlerinin yeni izleyicilerle ve gençlerle buluşturulması için etkinlikler yapılabilir. Filmleri belediyelerin kültür müdürlükleri tarafından yeniden kayıt altına alınıp kaybolmaktan kurtarılabilir. Adına müzeler açılabilir diye düşünüyorum…

BOYNU BÜKÜK ÖLDÜLER’ ROMANI

  • Yılmaz Güney’in ‘Boynu Büyük Öldüler’ romanının hak ettiği yerde olmadığını ve bunun sorumluları olduğunu söylüyorsunuz. Çok büyük ödüller almış, okunmuş ve okunmaya devam eden bu romanın ‘hak ettiği yer’ sizce ne olmalıdır?

Hak ettiği yer’ dediğin zaman bana göre akan sular duruyor. Maalesef sorumluları var… Maalesef bu setler, yok saymalar, görmezden gelmeler yalnızca erki elinde tutanlarca yapılmıyor… Yılmaz Güney’i olduğu gibi görmek istemeyenler tarafından da yapılan hatalar, engeller vs var ne yazık ki. İthaki, olanakları ölçüsünde Yılmaz Güney’in yapıtlarını görünür yapmaya çalıştı bu güzel bir çaba ama yeterli değil, oysa Yılmaz Güney’in adı da yapıtları aracılığıyla ülkemizin yazınsal bayrakları, yatağını derinleştiren ırmaklar gibi dünyanın yazın okyanuslarına akan yazarları gibi görünür, bilinir olmalı. Hak ettiği yer hem ulusal hem de uluslararası yazınsal alanlar olmalı, hem biz hem de dünya okurları onu okuyup tanımalı; bunu hak ediyor çünkü.

CEYHAN’DA BİR ARAYA GELME KÜLTÜRÜ

  • Kitabınızda Ceyhan’da törenlerle ilgili olarak fotoğraf ve notlar görüyorum. Ceyhan sizin çocukluğunuzda ve gençliğinizin ilk yıllarında kasabadan büyükçe bir ilçe olmalı. O dönemin meydanları ve Ceyhan’daki bir araya gelme kültürü hakkında neler söylersiniz?

Aslında kitabımda bu sorunun yanıtı misliyle var, ama yine de özetlemem gerekiyorsa benim ayrılmak zorunda kaldığım 1980’e kadar ki Ceyhan’da kaç mahalle, kaç cadde ve kaç sokak varsa o kadar irili, ufaklı ama her renkten, her dilden, her dinden aileden oluşan büyük bir evdi gözümde. Büyük bir ev gibi düşünün Ceyhan’ı, bu evdeki insanları da bu büyük evin bireyleri gibi… Törenler, anmalar, evlilikler, cenazeler, taziyeler, bayramlaşmalar birlikte olurdu… Çok renkli, kokulu bir bahçe gibi..

  • Önsözde bir şehri anlatmanın sözcüklerle film yapmaya benzetiyorsunuz. Ceyhan’la ilgili başka kitaplarınız da var. Ceyhan sizin için tamamlanmış bir film midir?

Hayır, çünkü birçok hikayeme, birkaç anlatı/romana daha konu oldu, oluyor, olacak da… Nefes alıp verdiğim sürece; çünkü beni ben eden şeyler, o güçlü temelin üzerinde gelişti, gelişiyor…

  • Siz resim de çiziyorsunuz. İleride Ceyhan’ı anlatan resimlerden oluşan bir kitap ya da sergi görebilecek miyiz sizden?

Bu çok iddialı olur ama aklımın bir köşesinde kalsın bu sözünüz yeryüzüne çıkmayı bekleyen düşünce tohumu olarak… Orada ya yeşerip görünür olur ya da… İkincisinin olmasını istemem tabii…

CEYHANLI YAZARLAR, DOSTLAR

  • Ceyhanlı dostlarınız, özellikle yazar dostlarınızla bağınız nasıl? Ceyhan’a dair ortak çalışmalarınız var mı?

Ceyhanlı yazar dostlarımla bağım iyidir. Işık içinde olsun şair ve yazar Salih Bolat’la Ankara’da görüşmelerimiz olurdu, Damar dergisi için Sandıklı’dan Ankara’ya gittiğimde. Edremit’te yaşayan Ceyhan’ın sıkı şairlerinden sevgili Bülent Güldal ile tanışırız, telefonlaşır, arada da görüşürüz. Sonra sevgili Alişan Karahan da var ve yenilerde de olsan sen de varsın bu dostlar arasında sevgili Mazlum… Dostlarımla bağlarım iyidir. Ne demiş Nâzım usta: dostluk ağaca benzer/ kurudu mu yeşermez asla… Vefalı olmayı önemserim, bu yüzden de dostluk ağacının kurumaması için elimden geleni yaparım; yakın dostlarım iyi bilir bu özelliğimi… Zaman zaman oluyor ama görünür olabilecek düzeyde değil; çünkü günlük hayatın karşı konulamaz olan ağırlığı bizi maalesef kişisel hayat hikâyelerimizin esiri yapıyor; inatla bu esaretten kurtulup ortak çalışma/lar yapacağız diye düşünüyorum.

  • Sona geldik de… Belki bir başka söyleşimizin ya da benim bir yazımın konusu olabilir ama mademki çocukluğunuzdan kotardığınız ‘Kitap Hırsızı’ndan söz ettiniz… Ceyhan ve İzmir’i anlatan kitaplarınızla birlikte öz yaşamınızın bir üçlemesi olduğundan söz ettiniz. Biraz açar mısınız bu konuyu?

Doğum ve ölüm tarihleri bilinen bir insanın tüm verileri elimizde olsa bile onun öz yaşam öyküsünü tamamlamak da, birebir anlatmak da olanaksız. Hayat dediğimiz şey akışkandır bir nehir gibi ve bu yüzden duygular, düşünceler de akış hâlindedir; bu yüzden tüm veriler olsa da hep boşluklar olacaktır. Şunu söylemek olası benim açımdan; Geçmiş Ceyhan’da Çocukluktu ile İzmir’i anlattığım ‘Hatıralar Manavkuyu’ kendi kişisel hayat hikâyem üzerinden oluştu. Bunların en başına ‘Kitap Hırsızı’nı koymak koşuluyla bir üçleme olur sanırım. Tümüyle kendi çocukluğumdan kotardığım kısa bir romandır. Birçok okuyana bakılırsa bir o kadar da inanılmazdır. Yalnız bilmeli ki böyle düşünen okur; her insan en iyi kendini tanır.  Yani, aslında en çok da inanılmaz sandığımız şeyler daha çok yakıcı gerçeklerden oluşur çoğunlukla. Diğeri “Kızıl Valizli Kadın” adlı öykü kitabımdır. Bunda da 12 Eylül askeri faşizminin öncesini, sürecini ve sonrasını dokuz öykü ile anlatmaya çalıştım…

(Tacim Çiçek, Geçmiş Ceyhan’da Çocukluktu, Heyamola Yayınları, 2018)