O uğursuz uğultunun 3. yıldönümü… 2020, 2021 ve 2022… Ne yıkılanlar ortada var ne de ölenler geri geldi. O gün o saatte canını veren yurttaşlarımızın, o günün akşamı için planla...

O uğursuz uğultunun 3. yıldönümü… 2020, 2021 ve 2022… Ne yıkılanlar ortada var ne de ölenler geri geldi. O gün o saatte canını veren yurttaşlarımızın, o günün akşamı için planlarını hatırlayan, düşünen var mı? Yok… Olmasını da beklemiyorum. O canı yitenlerin acısı sadece yakınlarının kalplerinde ve gözyaşlarında. Ben de telefon gelip de durmasaydı, eşimi o “üç harfli” marketin yıkıntılarında arayacaktım belki de… 17 Ağustos 1999 ile 30 Ekim 2020 arasında çok deprem oldu ülkemizde. Çok can gitti… Çünkü topraklarımız depremi bağrında yaşatıyor asırlardır. Allah “insanı” yaratırken iki organına büyük hassasiyet göstermiş. Biri “beyin” diğeri “kalp”. Beyin düşünceyi, kalp ise vicdanı çalıştırır. Bakın görün ki lanetlenmiş şeytan da ilk hamlesini bu iki organa yapar. Ama şeytanın önceliği kalptir. Vicdanı ve hissiyatı aldı mı gerisi kolaydır çünkü. Özellikle 1999 depreminden 30 Ekim 2020 depremine dek geçen sürede hâkim olan da şeytanın başarısıydı. Öngörüsüzlük, cahillik, çıkarcılık, kibir, miskinlik, umursamazlık, vicdansızlık nedeniyle tam 117 yurttaşımız can verdi. Ama ölüm nedenleri asla “deprem” değildi… Beynini şeytana veren vicdansızların umursamazlığıydı. Kimse bana “Bayraklı Depremi” martavalı etmesin. Deprem gerçekten Bayraklı’da olsaydı, taş üzerinde taş, omuz üzerinde baş kalmazdı. Peki o binalar neden yıkıldı? O canların hesabı soruldu mu vicdansızlardan? Asla… Çünkü şeytan iyi çalıştı yıllardır… Üçüncü yıla giriyoruz, hani “deprem bilinci”? Yok… Gelmedi daha… Çene suyu çorbalarla geçen ve sadece “inşaat maliyeti” düşünen kafalar revaçta? Müteahhitler, kalpsiz emlakçılar, depremden siyaset devşiren politikacılar, o “künefeci” önünde yapılan röportajlar nerede şimdi? TOKİ’nin inşaat skandalları, hükümetin İzmir’in seçilmiş belediye başkanlarına saygısızlıkları, İzmir’in meslek odalarının “yok sayılması” … Daha sayayım mı? O korku günlerinde kerameti kendinden menkul bir takım dernek ya da cemaatlerin, depremzedeleri “şükürle imtihanları”, “deprem zengini” olmak için harekete geçenler, cenazeler kaldırılmadan emlakçıların insanlık çalışmaları… Yahu şu anda ne konuşuluyor Bayraklı’da? “Deprem gerçeği” dışında her şey… Ama inanarak söyleyim, ben bilim insanlarına inanıyorum, gerçekten büyük deprem olursa, acaba “müteahhitlerle” kurulan gizemli dostluklar işe yarar mı? Depremzedelerin duygularını istismar edenler acaba kaçabilir mi kaderden? Merak eden şu meşhur rezerv alanıyla ilgili kulak kabartsın… Yazmaya vicdanım elvermiyor… Ben depremi yaşadım… Kimse bana hikâye anlatmasın. 30 Ekim 2020’de Bayraklı’da “insanlık yıkıldı” ama duyan duymazdan, gören görmezden, bilen bilmezden geldi… İzmir Valisi’nin, belediye başkanlarının, milletvekillerinin “bilmedikleri” o kadar “numara” döndü ve dönüyor ki… Ama tecrübem bana onların dahi “merak etmediklerini” fısıldıyor! Ne diyeyim, rahmet olsun can verenlere… Ama “deprem” bitti sanmasın kimse… SERDAR SANDAL BAŞKAN ŞAŞIRTTI! Kimi şaşırttı? Tabi ki beni… Geçen gün İZTO Başkanı Mahmut Özgener’le görüşmemin etkisi devam ederken, Bayraklı Belediyesi’nden bir davet aldım. Cumhuriyet Bayramı nedeniyle benden bir konuşma yapmam istendi. Ben daha Özgener şokunu yaşarken bir de Serdar başkan şokuna girdim. Nasıl girmem… İlçemin Belediye Başkanı Serdar Sandal. Üstelik kendisini başkan olmadan önce de tanıyorum. Oy da verdim. Fakat bazı çalışmalarını beğenmedim, beğenmemek ne kelime çok sert de eleştirdim her platformda. Ama benimkisi düşmanlık ya da başka bir alengirli neden olmaz zaten. Soyu tükenmiş gazeteci refleksi. Doğruya “doğru” yanlışa “yanlış” deme alışkanlığı. Teklifi derhal kabul ettim. Sevgili kardeşim, meslektaşım Can Özlü’nün gayretleriyle 29 Ekim’den bir gün önce etkinliğe gittim. Başkan Sandal geldi, sarıldık kucaklaştık. Birlikte güzel bir fotoğraf sergisi gezdik. CHP İlçe Başkanı Hanımefendi, ADD Bayraklı Başkanı Hanımefendi, meclis üyeleri ve vatandaşlar. Lakin en kalabalığı da gençler… O muhteşem gençler… Cumhuriyet’in sigortası gençler. Konuşmanın başında hakkı teslim ettim Başkan Sandal’a… 17 yıldır Bayraklı’da oturuyorum, ilk kez vatandaşlar için yapılan bir etkinliğe ve benim için ne büyük onur ki adı “100. Yılın Şafağında Cumhuriyet” konulu bir konuşmanın konuşmacısı oldum. Demokratik olgunluğunu baştan ayağa kanıtladı Başkan Sandal. İzmir’de kendisini eleştirdiğim için ısrarla beni “yok sayan” büyük kısmı da “eski dostum” olan “makam sahiplerine” örnek olsun. Ben eleştirmekten vazgeçmem. Ama inanın bu demokratik olgunluğa her makam ve mevkinin ihtiyacı var. Sıkıntı sadece AK Parti’de değil, hatta İzmir’de CHP ve İYİ Parti’de de bu sıkıntı mevcut. Valilik sadece ilginç… Eleştirenleri “yok sayma” becerisini şahsıma da gösterdi. Kendi ilçemde 29 Ekim coşkusunu muhteşem yaşadım. Tekrar teşekkür ediyorum ilçemin Belediye Başkanı Serdar Sandal ve ekibine. Onların uzattıkları eli, asla geri çevirmem. Ama eleştirmekten de vazgeçmem. İZMİR’İN BASINSIZLIĞINA DAİR Geçen yazım da İzmir’in “televizyonsuzluğuna” ve evlere girmeyen “gazetelerine” değinmiştim. Üyesi olduğum İzmir Gazeteciler Cemiyeti ile polemiğe girmem köşemde ama, bazı “eski dostların” arkamdan ileri geri konuşmaları beni hiç mi hiç etkilemez. Zira “gazeteci” iletişimini yüz yüze göz göre bakarak yapandır, diğer kesim ise “gazeteci” değil “dedikoducudur”. Bana ulaşan bir eleştiriyi cevaplayım. Efendim neymiş? “Hasan Tahsin dezenformasyon yasasını” neden eleştirmiyormuş”? Aslında doğru. Eleştirmiyorum. Çünkü eleştirenlere bakıyorum, keyfim kaçıyor. Benim derdim başka… Bu arkadaşlar benim ağzımı açtırmasın, 2009’da ben tek başıma savaşıp, üç yıl ekmeksiz kaldığımda biri bile beni aramadı. Hatta savaştığım şahsın ofisine gidip beni “çekiştiren” sözde meslektaşlarımı da biliyorum. Bugünün basın örgütlerine güvenmiyor ve inanmıyorum. 35 küsur yıllık meslek hayatımı yok sayanları yok saymak hakkımdır. Kaldı ki İzmir basını, Ankara veya İstanbul basının arka bahçesi ya da sömürme alanı değildir. Hele beni “cemiyetten attırma” gibi bir talihsizliği kimse aklından geçirmesin, zira çok yakın zamanda size yazacaklarımı bekleyin. Ha son bir rica… Lütfen kimse beni bu satırlardan dolayı arayıp da “isim” falan sormasın… Biraz geçmişi hatırlasınlar yeter.