Türkiye’de mizahın kuraklaştığını ifade eden yazar Ahmet Zeki Yeşil, bunun tarihsel nedenlerini anlattı. 1980...

Türkiye’de mizahın kuraklaştığını ifade eden yazar Ahmet Zeki Yeşil, bunun tarihsel nedenlerini anlattı. 1980’lerde mizah ortamı nasıldı? İnternet ortamı mizahı nasıl etkliliyor? Yazarların bu konuda sorumluluğu var mı? Mizah ve otorite ilişkisi mizahı nasıl etkiliyor? Bütün bunları mizah alanında önemli eserler yazan ve makaleleriyle gündeme gelen Ahmet Zeki Yeşil’e sorduk. Sözü ona bırakıyoruz. Günümüz mizahıyla ilgili sık sık tahliller yapılıyor. Sizin de bu alanda hatırı sayılır çalışmalarınız var. Ancak, bugüne nasıl geldiğimizi anlamak için bir parça geçmişe dönmek gerektiği kanaatindeyim. Örneğin 1980’lerde mizahın genel havasını bize anlatacak olursanız neler söylersiniz? Özellikle yazılı mizah, 80’li yıllardan bu yana çok değişti; olması gereken yerden uzaklaştı. Mizahçıların yanı sıra toplumun önemli bir kesimi de, mizahımızın düzeysizliğinden şikâyetçi. Mizahın sığlaştığına ve kabalaştığına dikkat çekiyorlar. Konuya açıklık getirmek amacıyla, öncelikle 80’li yılların mizahından kısaca söz etmek istiyorum. Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz ve Muzaffer İzgü’nün oluşturduğu bu dönemin mizahında en dikkat çekici özellik muhalif kimliğidir. Aziz Nesin, Mizah, bir kızgınlık eseridir”; Rıfat Ilgaz,Mizah bir tavırdır” ve Muzaffer İzgü, “Gülmece, sınıfsaldır” diyordu. Onların mizahı, halk yararına mizah anlayışına sahipti ve güldürürken düşündürüyordu. Amaç düşündürmek, araç güldürmekti. Görevi ise eleştirmekti. Bu kapsamda, adını andığımız mizah ustaları, salt güldürmek için yazmadı. Eserlerinde, toplumsal sorunları ele aldılar. Eğitime, bilime ve sanata değer verdiler. Çocukları önemsediler. Ne yazık ki, günümüzde mizah diye önümüze konulan ürünlerin çoğu bu özellikleri taşımıyor. “Mizah” deyince akla gülmek/gülümsetmekten başka bişey gelmiyor. Geçtiğimiz günlerde bir yayında “mizahın kuraklaşması” kavramını ele alıyorsunuz. Bu kuraklaşma normal değil mi? 40 yılı aşkın sürtedir yaşadığımız siyasi çalkantı ve otoriterleşmeye bakarsak... Mizah ve otorite birbirine zıt iki kavramdır. Dolayısıyla, mizahtaki çoraklaşmayı siyasi otoritenin baskıcı uygulamalarına bağlayanlar bulunmaktadır. Doğruluk payı olmakla birlikte, bu görüşe tam olarak katıldığımı söyleyemem. Çünkü mizahtaki değişim/dönüşüm, toplumun değişim/dönüşümüne paralel olarak gerçekleşti. 90’lı yıllarda hayatımıza giren özel televizyonlar ve internet çok önemli etkenlerdir. Ardından tanıştığımız sosyal medya, bu değişim sürecini hızlandırmıştır. Sonunda, hem etik değerlerimiz hem de mizahımız bundan payını aldı. İnsanlar, kısa metinlere alıştı. Adına “Caps” denilen tek cümlelik espriler (fotoğraf ve resimlere düşülen notlar) ile “Emoji” olarak adlandırılan simgeler ortaya çıktı. Bunlar edebiyatın yerini tutmadığı gibi, edebiyatın içerisinde kendisine yer edinmeye çalışan mizahı da zora soktu. Günlük hayatta 250 kelimeyle anlaştığımızı düşünürsek, cümle kurma ve ifade etme yeteneğimizin tehdit altında olduğunu söyleyebiliriz. Bu arada, kangal köpeklerinin 150 kelimelik komutları anladığını unutmayalım. Gelişmeler, karikatür okuma alışkanlığımız için de durumun parlak olmadığını gösteriyor. Özetle, okuma oranının düşük olduğu toplumlarda, konuşma ve yazma giderek kabalaşıyor. Mizahın bundan olumsuz etkilenmesi ise kaçınılmazdı. İnternet ortamının en dikkat çeken yönlerinden biri de küfür ve argonun çok rahat dolaşıma girmesi. Bunu mizahın ve kendini ifade etmenin bir parçası olarak görenler var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? İnternet ve sosyal medyanın yarattığı yeni tür mizah, daha çok sosyal medyada yaşıyor. Estetik anlayıştan uzak ve tüketim toplumuna uygun (hızlıca tüketilen, gülüp geçilen) bir mizah. Dünya görüşü ve sınıf bilinci de yok. Cinsellikle ilgili esprilerin yanı sıra, argo ve küfür öne planda. Bir televizyon programında Cem Yılmaz, küfürle güldürdüğüne yönelik eleştirilere, “Bu, ilkel bir tespit” şeklinde karşılık verdi. Ne yazık ki bu anlayış, mizahta küfürü olağan hale getirdi. Konuyla ilgili bir anımı anlatmak isterim. 2012 yılında, Ankara’da bir mizah festivali düzenlenmişti. Burada, çok bilinen bir mizah dergisinin stand sorumlusuyla görüşmüş ve kendisine bir mizah öykümü okutmuştum. Anılan kişi öykümü gülerek okuduktan sonra, “Biz, böyle bir öykü yayımlamayız. Çünkü, bizim hedef kitlemiz 18-25 yaş. Onlar, argo ve küfür istiyor” demişti. Bu anlayışın mizahtaki bozulmayı hızlandırdığı açıktır. Toplumsal bir faydası olmayan içi boş mizah, ister istemez güçlü olanın tarafında yerini aldı. Alman ya da Amerikan tarzı mizahı kopye eden mizahçıların, bilerek ya da bilmeyerek egemen sınıfın amaçladığı mizahı yaptığını söyleyebiliriz. Peki bu konuda yazarların, ki bence bu ülkenin çok güçlü bir edebiyatı var, kendine dönüp bir özeleştiri yapması gerekmez mi? Toplumun ve mizahın değişim sürecinde mizahçıların çoğu, edebi mizahın itiraz damarını canlı tutmadılar, tutamadılar. Belki ticari kaygılar, belki de politik mizahın kendileri için yarattığı sorunlar nedeniyle, bir kısmı çocuk kitaplarına bir kısmı da geyik muhabbeti tarzı mizaha yöneldiler. Bu mizahçılardan birine, “Edebiyat dergilerine neden öykü göndermiyorsun?” diye sormuştum. “Edebiyat dergilerini kaç kişi okuyor ki...” demişti. Oysa mizahçıların, “halk yararına mizah” ekolünü yaşatmak için edebiyat dergilerinde görünmesi gerekiyor. Mizahın edebiyatını ihmal eden mizahçılar yüzünden, edebiyatımızda mizah dili unutulmaya yüz tuttu. 80’li yıllarda, edebiyat dergilerinde çok sayıda mizah öyküsü yayımlanmış bir mizahçı olarak benim mizaha yeniden dönüşüm 2011 yılıdır. O tarihten beri hep, edebi mizahı savundum; edebiyat dergilerinde görünmeye çalıştım. Bu arada Muzaffer İzgü’nün, vefat ettiği tarihe (2017) kadar, ‘Halk yararına mizah’ anlayışıyla yazdığını vurgulamalıyım. Pek çok sektörde olduğu gibi, mizahta da bir sınıf atlama derdi olduğunu görüyoruz. Devir, milyoner komedyenlerin devri. Yazılı ve görsel medyanın gerçek mizaha yer vermemesi onların işini kolaylaştırıyor. Sosyal medyada, politik hiciv içeren video ya da paylaşımlara rastlıyoruz elbette. Güncel espriler içerdiği için bunların edebiyata yansıması yetersiz kalıyor. Çünkü, gündelik espriler gelgeçtir. Edebi mizahın itirazı daha etkili ve kalıcıdır. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey varsa seve seve yazarız... OKUMAYA GEREK YOK’ Hayatın kendisi mizaha dönüşünce, “Mizah kitabı okumaya gerek yok” gibi bir algı oluştu. İnsanların birçoğu, sosyal medyada kendilerini gülümseten yazıları mizah zannediyor. Bazı okurlarım özelden yazdıkları meajlarda, “İlk defa bir mizah kitabı okudum” diyor. Kitap fuarlarında, Aziz Nesin’i tanımayan öğrencilere rastlıyorum. Yazılı mizahtaki çoraklaşmayı önlemek için, “halk yararına mizah” ekolünün anlatılması/tanıtılması gerekiyor. Bu da yetmez, mizahçılar, mizahın edebiyat içinde yer alması için daha çok çaba göstermelidir. Mizah, insanların ve toplumların can damarları gibidir. Mizahçılar, bu damarı canlı tutmalıdır. Mizahtaki eksiklik, iyi gelişmediğimiz anlamına gelir. Yaşadığımız tüm olumsuzluklara rağmen, mizahın geleceğinden umut kesmiş değilim. Gülmeyi işe yarar hale getirmeye çalışan gerçek mizahçılar, mizahı tüketim malzemesi yapan anlayışa karşı durdukça “mizahta umut” olacaktır...