“Tek suçumuz hür insanlar gibi konuşmak / Kitaplar suç ortağımız” Yaşar Kemal’in “Ilgaz Usta” dediği ve Türk edebiyatının en büyük yazarlarından biri olan Rıfat Ilgaz’ın, 1944 yılının...

Tek suçumuz hür insanlar gibi konuşmak / Kitaplar suç ortağımız” Yaşar Kemal’in “Ilgaz Usta” dediği ve Türk edebiyatının en büyük yazarlarından biri olan Rıfat Ilgaz’ın, 1944 yılının Ocak ayında, “Sınıf” adlı şiir kitabı yayımlanır. Rıfat Ilgaz’ın “Yârenlik”ten sonra yayımlanan ikinci şiir kitabıdır bu. Kapağını Faris Erkmen’in çizdiği, Devrim Kitabevi tarafından yayımlanan kırmızı kapaklı “Sınıf” 25 gün kadar kalır kitapçı raflarında. Ardından sıkıyönetimce toplatılır ve Rıfat Ilgaz 24 Mayıs 1944’te tutuklanır. Bu, yazarın ilk tutuklanmasıdır. 6 ay hapse mahkûm edilir, “Sınıf’ın mimli ozanı” Rıfat Ilgaz, kitabında “Çocuklarım” adlı şiirinde; paltosuzluk, ayakkabısızlık yüzünden okula gidemeyen, çalışmak zorunda kalan öğrencilerini anlatmıştır oysaki ve halkın çektiklerini...…Yoklama defterinden öğrenmedim sizi, benim haylaz çocuklarım! Sınıfın en devamsızını bir sinema dönüşü tanıdım, koltuğunda satılmamış gazeteler… Dumanlı bir salonda kendime göre karşılarken akşamı, nane şekeri uzattı en tembeliniz… Götürmek istedi küfesinde elimdeki ıspanak demetini en dalgını sınıfın! İsterken adam olmanızı çoğunuz semtine uğramaz oldu okulun palto, ayakkabı yüzünden. Kimimiz limon satar Balıkpazarı’nda, kiminiz Tahtakale'de çaycılık eder; biz inceleyeduralım aç tavuk hesabı, tereyağındaki vitamini ve kalorisini taze yumurtanın! Karşılıklı neler öğrenmedik sınıfta, çevresini ölçtük dünyanın, hesapladık yıldızların uzaklığını, Orta Asya'dan konuştuk lâf kıtlığında. Neler düşünmedik beraberce burnumuzun dibindekini görmeden bulutlara mı karışmadık! "Hazan rüzgârı"nda dökülmüş "hasta yapraklar"a mı üzülmedik! Serçelere mi acımadık, kış günlerinde kendimizi unutarak!” Yargılandığı “İstanbul Örfi İdare Mahkemesi”nin üç üyesinden biri hukukçu, diğerleri askerdir. Mahkeme Başkanı, Tümgeneral Y. Ziya Yazgan, üyeler, Teğmen Osman Ebeköy, duruşma hâkimi Şahap Homriş’tir. 10 Ağustos 1944 tarihli mahkûmiyet kararında “muhalif” kalan tek üye hukukçu Şahap Homriş’tir ama... Mahkeme, “İcabı görüşülüp düşünüldü” başlığı altına, 19 şiirden oluşan kitaptaki 19 şiir tek tek ele alır ve “suç” gerekçelerini sıralar. En çok “Sınıf” kitabına isim veren şiir üzerinde durulur. “Başka isim yokmuş gibi ‘sınıf’ konur mu kitabın adına” der gibidir mahkeme? “Bizim kadar Feyzi Hoca da yaka silkerdi Kadıoğlu’ndan; kime çekmiş, derdi, bu yezit!.. Öyle ya, iyi adamdı babası, kapısı açıktı otuz Ramazan memleketin ileri gelenlerine... Alikıran baş kesendi sınıfta lafı ağzımıza tıkar zorla dinletirdi ineklerinin kaç kova süt verdiğini Ve sen gözünü budaktan esirgemeyen Halilim, kıyı kıyı kaçardın Kadıoğlu’ndan. Yemek paydosunda bizden saklı bir soğanı yoldaş ederdin sacda pişmiş ekmeğine Her salı sergi açardın cami avlusunda tuz satar, yumurta satardın gümrükçünün hesabına Biz aynı gün hesaplaşırdık hocamızla şu kadar bin liranın ne getirdiğini yüzde beşten şu kadar senede Ertesi gün karşımızda kıvırırdın yarım ekmekle çarşı helvasını Benim yumruğuna sıkı Halilim çekerdin sineye Kadıoğlu’nun yakası açılmadık küfürlerini; tuhaf gelirdi uysallığın, nereden bilecektim onların çitliğinde babanın yanaşma olduğunu “ Önce mahkemenin neyi suç kabul ettiğine bakalım: “Bir zengin çocuğunun sınıftaki şımarıklığını ve zorbalığını tasvir ediyor, bu çocuğun güya iyi adam olan babasının kapısının memleketin yalnız ileri gelenlerine açık olduğunu ve oğlunun herkesin başına bela olduğunu ve kendi servetlerine ait öğütlerini diğer çocuklara zorla dinlettiğini ve çiftliklerinde bir yanaşmanın oğlu olan “gözünü budaktan esirgemeyen Halil” ismindeki talebenin bu beyzadenin yakası açılmadık küfürlerine sineye çektiğini ve yine bu fakir çocuğu Halil’in gümrükçünün hesabına pazarda tuz satıp yumurta topladığını söylemek suretiyle zenginlerin genç ve ihtiyar hotkâm, fakirlere fena muameleyle merhametsiz ve zorba kimseler olduğunu, fakirlerin ise zenginlerin tahakkümüne boyun eğen ve onların hesabına çalışan uysal, mütehammil diğerkâm insanlar olduğunu belirtiyor ve (bir baş soğanı yoldaş eyledik, sacta pişmiş mısır ekmeğiyle) beytinde hiç münasebeti olmadığı halde komünistlere mahsus (yoldaş) kelimesini kullanarak zenginlere tarizde bulunduğu ve aynı zamanda bu yazıda mektep sınıfından bahsederken halk, zümre veya sınıflarına intikal etmiş olduğu...” İlgili mahkemenin “ehli vukuf” (bilirkişi heyeti) raporuna da bir göz atalım şimdi: “... mevzuubahs kitap muharririnin hasta ruhlu olduğu, eserin hiçbir kıymeti edebiyesi olmadığı... Şu halde kitabın edipler için değil üslup ve beyanın basitliği itibarıyla avam için yazıldığı... Vukuf ehliden istenen; “bu kitap hakkında komünistlik propagandası yapılıp yapılmadığının” ve “142. maddenin daireyi şumulüne girip girmediği hakkında bir mütalaa”ya ihtiyaç duyulmamıştır...” Bu bilirkişi raporundan sonra şimdi gene mahkemeye dönüyoruz ve hep beraber yerin dibine giriyoruz duyduklarımız karşısında: “Ehli vukuf, kitap muharririnin hasta ruhlu olduğunu, eserin hiçbir kıymeti edebiyesi olmadığını söylemiştir. Şu halde kitabın edipler için değil üslup ve beyanın basitliği itibarıyla avam için yazıldığı anlaşılıyor. Vukuf ehli bu kitap hakkında komünistlik propagandası yapılmadığını bildirmişse de 142. maddenin daireyi şumulüne girip girmediği hakkında bir mütalaada bulunmamıştır. Fakat kitap, münderecatı itibarı ile işçilerin lehine ve sermayedarlar ve hükümet aleyhinde ve T.C.K’nun 142. maddesinin tarifatı dâhilinde içtimai bir zümreyi sermayedarları ortadan kaldırmak gayesiyle yazılmış bir propagandadan başka bir şey değildir. (...) Velev ki, hükümet tarafından ve (...) heyeti vekile kararıyla toplattırılmış olduğuna göre... Karar hükmü: Rıfat Ilgaz’a 6 ay hapis...” Rıfat Ilgaz hiç bir indirim olmadan “cezasını” tam olarak çeker. Der ki; "Yazılarımın, şiirlerimin altını kırmızı kalemle çizip suç bulan yetkililere bir bakıma saygı duyuyorum. Onlar yazılarımı, şiirlerimi dikkatle okuyorlar.”... Ancak duyarlı ve ne yaptığından emin bir yazarın yaklaşımı bu kadar etkileyici olabilir. 1947’de DTCF kıyımında görevinden attığımız ve gittiği Fransa’da eserlerini Fransızca yazıp, onu okumak için yıllar sonra Türkçeye çeviri yapıp dünya edebiyatı karşısında utançtan kıpkırmızı olduğumuz büyük halkbilimci Pertev Naili Boratav “Sınıf” için; "Yeni Türk şiirine inanmayanlara, Rıfat Ilgaz'ın kitabını okuyup anlamalarını dilemekten başka yapılacak bir şey yoktur" diye yazar aynı günlerde... Oğlu Aydın Ilgaz “Sınıf”ın toplatılma nedenini, “Devrim Kitabevi tarafından basılan kitap hakkında, adının Sınıf, kapağının kırmızı olması nedeniyle toplatılma kararı çıkartılmıştı” diye açıklar. (Aydın Ilgaz, Sınıfın Efsanesi, s. 10) Rıfat Ilgaz’ın “Sınıf” adlı şiir kitabında yer alan ürünlerinin tamamı, emekçi ve yoksullara ilişkindir. Varsılları, karnı tok sırtı pekleri anlattığı şiirleri ise toplumsal uçurumu, sınıfsal çelişkiyi okura daha iyi duyumsatacak şiirlerdir. Ilgaz’ın şiirlerinin her dizesinde sıradan, yoksul, emekçi insanların sesi vardır. “Aç kalmasın da sırtımız, giyinmek bizim için değil… Bütün zorumuz boğazdan, hasretiz bol sirkeli salataya...” (Vapur İskelesi şiirinden) Rıfat Ilgaz’ın çocuklar ve gençler için yazdığı şiirlerle de karşılaşıyoruz kitabında. “Okutma Üzerine” adlı şiirinde, “Sınıf’ın ozanıyım mimli,/ Hababam Sınıfı’nın yazarıyım ünlü / Kim ne derse desin, / Çocuklar için yazdım hep…” diyerek çocuklar için yazdığını söyler. (Meraklısına Not; Rıfat Ilgaz’ın çocuklar ve gençler için yazdığı şiirler Çınar Yayınları tarafından “Durmak Yok” adıyla kitaplaştırıldı. Bu seçkide de “Sınıf”da yer alan şiirlerin öne çıktığını görüyoruz. ) “Çocuklarım”, “Remzi”, “Sınıf” ve “Hürsün” şiirlerinde eğitim sistemimize ilişkin eleştiriler bulunurken çocukların durumlarını da gözler önüne serilmektedir. Tatlı bir insan sıcaklığı vardır bu şiirlerde. Bir öğretmenin ağzından yazılan şiirlerde öğrencilerini çocuğu gibi görür Rıfat Ilgaz. Bu yüzden en etkileyici şiirlerinden birinin adı “Çocuklarım”dır. Bu şiirinde çalışan çocukları 1940’lı yıllarda şiirine taşıyan Rıfat Ilgaz, bir öğretmenin nasıl olması gerektiğinin işaretlerini vermenin yanında günlük yaşamda işe yaramayacak bilgileri çocuklara yükleyen eğitim sistemini de eleştirmektedir. İşte bu yüzden tutuklanır “koca çınar”... Tophane Askeri Cezaevine konur. Tüm şiddetiyle süren 2.Dünya Savaşı yüzünden ani hava baskınlarına karşı önlem olarak karartma uygulandığı bir akşam verilen alarm üzerine, bütün mahkûmlar zincire vurularak avluya çıkarılır. Mahkumlar bir zincire sağlı sollu kelepçelenirler. Rıfat Ilgaz’ın yanına da bir lise öğrencisi düşer. Liseli çocuğun suçu,Nâzım’ın şiirlerini tape etmektir. (Tape etmek:*Daktiloyla yazmak) ...…O günleri “Bu da Bir Özgürlük Şiiri”nde anlatır: “Bir liseli talebeyle vurulu bileklerin / Kırk mahkumun sürüklediği zincire. Tek suçunuz hür insanlar gibi konuşmak, / Kitaplar suç ortağımız!” Rıfat Ilgaz, yaşamının bu çok çok özel günlerini ‘Karartma Geceleri’ adlı romanında anlatır. Yusuf Kurçenli tarafından sinemaya da aktarılan ve başrollerini Tarık Akan ile Nurseli İdiz’in oynadığı film yurtiçi ve yurtdışından 13 ödül alır. (Hüzünlü bir Meraklısına Not; Rıfat Ilgaz’ın Karartma Geceleri ve Halime Kaptan adlı romanları, bugün MEB tarafından hazırlanan 100 Temel Eser listesinde de bulunmaktadır.) Rıfat Ilgaz, emekli olduktan sonra “Cide, doğduğum eşsiz, benzersiz memleket. Ne iyi etmiş de anam beni bu cana yakın memleket de doğurmuş!” dediği Cide’ye yerleşir 1980’li yılların başında. O güne kadar gerek şiirleri, gerekse yazıları yetkililer tarafından çok sıkı takip edilmiş, hakkında defalarca davalar açılmış, toplamda da 5,5 yıl hapse mahkûm edilmiştir. Cideye yerleşerek, emeklilik günlerinde romanlarını yazmayı planlamaktadır. 12 Eylül sonrası, 70 yaşını sürerken, 28 Mayıs 1981’de,mavi bereli komandolar kapısında kilit bile olmayan evini bastıklarında, Orhan Kemal ve Madaralı Roman Armağanı’nı alacak olan ‘Yıldız Karayel’ adlı romanını yazmaktadır. Bu vahşi gözaltına alma, dönemin ilgililerine “Cide’nin komünist papazını yakaladık” diye rapor edilir. Hapishanelerde yer olmadığı için Kastamonu Et ve Balık Kurumu mezbahasında bekletilir günlerce. Sonrasında, rahatsızlığının artması üzerine Ballıdağ Sanatoryumu’na sevk edilir.(Meraklısına Not; Rıfat Ilgaz o günleri de Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra adlı kitabında anlatır.) “Çağına yakışır yaşamayı / Sevmeyi, düşünmeyi, çalışmayı kısıtlayan tüm yasaklar Yasalardan değil yalnız / Sözlüklerden bile atılmalı” İster misiniz, 70 yaşında bir “hayvan” gibi gözlerini bağlayıp, ellerini zincirleyerek sokaklarda gezdirdiğimiz Rıfat Ilgaz’ın hayatını nasıl zehir ettiğimizi ve hâlâ onu okumayarak bu zehre ortak olduğumuzu anlatalım mı kısa kısa? Onu tüm ülkeye tanıtan Hababam Sınıfı romanı, “Sınıf” adlı bu şiirlerden doğmuştur... Hababam Sınıfı’nı tiyatroya uyarlama fikri geliştiğinde, Rıfat Ilgaz bu işi, Karaköy’de ucuz bir otele sığınarak yapar. Daktilosu olmadığından sayfa başı bir arzuhalci ile anlaşır. Elde yazdıklarını her gün daktilo ettirir. Ancak bu artık efsane kabul edilen roman / film yaşadığı sürece Rıfat Ilgaz’ı huzursuz eder. Çünkü o eğitim sistemi eleştirisinden ayıklanıp, sadece güldürüsü öne çıkarılan bu filmin “çarpıtılmış” olduğunu söyleyecektir ömrü boyunca... Garip bir şekilde, Hababam Sınıfı ilk film yapılmaya çalışıldığında TRT onayından da geçmez. Nedeniyse; Mahmut Hoca’ya ‘Kel Mahmut’ denmesi... Memleketi Cide’ye yerleştiği zaman evlerinin tam karşısına “Rıfat Ilgaz yarın buradan taşınmazsa apartmanı tararız” yazan bir pankart asılır. Ertesi gün oğlu Aydın Ilgaz’la balkonda rakı içerek bu ‘havlamalara’ rest çeker. Karanlık peşini bırakmaz Rıfat Ilgaz’ın. Cide’de doğaya zarar verdiğini köşe yazılarıyla işaret ettiği bir ‘yandaş’ kerestecinin ihbarıyla tutuklanır. 70 yaşındaki Rıfat Ilgaz gözleri bağlı, elleri kelepçeli 4 kilometre yürütülür. Askeri kamyonlarla, Et ve Balık Kurumu’nun ceza evi olarak kullanılan deposuna götürülür. Üç gün ayakta, elleri duvara dayalı, gözleri bağlı tutulur. Aykırı bir şey yaptığında tekmelenir. 60’larda Hababam Sınıfı tiyatro oyunu çok beğenilir. Taksim’deki oyunlarda bilet kuyrukları uzar gider. Ankara’da 1400 kişilik salonlarda hafta içi 2, hafta sonu 3 seans oynanır oyun. Ankara’daki gösterimlere Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanı da katılır. Ancak ilk gençliğinden beri verem hastası olan Rıfat Ilgaz, devlet tarafından hastanelere alınmayıp, aylarca hatta bazen yıllarca sonrasına sıra verildiğinden, hastalandığında Ermeni Hastanesi kapılarını ona açar... 2 Temmuz 1993 günü Sivas Madımak Oteli’nin, ruhunda hayvanların yaşadığı bağnazlarca yakıldığı gün, can dostu Asım Bezirci’nin de orada yakılarak öldürüldüğü, kalbi yorgun olan Rıfat Ilgaz’dan gizlenmeye çalışılır bir süre... Tüm ülke aydınlarının öfkeli bir utançtan gözlerinde kan yılancıkları oynarken, Rıfat Ilgaz oğluna çok kısa bir konuşma yapar; “ Bak Aydın, firavunlar tabletleri kütüphanede kırdı. Hitler orduları, Avrupa’da bütün kütüphaneleri yaktı. Dünya tarihinde ilk kez Türkiye’de aydınları bir binaya koyup yaktılar.” Bu acıdan sadece 5 gün sonra, 7 Temmuz 1993 günü yıkılır koca çınar... Vasiyeti üzerine Zincirlikuyu Mezarlığı’nda dostu Asım Bezirci’nin yanına gömülür. Şimdi hüzünlü bir şarkı duyuluyor Rıfat Ilgaz’ın yattığı yerden. “Rahat günlerin işçisi olacaktık, rahat günlerin şairi: bir çift sözümüz vardı nar çiçeği, gül dalı üstüne, dudaklarımızda kaldı!”