30 Ekim 2020 depreminde can pazarına dönen İzmir son günlerde yeniden beşik gibi sallanıyor. Doğal afetler dünyamızın doğamızın gerçekleri. Bizler ise onlara inat şehirleşmeye yapılaşmaya devam ediyor...

30 Ekim 2020 depreminde can pazarına dönen İzmir son günlerde yeniden beşik gibi sallanıyor. Doğal afetler dünyamızın doğamızın gerçekleri. Bizler ise onlara inat şehirleşmeye yapılaşmaya devam ediyoruz. 30 Ekim depreminin henüz yaraları sarılmamış, hasarlı yapıların dönüşüm krizi bile çözüme ulaştırılmamıştı. Bayraklı ve Karşıyaka için dönüşüm, kat ve yoğunluk artışı ile çözümlenmeye çalışılmış ise de bu niyet yargıya takılmıştı. Şehrin yol su kanalizasyon yeşil alan gibi çok sayıda altyapısal gereksinimi bu yoğunluk artışını karşılayamazdı. Yoğunluk artışı verilmeden dönüşüm ise yüksek maliyet nedeniyle tercih edilmemişti. Diğer yanda ise çözüm üretmeye çabalayan diğer yaklaşımlardan biri, müteahhitsiz dönüşüm öneren mimarların önerileri de dikkate alınmamıştı. İzmir ilinin tüm Türkiye 2018 imar barışı sürecinde rekor sayıda kaçak yapıyı kayıt altına aldığı konusu da fazlaca gündemde yerini almamıştı. Ne yazık ki rekor sayıda kaçak üreten bu şehrin imar planları, plan notları, fay haritalarının alt ölçekli imar planlarına işlenmesi, riskli alanların yapılaşmaya kapatılması gibi çok sayıda sorunu göz ardı edilmeye çalışılıyor. İnşaatların kalite standartı, yapı denetim mekanizmasının arızaları da keza depremle, beraberinde gelen can kayıpları bile dikkate alınmıyor. Bayraklı’da çürük olduğu bilinen yapılarda yaşadığımız acılar dahi sorunlarımızı çözmekten ne denli uzak olduğumuzu anlamamıza yetmedi. Şimdi bu şehircilik faciasına dönen kadim şehir dillendirilen yeni imar barışını fırsata çevirmeye hazırlanıyor. Yollarımız yetmiyor. Sokaklar bu şehrin otomobil ve araçlarını taşımıyor. Otopark düşünülmeden yükselmiş yüzbinlerle yapıya daha büyük ve daha yükseklerini eklemeye gayret ediyoruz. Diğer tarafta açabildiğimiz kadar çok alanı imara açmak peşindeyiz. Ne tarım arazileri koruma kanunu ne doğal sitler hatta son 3 yılda saldırıya geçilen arkeolojik alanlar bu saldırıdan kurtulabiliyor. Kanalizasyon şebekesi dahi olmayan yüzbinlerce yazlık site üretmiştik ve çılgınca daha fazlası için parsel kovalıyoruz. Hızla kötüleşen iklim değişikliği inşaat ve rantsektörüne tesir etmiyor. Düne kadar yağmur hasadı konuşulan şehrimizde hasadın yapılabilmesi için önce yağmur yağması gereği dahi unutulmuş. Geçtiğimiz yılki verimsiz yağışlar, ani, sele dönüşen ve bir anda kesilen yağışlardı, yine de yağmur sezonu mevsim normallerinin çok altındaydı. 8-9 aydır yağmur olmadığı, Manisa halkını yağmur duası için sokaklara döktü bile. Ege bölgesi kıyıları, verimli topraklarımız su olmadığında ne kadar yaşanabilir olacak, su olmayan villalarda nasıl yaşam devam edecek, ne yenip ne içilecek? Soruları da kimsenin umurunda gözükmüyor. Dileriz ki dersleri acılarla almayalım. Sismik hareketin yükseldiği şehirlerimiz kabusa dönen mezarlıklarımız olmasın. Daha fazla sağlıklı, mutlu huzurlu yaşamanın yollarına, emniyetli kaliteli yaşama kafa yorulsun. Bugünkü şehirleşme anlayışımızla giderek fakirleştiğimiz, rant ve çıkar uğruna  sahip olduğumuz tüm değerlerimizi kaybetmekte olduğumuz açık. Yönetimler oy kaygısı ile kat kot yoğunluk yükseklik talebine, sermayeye boyun eğse bile, başka bir dünya, başka bir yerde yaşam ve başka İzmir olmadığını öngören sivil toplumun bu şuuru ve iradeyi ortaya koyması şarttır. İzmir halkı aydın ve sağduyulu bir toplum olarak toprağı, suyu coğrafyasına sahip çıkmalı, sit alanların katliamı karşısında durmak üzere seferberlik başlatmalıdır.