Türk siyaseti yine çalkantılı bir dönemden geçiyor. Gün geçmiyor ki bir tartışma konusu ortaya çıkmasın. Sin-kaflı cümleler, hakaretler havalarda uçu...

Türk siyaseti yine çalkantılı bir dönemden geçiyor. Gün geçmiyor ki bir tartışma konusu ortaya çıkmasın. Sin-kaflı cümleler, hakaretler havalarda uçuşuyor. Kamuoyunun gündemi adeta bunlarla meşgul ediliyor. Sosyal medyadan köpürtülen olaylar, koca koca televizyonlarda geceler boyu masaya yatırılıyor. Konunun uzmanı denen insanlar, tartışıyor da tartışıyor. İnanın günün sonunda bir incir çekirdeğini doldurmayacak işler ortaya konmaya çalışılıyor. Sedef Kabaş adlı kadının bir atasözüne dayanarak televizyonda Sayın Cumhurbaşkanı’na hakaret etmesi ile başlayan zincir, şarkıcı Sezen Aksu’nun Adem ve Havva üzerinden dini değerlere saldırı olarak algılanan parçası ve buna verilen cevaplar, tansiyonu hayli yükseltmişti. Buna bir de kar yüzünden hayatın felç olduğu İstanbul’da Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun bir balıkçıda İngiliz Büyükelçi ile buluşması eklendi. Kabaş’ın üstü güya kapalı hakareti, kim ne derse desin çok çirkin ve kınanması gereken bir olaydır. Bu ülkede yaşayan, ekmeğini yiyen ve havasını soluyan hiçbir kimse Cumhurbaşkanına hakaret edemez, bu hakkı kendinde bulamaz. Bunun bir karşılığı olacaktır ve oldu da. Evet bir kadının gece yarısı bir operasyonla evinden alınması eleştirilebilir. Çağrılsaydı savcılığa da gelebilirdi. Ancak gözaltına alındıktan sonra, ters kelepçe oyunu olayın vahametini ortaya koymuştur. Tutuklanması ise hukukun takdirinde bir olaydır. Sezen Aksu meselesi de bir başka siyasetin ürünüdür. Türkiye’nin sevilen bir sanatçısının yıllar önce besteleyip defalarca söylediği bir parça, malzeme edilerek gündeme bomba gibi atılmıştır. Maalesef herkes bu olayın üzerine mal bulmuş mağribi gibi atlamıştır. Sayın Cumhurbaşkanı’nın bir Cuma sonrası camide sarf ettiği sözler de olayı alevlendirmiş, ardından yapılan açıklamalar, kast edilenin Sezen Aksu değil, dini değerlere hakaret edilmesi olduğu yünündeki ifadeler etkileri azaltmamıştır. Siyasetteki gümbürtü bununla da bitmemiştir. Yılın en etkili kar yağışı dünya başkenti İstanbul’u esir almış, 20 milyonluk kentte yollar kapanınca büyük bir mağduriyet ortaya çıkmıştır. Tüm bunlar yaşanırken, insanlar evlerine gitmek üzere iken araçlarında saatlerce mahsur kalmış, kentin tedbir alabilecek tek yetkilisi, herkes onun ağzına bakarken maalesef İngiliz Büyükelçi ile sanki her şey sütlimanmış gibi bir balıkçıda randevulaşmıştır. Bu konuda partisi ve sevenleri Ekrem İmamoğlu’nu savunsa da, kendisi ne mazeret ortaya atsa da, bir büyükşehir belediye başkanının hemşerileri zorda iken hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam etmesi, alkışlanacak bir durum değildir. Pekala o randevu ertelenebilir ve İmamoğlu ayağına çizmeleri çekip, üzerine de İBB parkasını geçirerek karla mücadele ekiplerinin en önünde bir görüntü verebilirdi. Adı cumhurbaşkanlığı makamı için geçen birinin bu vurdumduymazlığı mutlaka değerlendirilecektir. Gelelim siyasetteki son olaya. O da Sayın Cumhurbaşkanı’nın Trabzon’daki açılışta sahneye çıkartılan küçük bir çocuğun, CHP lideri Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik sarfettiği hakaret içeren sözler. Ben bu sözleri bırakın ağzıma almayı yazmaktan bile teessüf ederim. Çok büyük bir yanlış ve hata yapılmıştır. Tüm çocuklar masumdur. O masumu sahneye çıkartıp o sözleri söylemesine vesile olanlar, Türkiye’ye kötülük etmiştir. Ve ben Sayın Cumhurbaşkanı’nın o sözler karşısında, belki de şaşkınlıkla sessiz kalmasını da yadırgadım doğrusu. Sayın Cumhurbaşkanı, “Bak şimdi olmadı küçük. Böyle sözler bizlere yakışmaz. Haydi bir özür dile de göreyim seni” demeliydi. Şu bilinmelidir ki, baştan beri saydığım bu tür olaylar siyasetimize, Türkiye’ye ve milletimize zarar verir. Kimseye de bir faydası olmaz. Milletimiz bu ekonomik krizde burnundan solurken işi şirazesinden çıkarmak, birlik ve beraberliğimize kastetmekten, düşmanlarımızı da sevindirmekten başka bir işe yaramaz.