Hangimiz sevmeyiz ki masalları? Hangimiz dalıp gitmeyiz hayallere? Yaşamın bu aksi, boğuk ve ikiyüzlü halinden kaçıp kaçıp saklanmayız or...

Hangimiz sevmeyiz ki masalları? Hangimiz dalıp gitmeyiz hayallere? Yaşamın bu aksi, boğuk ve ikiyüzlü halinden kaçıp kaçıp saklanmayız oralara? Bugün biraz bulunduğum evrenden çıkıp uçmak istiyorum o sonsuzluğa... Eğer sen de sıkıldıysan, tut elimi, gel benimle! *** Evvelce zaman önce saçları topuklarını öpen, yanakları elmaları kıskandıran güzelller güzeli bir kız varmış... Herkes onun ne kadar zarif olduğunu düşünür, gördükçe ona hayran hayran bakarmış. Bu kızın adı Laleymiş... Annesi, doğduğunda onun gür kirpiklerini, kafasının üzerini muhteşem bir biçimde örten kedi tüyü gibi saçlarını ama en önemlisi de açmamış bir laleye benzeyen biçimli gözlerini görünce ona bu adı vermeye karar vermiş... Lale çok güzel ve bir o kadar da güzel bir çocukmuş... Yaşıtlarından çok daha olgun, sürekli öğrenmek isteyen, kahkahaları yeri göğü çınlatan ve cana yakınlığıyla görenlerin kalbini hemen ısıtan bu kız bir o kadar da yaramazmış... Annesi bu huyuna hep kızsa da babası ‘Her şeyi bilmek istediğinden bu halleri, rahat bırakın benim tatlı Lalemi’ diyerek herkesi susturuyormuş... Günler, Lale’nin yaramazlıklarına güle güle geçerken güzelliğine de güzellik katmış... Lale büyümüş, serpilmiş, daha da güzelleşmiş... Ancak yaramazlığı hiç geçmemiş. Küçükken onun bu hallerini hoş gören büyükleri de o büyüdükçe katılaşmış, sürekli onu uyarır hale gelmiş. Ama bu Lale, durur mu? Onlar uyardıkça daha da haşarı olmuş, onlar ‘Dur’ dedikçe daha da koşmuş... Bir gün yine böyle koşup dururken bir ağaca rastlamış... Dalları göğü döven, gövdesi haşmetli bu ağacın gölgesinde biraz soluklanmak istemiş ama oturup da kalmış. Gözlerini kapatıp dinlenirken uzaklardan içli içli bir türkü duymuş, hemen meraktan o sesin yanına koşmuş. Türküyü söyleyen yaşlı bir kadınmış... Gözleri uzaklara bakarken arada bir yanaklarını süpüren yaşları da elinde buruş buruş olmuş mendiline siliyormuş... Bunu gören Lale’nin hem içi cızlamış hem de merakı uyanmış... Sormuş, ‘Teyzeciğim nedir senin bu halin?’ Teyze hüzünle ve şaşkınlıkla ona bakarak ‘Gençliğimi özlerim’ demiş. Lale, ‘Neden, gençliğin nerede ki?’ diye sormuş, yaşlı kadın bu sefer de ‘Ben göremeden geçip gitti’ demiş. Bu sefer Lale, ‘Gençlik nasıl görülür ki?’ demiş. Yaşlı kadın da ‘Gençlik öyle bir şey ki... Aynalara baksan buhar olur, koşsan geride kalır, hüznün duvarlarında sıkışıp kalırsan solar, çok çabuk serpilirse de koparılır’ demiş... Lale’nin ‘Peki, senin gençliğine ne oldu’ sorusuna ise kadın, ‘Benimki koparıldı, sanırım bu güzelliğinle seninki de koparılacak’ demiş. Lale o an öyle bir korkmuş, öyle bir korkmuş ki ‘Hayır! Böyle bir şey olmayacak!’ diye bağırarak oradan uzaklaşmış... O günden sonra Lale’ye bir haller olmuş... Odalara kapanmış, sürekli düşünmeye başlamış... Artık kahkaları duyulmaz, gözleri de hiç gülmez olmuş... Önceleri herkes bu duruma şaşırmış, yadırgamış, sorgulamış. Tabii zamanla onlar da bu hale alışmış. Bir gün lale yine o ormana gitmiş. Gölün bin bir mavisinin güzelliği bile onu artık heyecanlandıramıyormuş... Orada beklerken yine o sese doğru yol almış... Uzun zaman önce içli içli türkü söyleyen kadın yine aynı yere oturmuş aynı türküyü söylüyormuş. Lale, kadının yanına varmış. ‘Teyzeciğim beni tanıdın mı?’ diye sormuş. Kadın tanıyamaz şekilde ona baksa da sonra gözlerine takılıp kalmış... Kadın dehşete düşerek ‘Ah kızım! Ne yaptın kendine’ demiş. Lale, anlamaz bir şekilde ona bakarken, kadın, “Ben sana ‘Gençlik öyle bir şey ki... Aynalara baksan buhar olur, koşsan geride kalır, hüznün duvarlarında sıkışıp kalırsan solar, çok çabuk serpilirse de koparılır’ demiştim. Sen sonunu dinlemeden uzaklaştın. Gençlik yaşayamazsan geçer gider, yaşarsan sonsuza dek senle kalır. Sen gençliğini soldurmuşsun, ama geç değil. Şimdi geç değil, geriye dönmenin tam vakti’ demiş. Lale, o gün her anın değerini bilmeyi ve her şeyin zamanında güzel olduğunu öğrenmiş. *** Yaşamayı bil ki kuruyup kalma, her anın değerini bil ki sen de buhar olma...